FARAŞ

              Bir erkeği tanımanın yollarından birisi de halı sahadır.

1-Defansa geliyorsa yardımsever, gelmiyorsa umursamaz olabilir.

2-Değişmeli olarak kaleye geçiyorsa fedakar, geçmiyorsa baskın bir yapısı olabilir.

3-Paslı oynuyorsa uyumlu, oynamıyorsa bencil olabilir.

4-Çakılı defans olarak oynuyorsa görevine sadık, oynamıyorsa daha serbest olabilir.

5-Kaleye geçtiğinde eldiven takıyorsa tedbirli, takmıyorsa kendine güveni yüksek olabilir.

6-Gol attıktan sonra abartılı seviniyorsa toy, üsturuplu seviniyorsa olgun olabilir.

7-Gol yedikten sonra kızıyorsa agresif, kızmıyorsa boşvermiş olabilir.

8-Telleri kullanabiliyorsa cin fikirli, kullanmıyorsa daha gerçekçi olabilir.

9-Kurallara uyuyorsa adil, uymuyorsa hileci olabilir.

10-Faul yapma konusunda çekiniyorsa dikkatli, bodoslama dalabiliyorsa dikkatsiz olabilir.

11-Ağzında sigara ile oynuyorsa keyfine düşkün, içmiyorsa sağlığına dikkat ediyor olabilir.

12-Oyundayken ağzından çıkan her cümle onun karakterinin bir başka yansıması olabilir.

             Bu kadar detaydan sonra Efe’ye bir göz atalım. Anasınıfına gidiyordu. Kırlangıçlar sınıfındaydı ama o Baykuşlar sınıfında olmak istiyordu. Anasınıfındaki renk renk sayılar, mevsimler panosu, güneş sistemi, boyama kitapları, harf tabloları, oyuncak bebekler onun ilgisini faraş kadar bile çekmiyordu. Eline aldığı faraşı bir o yana bir bu yana kılıç savurur gibi sallardı. Bu esnada kendini o kadar kaptırırdı ki ‘’senin o pis ruhunu temiz bedeninden ayırmaya geldim’’ derdi. Faraş elinde olmadığı zamanlar oyuncak bebekleri birbiri ile dövüştürürdü. Hatta ileriye gittiği zamanlarda erkek arkadaşları ile güreşirdi. Hocaları zor ayırırdı. Aykırı bir çocuk olacağı o zamandan belliydi.

           Çok hızlı koşuyordu. Çok enerjikti. Aklı fikri oyundaydı. Oturduğu yerde durmuyordu. İlkokula başladığı zaman öğretmeni ailesine bu çocuk hiperaktif olabilir doktora gösterin dedi. Efe’yi iyi tanıyan annesi ‘’Onun sadece enerjisini atmaya ihtiyacı var, doğuştan guduruk bu çocuk, belki de spora yönlendirebiliriz’’ dedi.

           Efe şanslıydı, bilinçli bir ailesi vardı. Buna şans mı denir kader mi bilemem. Başka aile doktora götürseydi belki de hiperaktif tanısıyla ilaca başlayabilirdi. Muhtemelen enerjisi düşecekti. Enerjisini başka yollardan arttırmanın yolunu arayacaktı. Belki otçu hapçı balici bile olabilirdi. Ama öyle olmadı. Yıllar geçti, Efe lisanslı bir boksör oldu. Çocukken oyuncak bebekleri dövüştürürdü. Artık bizzat kendisi dövüşüyor.

KOYUN

            Sevgili ama Bir O Kadar Vefasız Arkadaşım Recep

            Telefonlarımı açmadığın, mesajlarıma cevap vermediğin için ben de eski bir yöntem olan mektuba başvurayım dedim. Başkası olsa çoktan silip atmıştı seni belki ama benim gibi sevgi dolu bir arkadaşın var kıymetini bilmiyorsun gibime geliyor. Neden böyle yapıyorsun diye sorduğumda ise ben böyleyim deyip geçiyorsun. Duygusal yönden odun olduğunu artık kendine itiraf etmen gerekiyor. Gerçi seni temiz bir dayak kendine getirir, elindekinin kıymetini anlarsın ve şükredersin eski haline ama abi yüreği kıyamıyor işte.

          Beni soracak olursan bir inişli bir çıkışlı devam ediyorum. Enerjim düşük olursa evlat olsam sevmiyorum kendimi ama enerjim yüksek olursa çok şekil şükül şukela davranabiliyorum. Kendimle ilgili sorulara da yanıt buldum. Artık kendimi meyve ağacı olma yoluna adadım. Nasıl ki meyve ağacı hem meyvesiyle hem gölgesiyle hem gövdesiyle hem kökleriyle hem dallarıyla hem yaprağıyla faydalıysa ben de bilgimi, bedenimi, tecrübelerimi, eserlerimi, kazandıklarımı ve fikirlerimi paylaşma yolunda ilerliyorum. Bu yolda çok kişiyle tanıştım. Çok kişinin sorununa çözüm olmaya çalıştım. Çok kişiye yol göstermeye çalıştım. Yine de hala karadelik gibi enerji emen insanlara çözüm bulamadım.

           Senin de işlerin yolunda, zihnin açık, bedenin sağlıklı, huzurun ve keyfin yerindedir inşallah. Çok ihmal ediyorsun şu güzel kardeşini abicim. Arayı fazla uzatmayalım. Olur da beni arayacak olursan  ertesi gün ilk iş koyun bakmaya gideceğim. Kurban keseceğim. Selametle…

ORALET

Çağdaş: Bak ne diyeceğim Bülent, arkadaşımın resim sergisi var oraya mı gitsek?

Bülent: Ya Çağdaş gel gidelim kahveye işte. Tuncay ve Nihat’ı da ararız ,uygunlarsa gelirler, 101 atarız.

Çağdaş: Arkadaşıma uğrarım diye söz verdim sen aramadan önce, gitmezsem ayıp olur. Hem sana da değişiklik olur. Hem söz, oradan çıktıktan sonra kahveye de gideriz.

Bülent: İyi tamam gidelim.

Bülent: Çağdaş nereye geldik biz böyle abi? İçeride bir sürü fularlı var, bazılarının içmese de ağzında pipo var, tek cam gözlüklü adam bile gördüm.

Çağdaş: Haha monokl onun adı. Dedim sana değişiklik olur diye. Rahat bırak kendini, ortamın tadını çıkar. Etrafı dinlemeni tavsiye ederim. Keza bu fularlılar çok ilginç konuşuyor. Resimlere de bakmanı isterim, ne anladığını söylersin.

 Fular1: Ressamın tükenmişlik sendromunun pessimist avantgart bir izdüşümünü yorumluyorum, sen?

Fular2: Pitoresk olamayacak kadar bohem, grotesk olamayacak kadar marjinal bulduğumu söylüyorum.

Bülent: Bunu nasıl yorumluyorsun Çağdaş?

Çağdaş: Burada bir öfke var, baksana şu kırmızı ve siyahın uyumsuzluğuna.

Bülent: Daha çok ergen isyanı gibi…

Fular3: Resim ontolojik konseptte spontane varyantların olabileceğini gösteriyor, sence?

Fular4: Liberal ve seküler tümevarımların varoluşsal coşkulanımlarını hissedebiliyorum.

Bülent: Sence bu ne anlatıyor Çağdaş?

Çağdaş: Baksana şu çizgiler ve renklerin anlattıklarına, düzenin içindeki karmaşayı anlatıyor.

Bülent: Daha çok öğrenci evi gibi…

Fular5: Tam bir hezeyan, tam bir dejenerasyonun depresyona angaje olabilmesi durumu var resimde.

Fular6: Diyalektik sürecin her paradigması tarafından dekonstrüksiyonu beni irrite etti.

Bülent: Bu ne allasen Çağdaş? Bu son olsun, gidelim artık.

Çağdaş: Olur gidelim. Ben de tam anlam veremedim. Görmek istemeyene her yer karanlık der gibi…

Bülent: Tıpkı at gözlüğü gibi…Gidelim artık. Bugünlük bu kadar değişiklik yeter. Burada sıcak şarap içeceğime kahvede oralet içerim.

KABAK ÇİÇEĞİ

             Adem tutucu ve küçük bir ilçede büyümüştü. Çevresinin yanlış diyeceği eylemleri gerçekleştirme fırsatından uzak büyümüştü. Halbuki neye göre kime göre yanlış? Deneyim sahibi olmadan fikir sahibi olmak ne kadar doğru? Denemeden ne kadar fikir sahibi olabilirsin? Bu gibi sorulara cevap bulmak istiyordu Adem.

              Bazı insanlar vardır hayatı uçlarda yaşayan…Bu kişilerin gülüşleri haykırma şeklindedir. Sitcom dizilerin kahkaha efektine adaydır. Hareketli şarkılarda kalkar bir anda oynamaya başlarlar. Hatta konuşurken öyle kaptırır ki kendini ağzından tükürükler saçar. Adem de bu kişilerden ama biraz farklı tarafından…

             Yurttan arkadaşı Melih Adem’in sorularına cevap olacaktı. Daha ilk günden Adem’in kabak çiçeği olduğunu fark etmişti. Tek yapması gereken nazlansa bile ısrar edip gece kulübüne gitmeye ikna etmekti. Adem başta günah dedi. İçki vardı. Kızlı erkekli dans ediyorlardı. Ecnebi rock müziği vardı. Kıyamet koparsa bu yüzden kopacak dedi Adem. Yine de gittiler.

              Neon ışıkları Bob Marley, Kurt Cobain ve Jimmy Hendrix resimlerinin üstünde asılıydı. Işık neredeyse her yerden yansıyordu. Adem’e göre her duvarda seks çağrıştıran bilinçaltı resimler vardı. Sanki sabah iş veya okul yokmuşçasına insanlar deli gibi eğleniyordu yada eğleniyormuş gibi görünmeye çabalıyordu. Ortam mini etekli kız ve uzun sakallı erkek doluydu. Sahnede Güneş isimli grup vardı. Grup rock müzik yaparken aynı zamanda saksafon ve keman da kullanıyordu. Coşturma konusunda çok iyiydiler. Her şarkının bitiminde delicesine tezahürat yapılıyordu.

            Adem daha şaşkınlığını üzerinden atamamışken Melih elinde 2 şişe bira ile geldi. Adem önce günah dese de Melih’in iç işte gevşersin demesiyle karşı koymadı. İlk yudumda bir tiksinti gelse de devamıyla birlikte bir tat gelmişti Adem’e. Kafası güzelleşmişti. Delicesine müziğe kaptırmıştı kendini. Dans etmeye başladı bir yandan. O kadar coşkulu dans ediyordu ki herkes dönüp ona bakmaya başladı ve tezahürat ediyordu. Müzik bittiğinde Adem haykırdı:

-Batıdan doğ Güneş!

 

 

KREDİ

-Merhaba ben Aslı, nasıl yardımcı olabilirim?

-Çok şükür sonunda sıra geldi.

-İşleminiz neydi, nasıl yardımcı olabilirim?

-Şimdi benim bu kayınço olacak şerefsiz var bir tane, benim buna adam bile demeye dilim varmıyor neyse konumuz o değil, bir gün oturduk karşılıklı içiyoruz bu şimdi uzakta çalışıyor memur olduğu yerden tayin oldu memlekete tekrar döndü diye kutlama yapıyoruz, gerçi aile meselelerini anlatmak ne kadar doğru bilmem ama nasıl anlatsam bilmiyorum.

-Anlamadım.

-Anlayacaksınız, benim bu kayınço için yapmadığım kalmadı. Kpss kursuna gidecekti, yazdırdım. Araba alacaktı, gittim bizzat galerici arkadaş ile tanıştırdım. Hasta oldu hastanede yattı, gecenin bir yarısı ilaç lazım oldu gittim nöbetçi eczaneden aldım götürdüm hastaneye. O ne yaptı? Buselerle, Selinlerle, Çağlalarla gününü gün etti diskolarda. Gittim mekanlardan toplayıp geldim babası duymasın diye. Arada ablası olmasa ben yapacağımı bilirdim de…

-Beyefendi, anlatamadım galiba, benden tam olarak ne istiyorsunuz?

-Şimdi kayınço evlenmeye niyetli, tam da kendi gibi kırık birini buldu. Tencere yuvarlandı kapağını buldu yani anlayacağınız. Bu haberi de içtiğimiz gün söyledi. Ben de çakırkeyif halimle tamam len düğününü ben yapacağım dedim. Sonra ayılınca aklım başıma geldi. Meğer büyük hata etmişim. Hangi kayınço borcunu ödemiş bugüne kadar? Siz de bilirsiniz ki genelde görümceler evde kalır, kaynana arkadan çekiştirir, yengenin işi gücü fitnedir, bacanak kardeş yarısıdır, kayınço da borcunu ödemez.

-Benden tam olarak ne istiyorsunuz beyefendi?

-Erkekliğin kuralıdır, verilen sözden dönülmez. Baktım bende para yok, bankaya geldim. Şöyle uzun vadeli az faizli bir kredi seçeneğiniz var mı?

ANKET

10 kişiye sorduk, dünya bizi kıskanıyor mu?

Türkçe öğretmeni: Daha bağlaç olan -de ile ek olan -de’yi ayıramayanlar var. Bu hali kıskanıyorlarsa gözler kör kulaklar sağır diller lal olmuş. Diyecek fazla söz yok.

Doktor: Teşhis basit. Renk körlüğü. Bu kadar tozpembe görmenin başka açıklaması yok.

Berber: Uzun saçlı uzun sakallı gezmek modaysa amenna ancak ben bu adamların parasızlıktan berbere gelmediğini düşünüyorum. Vaziyetler bu şekilde.

Minibüs şoförü: Mazot yaklaşmış 7 TL’ye. Depoyu dolduramıyorum. Tarife açık ve net olmasına rağmen pazarlık yapanlar da cabası. Hadi bekleme yapma yolum uzun.

Kahveci: Adamın ödeyeceği iki buçuk lira onu da ödememek için kırk takla atıyor. Durum ortada, daha da konuşacaksan alırım elime ıstakayı.

Kuaför: Ne zamandır boya yapmıyoruz, meğer evde boyayıp geliyorlarmış. Düğün söz nişan kına olduğunda ise bir pazarlık yapıyorlar sorma gitsin. Bunları mı kıskanıyorlarmış?

 Bankacı: Yıldım artık borçları yapılandırmaktan, onu da zamanında ödemiyorlar. Borç yiğidin kamçısıdır sözünden gına geldi.

İşsiz: Abi benim neremi kıskanacaklar söyler misin allasen? 3 dil biliyorum ,yüksek lisans mezunuyum hala boştayım. Ben daha dünyayı kıskanıyorum bu adamlar nasıl bu halde diye.

Esnaf: Eskiden buralar cıvıl cıvıldı şimdi kuş uçmuyor. Bu hali kıskananlar varsa gelsin çayımı içsin, hem içerde yeni ürünler var, alacak olurlarsa bir güzellik yaparız.

Memur: Bu iş benim yetki alanımda değil. Müdür beyin odası koridorun sağında. Ayrıca o işe Ankara bakıyor.

AKÜ

               Bazı adamlar vardır, tam yerinin ve zamanının adamıdır. Ağır yük taşınacaktır, gönüllü olarak olaya el atar. Arabanın aküsü biter, vurdurulacak olur hemen çıkagelir. Kavga çıkar meydanda, ağzında sigarası ile ayırmaya gelir. Hayri de o adamlardan biriydi.

               Bazı kadınlar da vardır, kelimenin tam anlamıyla heves kırıcılardır. Ev alacaksındır, hemen o bahsettiğin evin kusurlarını saymaya başlar. Tatile gideceksindir, yine o bölgenin kötü yönlerinden bahseder. Biriyle tanışmışsındır ve  sevmişsindir, onun hakkında ilk aklına gelenler kötü çağrışımlar olur. Arzu da o kadınlardan biriydi.

             Hayri arkadaşlarıyla mangal yapmak için pazara alışveriş yapmaya gitti. Mangallık kömürü, tavukları, patlıcan biber domatesi Hayri seçecekti. Mangalı da Hayri yakacaktı. Yerinin ve zamanının adamı olmak bunu gerektirir.

             Arzu ise cafede kız arkadaşları ile kahve içiyordu. Dedikodu konuları ise arkadaşının Hayri ile olan ilişkisi üzerineydi. Arkadaşının sözü bitince Arzu direk atladı:

-Hayri sana ne vaat edebilir? Benim bildiğim Hayri’nin adam gibi bir geliri bile yok. Hayri seni ne kadar mutlu edebilir? Hayri’nin ağzı var dili yok. İki güzel laf söylemeyi bile beceremez. Hayri seni ne kadar taşıyabilir? Bence yol yakınken vazgeç, sen daha iyilerini hak ediyorsun.

            Tüm kötümserliği ve heves kırıcılığı ile Arzu iş başındaydı. Ancak arkadaşı Arzu’yu dinlemedi. Hayri’nin beyaz atlı prens olmasına gerek yoktu. Hayri iş bitiriciliği ile göze girmişti bir kere. Hayri’nin mutlu bir evliliği oldu. Arzu da kudurduğuyla kaldı.

 

NUH

                Mithat gece geç vakit parkın önünden geçiyordu. Gençlerin oluşturduğu bir grup, teneke içinde ateş yakmış, banklara oturmuş, gazeteye sarılı kutulardan bira içiyorlardı. Epey de gürültü ediyorlardı. Mithat önce seslenmek istemedi. Sonra çevre apartmanların ışığının yanık olduğunu fark etti. Bunlar yüzünden uyuyamıyorlar galiba diye düşündü. Sakince gençlerin yanına gitti. Usulca:

-Gençler sizin yarın işiniz gücünüz okulunuz yok mu, ne bu böyle bu saatte?

              Gençler biranın etkisinden iyice gevşemişlerdi. Mithat’ın sözlerini duyunca önce birbirlerine baktılar sonra içlerinden yaşı en büyük olan, en öne çıkan ve en ayık olanı söze girdi:

-Bizim de rahatlamaya ihtiyacımız var be abicim, ayrıca bu ortamın tadı bir başka. Karışma postmodern spiritüel yaşam tarzımıza.

              Gençler hep bir ağızdan güldüler. Mithat sinirlenmeye başlamıştı. Ses tonunu arttırarak:

-Sizin gece gece bu yaptığınız düpedüz terbiyesizliktir, edepsizliktir, ahlaksızlıktır. Bakın Lut kavmine, Ad kavmine, Semud kavmine, Nuh kavmine. Uyarıcıları dinlemediler, büyüklendiler ve sonunda helak oldular. Siz de bu gidişle helak olup şu tenekede yanandan daha kızgın ateşe gireceksiniz.

               Söz sırası gençlerdeydi:

-Abi ne içiyorsa ben de ondan istiyorum.

-Bu kafayı yaşamak için milyon verenler var.

-Bu adam din kursa müridi olurum lan.

-Kırk yıllık hocayım, böyle vaaz görmedim.

-Sabah namazı kaçta okunuyor?

MELİS’E

               Ne zaman nerede nasıl hayatıma girdin hala aklımda. Liseye yeni başlamıştık ve okulun ilk günüydü. Sen güzelliğin ile ilgiyi üzerine çekebiliyordun. Benim tipim ise Hakan Taşıyan’dan halliceydi. Sen Audi A3 gibiydin, ben ise Doğan slx gibiydim. Sen Starbucks frappacino isen ben de kahvede oralettim.

                Bu hayatta en mutlu olduğun an nedir diye soracak olursan o da senin yüzündeki gülümsemenin sebebi olduğum zaman diyebilirim. Hala hatırlarım yılbaşı için hediye çekilişi yapılacaktı. Ben ise sana hediye almak istiyordum ve kurada bana sen çıktın. Sen biraz yüzünü buruşturur gibi oldun ama belki de ben yanlış anlamışımdır diye düşündüm. Ne kadar şükretsem azdır.

              Büyük gün geldi. Herkes birbirine kolayından hediyeler almıştı. İsim yazılı bardak çoğunluktaydı. Sıra bana geldi ve ben senin için kendi ellerimle işlediğim toplu iğnelerin başıyla yaptığım papatyayı sana  verdim.2 saat 50 dakikamı almıştı bunu yapmak ama söylemedim. Sanki bunu bilinçaltında anlamıştın. Çok sevindirik oldun ve geldin bana sarıldın sımsıkı. Aldığım en güzel hediye dedin. O gün mutluluktan uyuyamadım.

             İnsanoğlu doyumsuzdur. Hep daha fazlasını ister. İçe kapanık olduğum doğrudur. Bu yüzden fazla arkadaşım yok ve insanlara kolay kolay yaklaşamıyorum. Sana yaklaşabilmiştim. Ben senin gülüşünün  sebebi olmak için türlü şebeklikler yaptım. Şimdi şimdi yaptıklarımın şebeklik olduğu aklıma geliyor. Zaten sen de gülmemiştin.

             İyi ki de sevmişim seni diyorum. Yıllar geçti aradan, yollarımız ayrıldı ve ben değiştim. Artık insanları bilinçaltı boyutunda etkilemeyi daha iyi başarır oldum. İçe kapanık da değilim eskisi gibi. Sen de tatlı bir anı olarak kaldın. Hem derdim hem çarem olarak…

ÇEKİRDEK

 

            Yoğun bakımda uyutuluyorlardı. Yeşil-mavi-kırmızı ışıklı cihazlar ile etrafları çevriliydi.  Doktorlar, hemşireler, teknikerler, hastabakıcılar hatta stajyerler etraflarında fır dönüyorlardı. Bakalım kim en önce servise çıkacak diye iddiaya girmişlerdi kendi aralarında bile.

          Cevriye, Lütfiye ve Hacer. Bu üçü birbiriyle öylesine sıkı sıkıya bağlıydı ki neredeyse ölüme bile birlikte gideceklerdi. Bu üç komşu birbirleriyle neredeyse 40 yıldır birlikteydi. Yeri geldi evde eksik olan mutfak malzemelerini paylaştılar. Yeri geldi birbirlerine çocuklarını emanet ettiler. Yeri geldi fazla pişirdikleri yemekleri çocuklar ile tabak şeklinde gönderdiler, o tabak da boş dönmedi hiçbir zaman. Yaz akşamları  bir gün Cevriye’nin bahçede, bir gün Lütfiye’nin bahçede bir gün de Hacer’in bahçede çekirdek alıp birlikte çitlediler. Evleri müstakildi. Zaten apartmanlarda böylesi komşuluk olmuyor. Tabi istisnalar kaideyi bozmaz. Birlikte havadan sudan konuştular, olan bitenden bahsettiler, geçmişe döndüler. Yıllar geçtikçe onlar yol su elektrik gibi, Mazhar Fuat Özkan gibi, Kestane Gürgen Palamut gibi olmuşlardı.

        Lütfiye’nin oğlan Sercan’dan bahsedeyim. Hırslı biri olduğu daha mahalle maçlarındaki oyun şeklinden belliydi. Kalenin dibinde pisburun şut çekerdi, herkesi çalımlamaya çalışırdı ve genelde başarırdı da ve kale boşken eğilir kafasıyla topu kaleye gönderirdi. Yıllar geçti, Sercan inşaat mühendisliği okudu ve okulundan dereceyle mezun oldu. Stajlarda da hemen göze girmişti. Daha okuldan mezun olmadan iş teklifi almıştı bile.

       Sercan için vicdansız diyemeyiz. Ancak azcık insafsızlığı vardı. Cevriye, Lütfiye ve Hacer’in evleri yıkıp yerine apartman dikeceğim dedi. İnsan en azından teklif eder. Sercan dikkafalılık yaptı. Çok tartıştı annesiyle ve komşu teyzeleriyle. Aynı günün gecesi üçü birden üzüntüden, kaygıdan ve sinirden olsa gerek beyin kanaması geçirdi. Gerçi üçünde de hipertansiyon vardı ama konumuz o değil.

       Sercan çok üzüldü. Bütün bunlara ben mi sebep oldum acaba diye düşündü. Yoksa vakitleri gelmiş miydi? Vakitleri gelmişse bile arsa sahibi mirasçılar ile anlaşması o kadar zordu ki…Sercan vazgeçti apartman dikme işinden. Ne büyük rastlantıdır ki bu kararı aldıktan sonra üçü birden aynı gün iyileşti. İddiayı da kazanan olmadı.

SES

      Selahattin Dayı kahvede arkadaşları ile okey oynarken birden sesler duymaya başladı. Kısık sesli biri kendi adını sesleniyordu. Etrafına bakındı Selahattin Dayı. Oynama sırası ona gelmişti ama Selahattin Dayının okeye olan dikkati kaybolmuştu bile. Yanlışlıkla per bozmuş oldu ama umrunda değildi.

       Aynı sesi uzun bir aradan sonra bir daha duydu. Euzübesmele çekti dışından yüksek sesle. Bahattin Amca da Euzübesmele bittikten sonra ‘’Şeytan taşlıyor sanki mübarek’’ dedi ve yan masalar dahil bütün duyanlar kahkaha attı. Oynama sırası yine Selahattin Dayıya geldi ve bu sefer de tam bitecekken oyunu bir tur daha uzatmış oldu. Yine umursamadı ama bir daha olursa bu sefer soracaktı hem kahvecilere hem de oyundakilere.

       Son oyuna gelmişlerdi. Tam oyunun ortasındaydılar. İki çift daha yaparsa oyunu vuracaktı Selahattin Dayı. Tam okeye odaklanmışken aynı sesi tekrar duydu Selahattin Dayı. Bu sefer duraksadı Selahattin Dayı ve etrafına sordu: ’’Siz de duydunuz mu Selahattin diyen birini?’’ Oyundakiler tek tek ‘’yok dayı duymadık’’ dediler. Kahveciyi çağırdı Selahattin Dayı: ‘’Oğlum sen mi seslendin bana biri seslendi gibi geldi. Kahveci: Yok dayı seslenmedim. Hem sen de bakayım bu seslenen kadın mıydı erkek miydi, çocuk muydu yetişkin miydi, ince miydi kalın mıydı, uzaktan mıydı yakın mıydı? Selahattin Dayı : ’’Bilemedim, galiba beni çağırıyorlar öteki taraftan, zaten yaşım olmuş 85’’ dedi. Bahattin Amca dahil kahvedeki herkes kahkaha attı. Bu sefer dikkati dağılmadı Selahattin Dayının ve çiftten bitti.

İLİŞKİ

Bir kadın adamın gelirine bakar.

Bir kadın adamın sağlık durumuna bakar.

Bir kadın adamın çevresine bakar.

Bir kadın adamın kültürüne bakar.

Bir kadın adamın zekasına bakar.

Bir kadın adamın sosyal statüsüne bakar.

Bir kadın adamın yakışıklılığına bakar.

Yine de hepsini bir arada yüksek seviyede bulamayabilir. Mantık evliliğinin hesabı kitabı yapılabilir belki ama gönül işlerinin hesabı kitabı olmaz. Olursa zaten adı aşk olmaz. Bazı kriterlerde yüksektir diğer kriterlerde düşüktür. Bazen öyle bir değer ön plana çıkar ki diğer hepsini unutturur. Ancak şu sorulmalıdır: Aşk her daim kudretli midir?

SOBA

              Uzun zamandır sol kolunun ağrısından duramıyordu Yılmaz Emmi. Hastaneye de gitmek istemiyordu. Oradaki hastaları görünce zaten bozuk olan psikolojisi daha da kötü oluyordu. Köyde yaşayan Yılmaz Emminin tavukları kısa sürede telef olmuştu tavuk vebası yüzünden. Canı o yüzden çok sıkkındı. Hem hastaneye gitmek için kış günü onca yolu tep, sabahtan kan verebilme ihtimali olduğu için aç karnına bekle, doktor ne zaman gelecek ve daha ne teşhisler koyacak?

           Köyde kahvede oturan Yılmaz Emminin yegane konuşacak konusu uzun zamandır sol kolunun ağrımasıydı. Psikolojisini de düzelten yakın arkadaşları da hep vefat etmişti. Yeni gelişme de olmuyordu uzun zamandır köyde. İnsanlar konuşacak konu bulmakta zorlanıyordu. O yüzden konuşmanın odağı Yılmaz Emminin koluydu. Zaman yavaş akıyordu kahvede oturunca. Ayrıca kuraldır, iş yapmayınca zaman geçmez bilmez.

           Yılmaz Emmi sonunda ikna oldu hastaneye gitmeye. Önce hesabını kitabını yaptı şu kadar yol parası şu kadar öğle yemeği şu kadarı da orada ne olur ne olmaz diye ayırdı parasını. Köyün mis gibi havasından sonra o hastane kokusunu içine çekmek hiç hoşuna gitmedi. Beyin ve Sinir Cerrahi polikliniğine gitmişti. Sıra Yılmaz Emmiye gelmişti.

            Sol kolunun çok ağrıdığını söyledi. Doktor uyuşma var mı yok mu, reflexler sağlam mı değil mi, elektriklenme var mı yok mu, duyu kaybı var mı yok mu kontrol etti. Boyun fıtığı için bütün belirtileri gösteriyordu Yılmaz Emmi. Ayrıca MR istedi. Ancak sol kolu ağrıdığı için kardiyoloji polikliniğine de gitmesini söyledi. Yılmaz Emmi  EKG çekildi. Sabahtan gittiği için avantajlıydı, aç karnına 5 tüp kan ve idrar verdi. Sonuçlar için öğleden sonra gelmesi söyledi.

              Kardiyoloji polikliniğine sonuç için giden Yılmaz Emminin ilerlemiş yaşına rağmen hiçbir sorunu yoktu. Doktor sen benden sağlamsın dedi. Tekrar Beyin ve Sinir Cerrahi polikliniğine giden Yılmaz Emmi kapıyı sol eliyle açıp kapattı ağrımasına rağmen. Doktor da bunu fark etti ve sordu:

-Solak mısın yoksa sağ mı kullanıyorsun?

-Bütün işlerimi solla yaparım ama yemeği sağ ile yerim, yoksa şeytana yediriyormuşuz, köyün imamı öyle dedi.

-Şimdi anlaşıldı, evin sobalı mı?

-Kış günü soba olmadı mı olmuyor, kemiklerim ancak sobayla ısınıyor.

-Soba kovası indirip kaldırmaktan fıtık olmuşsun sen.Sana ağrı kesici yazıyorum. Bunları kullan, MR çektir, sonucunu da çıkınca al gel. Soba kovası taşımayı da bırak. Yoksa ağrı daha da azar.

             Peki dedi Yılmaz Emmi. Bütün yolu soba için mi geldim diye düşündü. Aklına da gelmişti aslında sobadan dolayı olabileceği. Hor kullandığı bedeni bir gün zayıf düşecekti ve bu durumu öğreneceği zaman da gelecekti. Kalbim sağlam diye şükretti Yılmaz Emmi. Ağrı kesicileri de almadı. Akşam olmadan köyüne döndü. Dönerken eve klima mı taktırsam diye düşündü, sonra vazgeçti.

MİRAS

            Boyu devrilesice, yerin dibine batasıca, toprak alasıca seni şımarık seni serseri seni hayırsız evlat Muhittin! Seni oku diye gönderdik büyükşehire, sen ne yaptın? Esra Erollara bile çıkaracak duruma getirdin bizi. Ne diye tutmadım seni memlekette, ne diye belki akıllanır diye gaflete düştüm, ne diye bile bile lades oldum bilemedim. Sana da iki çift lafım olacak.

            Yediğin hangi nanelerden bahsedeyim? Arabamı kaçırıp kaza yapmandan mı, gece yarısı sarhoş halde karakollardan toplamam mı yoksa verdiğim harçlığı kumarda yemenden mi? Hiç mi akıllanmadın yaptığın onca terbiyesizliğe rağmen? Seni nasıl yola getirmeli diye düşünmekten kel kaldım. Arkanı toplamaya çalışmak da ayrı mesele, cezalar, özür dilemeler ve tazminatlardan bahsetmiyorum bile.

            Bana bak evladım! Başkasının evladı babasına gurur kaynağı oluyorken sen beni yüksek tansiyon hastası yaptın. Neyini eksik ettik de onun acısını çıkarıyorsun? Para istedin verdik, eve çıkacağım dedin bizzat taşınmana yardım etmeye geldim, okulu uzattın ses çıkarmadık. Artık yeter lan! Biz de insanız! Yediğin naneler yüzünden insan içine çıkamaz oldum. Kahvede Bahattin Dayının çocuğu olmamış, bana bakıp şükrediyor şerefsiz. Senin de son şansın, ya aklını başına toplar efendi adam olursun okulu bitirir iş bulur çalışırsın ya da reddi miras yaparım.

 

 

PERUK

 

Yeliz: Selam güzellikler.

Yonca: Selam canısı.

Pelin: Selam prenses.

Ebru: Selam bitanem.

Gözde: Selam canikom.

Yeliz: Toplanın kızlar bana siz lazımsınız.

Yonca: N’oldu ayol?

Pelin: Prensesimin neyi var?

Ebru: Ah kıyamam…

Gözde: Ay çatlayacağım anlat anlat.

Yeliz: Berke beni artık sevmiyor sanki kızlar. İlk günlerimizdeki heyecan gitti, yerine monoton bir ilişki geldi. Berke artık eskisi gibi romantik sözler söylemiyor, tatlı sürprizler yapmıyor ve uzun uzun yazışmıyoruz. Berke beni hala seviyor mu nasıl anlayabilirim?

Yonca: Günaydın mesajı atıyor mu?

Yeliz: Eskiden atardı, zaman geçtikçe atmaz oldu.

Pelin: En son ne zaman çiçek aldı?

Yeliz: İnan hatırlamıyorum.

Ebru: Elini tutarken içini titretebiliyor mu?

Yeliz: Eskidenmiş o güzel günler.

Gözde: Seninle birlikte iken başka kızlara bakıyor mu?

Yeliz: Hem de nasıl, bıraksalar gözünü oyacağım.

Yonca: Bir fikrim var kızlar. Berke’nin devamlı takıldığı bara gideceğim. Kılık değiştirip Berke’nin karşısına Gonca olarak çıkacağım. Peruk takacağım, lens kullanacağım, makyajımı abartacağım ki beni tanıyamayacak. Göz teması, saç oyunları, kollara dokunma derken bütün hoşlantı belirtilerini göstereceğim. Ondan da aynı işaretleri görürsem ve yanıma gelirse şıp diye damlayacaksın ve Berke şok Berke iptal Berke vefat!

Pelin: Kız sen ne şeytanmışsın da haberimiz yokmuş!

Ebru: Kırk yıl düşünsem aklıma gelmez böyle fikirler.

Gözde: Ayy Yonca sen suya götürür susuz getirirsin.

TENHA

             Bazı insanlar vardır. Sizin sabrınızı sınamak içindir. Ortak bir karar alınacaktır, hep benim dediğim olsun ister. Ciddi bir konu konuşulacaktır, çok geçmeden cıvıklaşır. Bilmediği bir konu olsa bile o konuya orasından burasından kıyısından köşesinden bir şekilde dahil olur. Ergün de o kişilerden biriydi.

           Ergün’ün çevresinde çok insan olmuyordu. Nasıl olsun ki? Bencil, cıvık ve çokbilmiş kişilere hangimiz dayanabiliriz uzun süre? Bir gün arkadaşlarından Cemil durumu diğer arkadaşlarına açtı. Bu herif bu gidişle yapayalnız tatsız tutsuz gereksiz biri olarak kalacak dedi. O zaman onu adam etme görevi sana düşer Cemil dedi diğer arkadaşları. Bilinen bir durumdur sözü açılan konunun üzerine kalması.

           Cemil Ergün’ü yalnız yakalamaya çalıştı. Ergün defalarca Cemil üzerinden cıvık espriler yapmıştı. Cemil’de peygamber sabrı vardı. Kalabalıkta artizlik yapanın tenhada affı olmaz sözüyle gözdağı vermişti her defasında. Telefon etmek istemedi. Yüzyüze daha etkili olur diye düşündü ve haklıydı da. Beklenen gün geldi. Cemil Ergün’ü köşede yalnız başına sigara içerken yakaladı ve kafasında kurduğu cümleleri tek tek söylemeye başladı.

Cemil: ’’Bak bakayım bana Ergün, senle erkek erkeğe konuşalım biraz.’’

           Ergün sigarasını içerken bir anda bu sözle irkildi. Sigarasından çekerken gözleri pörtledi. Sözlerin etkisini atlattıktan sonra:

Ergün: ’’Konuş erkeğim, yakaladın tabi tenhada şimdi sıra sende.’’

Cemil: ’’Ergün bu cıvıklıklarından arkadaşlar ve ben artık sıkıldık. Görmüyor musun cıvıklıkların, bencilliklerin ve çokbilmişliğin yüzünden yeni arkadaşların olmuyor, eski arkadaşların da senden uzaklaşmaya başladı. Yine de ben ve arkadaşlar senin için hala umutluyuz. Seni daha iyi bir noktaya taşımak istiyoruz. O yüzden senle konuşayım dedim.

        Ergün biraz düşündü ve Cemil’e hak verdi. Yalnızlık yüzünden bilgisayar oyunlarına, telefon oyunlarına ve playstationa vermişti kendini. İnsan içine çıktığında adamakıllı iletişim kuramıyordu. Arkadaşları da aramıyordu. Ergün’ün bu acı gerçekler karşısında morali bozuldu. Cemil bu bozuk moralin farkına vararak konuştu:

Cemil: ’’Ergün, hatasız kul olmaz. Hatasını tekrarlayan ise adam olmaz. Bugüne kadar kaç kalp kırdın, kaç kişiyle küstün, kaç kişi senden kıl kaptı bilmiyorum. Yenilerini ekletme yeterli olur. Zamanla tanışırsın yeni insanlarla. Ben de edebi edepsizden öğrendim. Yapman ve yapmaman gerekenleri söyleyeceğim ki uygularsan fayda görebilirsin. Benim gözlemlediğim kadarıyla insanlar şu 9 özelliği sever ve şu 9 özellikten uzaklaşır.

1-Kibarlık                                                               1-Kibir

2-Cömertlik(maddi manevi)                                 2-Zulüm(maddi manevi)

3-Cesaret                                                            3-Tembellik

4-Olgunluk                                                          4-Cimrilik

5-İncelik                                                              5-Savurganlık

6-Mizah yeteneği                                                6-Kıskançlık

7-Güleryüz                                                          7-Oburluk

8-Farkındalık                                                       8-Korkaklık

9-Samimiyet                                                        9-Şehvet

Diyeceklerim bu kadar şimdilik. Aklında tut bu dediklerimi bence. Bunları hayatına geçirebilirsen zamanla hayatının güzelleştiğini göreceksin. Açtığım yolda, gösterdiğim hedefe, durmadan yürüyeceğine söz verir misin?’’

Ergün: ’’Deneyeceğim.’’

Cemil: ’’Bir anda değişim bekleme. Bir günde olacak iş değil. Sen fidan dikmelisin ki ağaç olabilsin.’’

         Aradan yıllar geçti. Cemil’in dediklerini uygulayan Ergün artık çevresi tarafından sevilen biriydi. Alkol almıyor çünkü alkol alınca özündeki cıvık bencil ve çokbilmiş kişi su yüzüne çıkıyor. Eğitim ile ne zaman nereye ne kadar gidilirse gidilsin. Kişinin özünde ne varsa o bir gün açığa çıkıyor.

( 40 Adet Mizahi Öykü-ikinci Bölüm başlıklı yazı Aliriza. tarafından 24.02.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu