Karlar
eriyor
Eridikçe
çağıldıyor...
Hayat
akıyor,
Kar soğuğu
yakıyor!
Kaf dağını
aşıyor Simurg... Leyla Mecnunsuz, Aslı Keremsiz… Çöl kumları savruluyor
Yakan güneş
değil, aşksızlığın ve doyumsuzluğun sonucu değil mi bu?
Üzen
mevsimler değil, zamana modüle edilmiş kısır döngüler...
Tut
tutabildiğince eylesin diye hasret orucu
Kim tutmuş,
her anda olur gölgeler...
Ne boyuna
göre ne enine göre şekillenir... Kimliksiz gölgeler işte...
Ne ruhu var
ne bedeni...
Hayaller
teselli versin diye Simurga bağlanmış çabanın ucu, gölgeyi güden çoban misali..
Ağıt
damlaları mağara dikitleri gibi, dondukça aldığı şekiller baş döndüren
güzellikleri sergiliyor
Güzellik
işte, gölgenin güzelliği mi olur ki?
Hangi
mağarada, hangi baraka da, hangi dillerde yalama... Yaşanmış gölgelerde efsane
olmuş, acıklı ve doyurmayan hatırlanış gibi
Yık desen
yıkılmıyor, as desen asacak ip yok... Çığlıklarını duyacak alıcı, uzayda neye
benzer ki... Gölge ne görür, ne duyar ne de sever...
Bir giz bile
değildir... Kime ışık dokunsa sonsuza uzanır en uç noktası...
Yokluk yoksa
gölgenin kendisi mi? Hangi aşkın dizgelerinde makinanın kodladığı ve uzaya
giden boyutsuz bir sarmal mı?
Eylül
diyoruz sararıyoruz
Nisan
diyoruz ağlıyoruz
Temmuz
diyoruz aşkı yakar sanıyoruz
Dedikçe,
değişiyor lehçe... Bu sefer aynı deyişi anlamayan başkasına iletiyoruz...
Deyiş
gölgeleniyor... Etrafında donmuş tomurcuklar, geçen seneden kalma sararmış bir
yaprak gibi, saklanmış bir tılsım, belki teselli...
Zaten gelsin
dediğimiz her bekleyiş bir ölüm değil mi, gölge alıp götürüyor, uçuyor
ötelere...
Gölgeler hiç
ölmüyor sevgili... Ölmüyor.
Saffet
Kuramaz