"Köyden çıkınca mutluluk olacağına inanan köylüler, şimdi şehirlerde mutsuz ve perişan yaşıyorlar! Ne kapı önlerinde oturabiliyorlar ne de konuşacak emmi ve halaları var..."
Köyden gelen yumurta, sebze ve meyveler kapış kapış satılıyor, üstelik kaç kat daha fazlasına… Köyde olmayan modern yaşam ve kalitesi şehirde var ama insanı gerçekten yaşatan ve sağlıklı yaşamasını sağlayan yediği içtiği olunca, modern bir yaşamın getirisini insan ister istemez düşünüyor. Yaz geldi mi yaylalara giden insanların sayısı, denize gidenlerin sayısından az değil. İnsanlar horoz sesiyle uyanmak, serin ve oksijen zenginliği havayı sabahın ilk ışıklarında solumak istiyorlar. Burada ki yaşamı yaşadıktan sonra, insanların taş binalar arasına sıkışmış ve havasız şehir yaşamı; üstelik kimsenin birbirini tanımadığı duyarsızlığı ve tahammülsüzlüğünü şikayet etmek de haklı görünüyor.
İnsan rahat yaşamayı seviyor, doğrusu kim sevmez ki… Kral gibi olmak, en iyi eve sahip olmak, sayısız hizmetçilerin ona hizmet ettiği bir yaşam… Para ve geçim derdinin olmadığı, sağlıklı yaşamın her an onunla olduğu, sınavın ve onun yaşattığı acılardan uzak bir dünya nasıl tercih edilmez ki? Lakin duygudaş olmak gerekirse, bu adil olmayan sahiplenmenin kendine göre getirisi ve götürüsü de var. Her mükemmelin yerle bir olduğu depremler, savaşlar, afetler bu yaşamı yerle bir edebiliyor sonuçta. Böyle olunca almak ne kadar hoşsa, vermek de insana hoş gelmeli dedirtiyor. Köyler, ne kadar büyük çapta olursa olsun bu olağanüstü doğa olaylarında bile dimdik ayakta ve insan gibi yaşamanın ahlaki ve vicdanı yanında yediğinin içtiğinin doğal olması ile insanı insan yapan yaşamı sunuyor. Şehir yaşamına göre pek rahat olmasa da, her an ağır işçilik sunsa da, sağlık ve huzuru, dostluğu ve kardeşliği yaşatması cazip oluyor.
Yükselen lüks rezidansların içinde, hiç bir komşu birbirini tanımıyor, birbirini görse selam vermiyor, iyi-kötü hallerini bilmiyor, yardımlaşma sıfır! Hani dertleştiğinde onu dinleyecek, sevgisini hissettiği bir insan omzunu ve sırrını söylediğinde güvenecek dostu bulamıyor. Sanki şehir yaşamı yediklerinde ve içtiklerinde alıştığı inorganik ürünlerin tadını yaşamına nakşediyor. Köyde çalışıp da bedenini cilalandıran insanlar, şehirde spor yapmakla bile aynı duygu ve hissi yaşayamıyorlar. Bu yüzden akşam eve geldiklerinde yorgun ve dinlenmeyi arzu ettikleri, çok uyudukları zaman dinlendikleri hissi ile yaşamlarını bilinçsizce harcıyorlar.
Çok para kazanmak mı, yoksa çok çalışıp bedenen üretmek mi arasında ki uzaklığı şehir-köy ilişkisinde görebiliyoruz. Para rahat yaşamı satın alırken, doğal yaşam ise organik ürünler ile sağlıklı olma tercihini en ucuz yoldan insana sunuyor. Üstelik yaşlılık hastalıkları olan Parkinson ve Alzheimer gibi hastalıklar köylerde nadir görülüyor.
Hani şehir yaşamını boş ver, herkes köyde yaşasın mı diyorsun diye sesler duyuyorum. Tercih sizin, on beş gün yaylaya gitmekle sadece bir nefes alıyorsunuz, vücudunuz da nefesiniz de hala şehrin etkisinden çıkmıyor. Hem şehirde yaşayım hem de yanıbaşım da orman bulunsun demek mümkün değil. Her tercihin artısı ve eksisi var ancak ne kadar eksi olan yönleri de olsa köy doğal bir yaşam alanıdır.
Saygı ve sevgilerimle,
Saffet Kuramaz