...
Doyuma ulaşmak, heyecanı yitirmek… Bu dünyada verilen hiç bir şeyden mutlu olmamak… Para mı, saray mı, makam mı, şöhret mi, çocuk mu… Bu ve buna benzer ne çok şey bana bir süre misafir oldular. Sonra yanımdan çekip gittiler. Tekrar elde etmek bu saatten sonra ne fayda verecek ki bana. Emanet işte, elinden kayıp gidiyor. Her gelen de aynı emanet ve çekip gidecek… Eğer benim olmuyorsa, benimle kalmıyorsa, beni daha da yalnızlığın içine bırakacaksa bunda ısrarımın ne anlamı var ki? Gidiyor, akıyor, esiyor… Dokunduğunu bir anlık meşgul ediyor. Arkasında kuraklık, arkasında çöller, arkasında iletişimsizlik, arkasında yalnızlık… İnsan onlar giderken arkaya bakmaya korkuyor. Aynalara baksam onlardan hatıra oburluk, şekilsizlik ve yaşlanmışlık kalıyor. Beni terk etmeyen bedenim değil, ruhun ta kendisi…Madde sürekli şekil değiştiriyor ve kimyanın içinde boyanıp duruyorum. O boyanın rengini konuşuyor bazıları. Şunu beğendim bunu beğendim diyorlar. O renge bu renge bakmakla mutlu olduklarını sanıyorlar. Aynanın karşısına geçerek bu renkleri yüzlerine işliyorlar. Başkasının tenini taşır gibi, başkasının duygularını taklit eder gibi, başkasının filmini oynar gibi…
Gözlerimin gördüğünü düşünüyorum her insan gibi… O renklerin harmonisi doğaya baka baka vakit geçiriyorum. Akan ırmaklar, sonu belli olmayan denizler ve onun suyu sanıp açtığım musluktan yüzüme çarpıyorum. Gerçekten bir anlık ferahlıyorum. Sonra nedense yüzümü de siliyorum. O su bedenimi temizledi diye…Bakınca hayran olduğum, suyuna dokunmak için uzun mesafeler kat ettiğim o denizin suyundan kurtulmak için kurulanıyorum işte. Varması zahmet, aşkı hep meşgul ederken. O gözlerin gördüğü denizle, suyunu çarptığım suyun farklı olduğunu bana inandıran hisler… Gerçekten gözler ne görüyor, yahut görmek istiyor ki? Hiç gizi görmeyenden farkım mı var ki, eğer o deniz suyuyla musluk suyunu ayrı görüyorsam. Dokunmak aynı ama gördüğüm farklı…Yayıldığı boyut, hafızamdaki soyut arasında gel gitler. Şimdi bundan bir anlam mı çıkarmalıyım. Araştırıp, günlerce onunla meşgul olup, ömrümü buna mı harcamalıyım?
Benden, benim yaşımdakinden baktıkça değiştiğim, değişime uğradığım nedir ki? Bu hedefsizlik, doyumla ortaya çıkan yokluk bana neyi hatırlatmalı ki? İnanın bu dünyada hiç bir şey şu anda beni mutlu etmiyor. Hani birine rastlasam, geçmişi , ortak dostları konuşsak, hatalarını yahut başardıklarını ortaya döksek, mutlu olabilir miyim? Kimilerinin bu dünyada put ettiklerini konuşup, uçabilir miyim? Hani sonunu gördüğüm, peşinden gittiklerinde sonu hata olacak, acı verecek ve onu kaybetmemek adına bir paylaşıma razı olabilir miyim? İşte, falanca şunu yapmış, yahut falanca altın madalya kazanmış, yahut falanca spor takımı falanca takımı yenmiş… Hep adına zafer dediklerimin ne anlamı var ki? Sürekli bunun peşinde koşup, konuşmaktan haz alıp, bir yere sığdıramadıkları alkışlar, övgüler…İnanın bana bir ifade etmiyor. Hep aynı şeyleri tekrar etmek, aynıların tekrarı ile beni aynı yere mıhlayan zavallılığı nasıl kabul edebilirim ki? Hani kaybetmekten korkup, hani ayıp olmasın diye ne söylediyse dinlemek… Bir insan sesi mi kuş sesi mi, tekrarlanıyor aynı nakaratlar! İnsan denince, her an öğrenen biri olmalı, yılan gibi bu öğrendiklerinden, yaşadıklarından sonra derisini atmalı ve yenisiyle bir süre eğlenmek… Hani yeni elbise alan, bayramlığını giyerek sokakta hava atan…Bir çalım atmak var ki! Hani o elbise, o deri eskiyecek yine de… Alacaksın yenisini ve yine sokağa fırlamak! Mesele elbise de mi o elbisenin içindeki mi? Attım elbiseyi, çırılçıplak sokağa çıktım, hani desem de çıkabilir miyim, hayır! Bunu yapmak bana heyacan da vermez ki? İşte bu toplumda doğmuşum, saçlarım, sakalım, giyimim şöyle böyle olmalı, aklım başımdaysa buna uymalıyım. Yoksa bir derviş, bir deli, bir acayiplik toplumu gerer. Benim isteklerim başkasına zarar verir. Neden yaptığını yahut tasdik ettiğini bilmeyen bir davranışın ayaklanmasıdır bu. Tıpkı darbeleri alkışlayan, çaresizce bir delinin peşine düşen ama deli olduğunu kabul etmeyen kalabalıklar gibi… Ya bu dünyada neyi elde etsen seni doyurur ki? Yahu bu seçiminden zarar görecekler, bir süre sonra geçince zarar verdiklerinde sana zarar vermezler mi? İşte delinin tarifi de bir başka anlayışa itiyor beni… Hiç bir şey beni doyurmuyor artık. Bana doyurucu bir şeyler önerin lütfen… Neyi elde etsem bende kalacak… Hissedince heyecanı hep taze kalacak… Ben ne sigara, ne içki ne de uyuşturucu ile bir ömrü yok etmek istemiyorum. Yaşadığım hayatın manasını hissetmek ve israf etmeden doymak istiyorum. Bana bu dünyanın malzemeleri ile gelmeyin. Fakirliği, açlığı, zalimi anlatmayın… Bunlar benim meselem değil…. Herkesin tercihi kendisini bağlar. Ben mutlu değilsem başkasını mutluluğu beni mutlu etmez ki, acısı da?
Bir açmazın içindeyim. Hani müzik bile, dans bile, kutlamalar bile bana ilaç olmuyor. İlaçlarda sonuçta bir yere kadar, kullandıkça içimde ki derde çare olmayacak kadar sonraki acılara tesir etmiyor. Benim ruhumda sorun var sanırım. Ruhum kapısından içeriye girsem hiç fena olmayacak. Bu da haydi Marsa gidelim gibi bir şey. Mekan o kadar çok zaman alıcı ki? Bunu anlamaya ömür mü yeter, mecal mı bırakır ki? Ruhun içinden ta yokluğa kadar varabilsem, onunla konuşabilsem… Ne istiyorsun kardeşim desem. Bu kadar sıkıntıyı neden bana veriyorsun desem. Bu da bana ulaşılmayacak bir hayal gibi görünüyor. Bedenden bir dışarı çıkıp, ruhumla dolaşabilsem. Gerekirse yine bedene girebilsem. Varsın ruhum bir anda Marsa ulaşsın, nefese ve gıdaya ihtiyaç olmayacak böyle olursa. Kim yapmış ki bunu, ölmeden ölmeyi gerçekleştirmiş ki? Öyle bedenden zırt pırt çıkmak ve tekrar içine kurulmak sonrada yaşadıklarımı uzun bir oturuş içinde tekrar yaşayarak düşünmek… Tıpkı Miraç olayı anlatınca Peygamber, dinleyeleyenlerin ona deli diye bakmaları gibi bir şey bu… Bu beni doyurur mu? Elbette Bir’e varan ve aşkı yakalayan için bu kalıcı bir doyumsuzluk olur. Bu aşk nerede? Benim bu değişimi acilen yaşamam gerekiyor. Varlığımı gerçek bir aynada görmek, dünya tütsülerinden, yerçekiminden, yemek-içmekten kurtulmam gerekiyor. Bu aşk ile olur… İlahi aşkı yaşamakla işte! Ben bunu istiyorum. Varlığımı Rabbimin huzuruna dökmek ve Onun rızasını ve öğütlerini tastamam yaşamak! Ben artık bu dünyanın gerçeğinden uzağım. Başka bir Marsa, teslimiyete gidiyorum… Bu yolculuğa hazırlanmalıyım astronotlar gibi… İyi bir eğitim ve ibadetle… Şükürlü teslimiyetle….Dilimden çıkan kalbimin ötesine geçmeli. O kalp yaşaması gereken aşkı yaşamalı. Ben bu aşkı ondan hep mahrum ettim. Yol gösterdiler, hep emanet fikirleri dinledim ve uyguladım ancak o kalp bunlarla darbe yedi. Kalp hiç bir zaman doyuma ulaşmadı. Ona borcumu öderken bende heyecanın merkezinde yaşamalıyım. Ona bunu yaşatmalıyım. Artık dudağım değil kalbim konuşmalı… Başka bir çarem de yok!
Saffet Kuramaz