Nesîbe Binti Kab (r.anha) Medineli olup Hazrec kabilesine mensuptur. Mâzin bin Neccar oğullarından. Annesi Rebab binti Abdullah’tır. Babası Ka’b ibni Amr’dır. Asıl adı Nesîbe’dir. Ümmü Ümare künyesidir. İlk evliliğini Yesrib’in sayılı delikanlılarından Zeyd İbni Âsım ile yaptı. Abdullah ve Habîb adlarında iki erkek çocukları oldu. Bu arada beklenen son peygamberin geldiği haberi duyuldu. Mekke semâları İslâm’ın nûruyla aydınlanmaya başlamış, Yesrib’e de bu nûr ulaşmıştı. Nesibe ile kocası Zeyd’de Mus’ab İbni Umeyr (r.a.) vasıtasıyla bu nûra kavuşanlardandı.
Nesîbe Hatun ve Zeyd (r.anhüm) karı-koca aynı inancı paylaşmanın mutluluğunu tattılar. İslâm’ı nefislerinde yaşamak ve çevrelerine yaymak konusunda İslâm’ın birer neferi oldular. Gelecek yıl Hac mevsiminde Allah Rasûlü, İki Cihan Güneşi efendimizle görüşmek üzere Mekke’ye gidecek olan Yesribli müslüman kafilesine katılmaya karar verdiler.
Mus’ab ibni Umeyr (r.a.) başkanlığında 72 Medineli Müslüman, İki Cihan Güneşi Efendimizi kendi memleketlerine davet etmek üzere Hac mevsiminde Mekke’ye geldiler. Akabe’de ikinci defa görüşen Medineli Müslümanlar Rasûlullah (s.a.) Efendimizi kendi canları ve malları gibi koruyacaklarına söz verdiler. Teker teker bu söz üzere bey’at ettiler. Allah ve Rasûlü yolunda her şeylerini feda edeceklerini taahhüt ettiler. Nesîbe ve kocası Zeyd (r.a.) da bu biat edenler arasındaydı.
Medineli Müslümanlar yeni bir heyecan, yeni bir ruhla Yes’rib’e döndüler. Nesibe Hatun bütün vaktini, gayretini, hizmetini ev işlerine, çocuklarının İslâm terbiyesi üzere yetişmesine ve çevresindeki insanları Allah’a ve Rasûlü’ne davete harcamaktaydı. İslâm’ı yaşama konusunda gösterdikleri titizlik ve kararlılıkları, tanıdıkları ve çevrelerindeki başka insanlara tebliğdeki heyecan ve mutlulukları onları İslâm’ın bir neferi haline getirmişti. Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimizin kendi memleketlerine hicret etmelerini hasretle beklemekteydiler.
Uzun bir zaman geçmeden İki Cihan Güneşi efendimiz Yesrib topraklarına ayak bastı. Yesribli Müslümanlar son dînin son peygamberine, vahyin kaynağına kavuşmuş oldu. Hepsinin gönlünde büyük bir sevinç ve mutluluk vardı. Allah Rasûlü (s.a.) Hicaz ülkesinde Yesrib’i yeni dînin davet merkezi yapmıştı. İslâm’ın nûrunu buradan ülkelere yayacaktı. Artık Yesrib Medine olmuştu. Medineli Müslümanlar da bundan büyük şeref duymuştu. Canlarıyla, mallarıyla Allah ve Rasûlü yolunda çalışmak üzere söz vermişlerdi.
Kureyş’in zulmûnden kaçan Müslümanlar Medine’de güç birliği yapmışlar ve Bedir’de Mekke müşriklerine karşı ilk zaferi elde etmişlerdi. Nesîbe Hatun’un oğlu Abdullah da genç bir delikanlı olarak Bedir’e katılmıştı. Onların ailecek Uhud günü gösterdikleri fedakârlık ve kahramanlıkları dillere destan olmuştu. Sergiledikleri yiğitlik ve bahadırlıklarını Nesibe Hatun kendisi şöyle anlatır:
“Uhud’a gitmiştim. Müslümanlar ne durumda bir bakayım dedim. Yanıma bir kırba su aldım Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin yanına kadar gittim. Galibiyet Müslümanlardaydı. Fakat çok geçmeden Kureyş okçuları tarafından etrafımız sarıldı. Allah Rasûlü’nün çevresinde şiddetli çarpışmalar oldu. Ona bir zarar gelmemesi için gözü önünde müşriklerle çarpışmaya başladım. Elime ne geçtiyse kılıçla, okla düşmanı Efendimiz’den uzaklaştırmaya çalıştım. Bu arada yaralandım. Rasûlullah (s.a.)’ın önünde ben, oğullarım ve kocam birlikte canlı kalkan olduk. Gelen oklara, hücumlara karşı vûcudumuzu siper ettik. Rahmet Peygamberi Efendimiz benim yanımda kalkanımın bulunmadığını görünce ashaptan birine:
“Ey kalkan sahibi, kalkanını çarpışana bırak.” buyurdu. Ben o kalkanı alıp, kendimi korumaya başladım. Bir taraftan çarpışmaya devam ediyorduk. Bir ara müşriklerden bir atlı bana doğru hücum etti. Onun saldırısını kalkanla savuşturup atının ayaklarına bir kılıç çaldım. At arka üstü yıkıldı. Düşmanın yere serildiğini gören İki Cihan Güneşi Efendimiz oğluma seslendi:
“Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu! Annene bak!.. Annene yardıma koş!” buyurdu. Abdullah da hemen koştu ve annesinin düşmanı öldürmesine yardım etti.
Savaş devam ediyordu. Bir ara Abdullah da sol kolundan yaralandı. Şefkat Peygamberi Efendimiz ona da:
“Yaranı sar!” buyurdu. Bu sefer annesi oğlunun yanına koştu ve yarasını sardı. Sonra oğluna:
“Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpışmaya devam et” dedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz Nesîbe Hatun’un bu fedakârâne sözünü işitince:
“Ey Ümmü Ümâre! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” buyurarak iltifatta bulundu.
Ümmü Ümâre (r.anhâ)’nın oğlu hemen ayağa kalktı ve müşriklerle çarpışmaya başladı. Bir ara oğlunu yaralayan müşrik oradan geçiyordu. İki Cihan Güneşi Efendimiz annesine:
“İşte oğluna vuran!..” buyurdu. Nesîbe Hatun derhal harekete geçti ve düşmana saldırdı. Bacaklarına indirdiği bir kılıç darbesiyle adamı yere devirdi. Efendimiz bu manzara karşısında ön dişleri görününceye kadar gülümsedi ve bu kahraman hanım sahâbîsine:
“Ey Ümmü Ümâre! Adamı perişan ettin!” iltifatında bulundu. Peşinden:
“Hamd olsun Allah’a ki, düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi.” buyurdu.
Müşrikler her yandan saldırıyordu. Bir ara iri yarı azılı bir müşrik İbni Kamia İki Cihan Güneşi Efendimizin yanına kadar sokuldu. Mübarek yüzünü yaralayıp iki dişini şehid etti. İşte bu sırada Nesîbe Hatun bütün cesâret ve şecaatiyle bu bedbaht kişiye bir kaç kılıç darbesi savurdu. Fakat düşman iki zırhı üst üste giymişti. Bu sebeple vuruşları ona tesir etmedi. İbni Kamia müşriğinin kılıç darbesiyle Nesibe Hatun omuzundan yaralandı. Sahâbiler yetişip müşriği geri püskürttüler.
Rahmet ve şefkat peygamberi Efendimiz Nesibe Hatun’un yaralandığını görünce oğlu Abdullah’a: “Annenin yarasını sar!” buyurdu. Sonra bu bahtiyar âileye şu müjdeyi verdi:
“Ev halkınızı Allah mübarek kılsın, senin ve annenin makamı filan ve filanların makamından hayırlıdır. Allah sizin ailenize rahmet etsin.” buyurdu. Nesîbe Hatun bu müjdeleri duyunca Efendimize:
“Ya Rasûlallah! Duâ et de cennette sana komşu olalım” ricâsında bulundu Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz de hemen:
“Allah’ım! Bunları, cennette bana komşu ve arkadaş eyle!” diye duâ buyurdu. Ümmü Ümâre (r.anhâ) bu duâdan pek memnun oldu ve:
“Bu bana yeter! Artık dünyada ne musîbet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok.” diyerek sevincini açığa vurdu. Yaralarının acısını duymaz oldu. İki Cihan Güneşi Efendimiz savaş sonrasında onun gösterdiği kahramanlığı ümmetine şöyle duyurdu:
“Uhud Günü ne zaman sağıma, soluma baksam beni korumak için çarpışan Nesîbe’yi görüyordum.” buyurdu.
Uhud günü Rasûlullah (s.a.)’in hep yanıbaşında çarpışan bu kahraman hanım sahâbî 12-13 yerinden yaralanmıştı. Bunların en ağırı omuzundan aldığı yaraydı. Bir yıl onun tedavîsi ile uğraştı.
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz zaman zaman Nesîbe Hatun’un ailesine ziyarete giderdi. Bir gün “geçmiş olsun” demek için varmıştı. Yarasının ne durumda olduğunu sordu. Bir müddet sohbet etti. Bu arada Nesîbe Hatun sofra hazırlayıp getirdi. Fakat kendisi sofraya oturmadı. Efendimiz:
“Gel! Sen de ye.” buyurdu. O da oruçlu olduğunu söyledi. Bunun üzerine Efendimiz:
“Bir oruçlunun yanında yemek yenildiği vakit, yemekten kalkasıya kadar, melekler oruçluya duâ ederler.” buyurdu. Onun ibadete gösterdiği hassasiyetten memnun oldu.
Nesîbe Hatun, Hayber ve Huneyn savaşlarında, Ümretü’l-Kaza, Bey’at-i Rıdvan’da bulundu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) zamanında dinden dönen, kendini peygamber ilan eden yalancı Museylime’ye karşı hazırlanan orduya oğlu Abdullah ile birlikte katıldı. Yemame harbinde de büyük kahramanlıklar gösterdi. Müseylime’nin öldürülmesinde Vahşi’ye yardımcı oldu.
Ümmü Ümâre künyesiyle meşhur olan Hazreti Nesîbe (r.anhâ) fedakâr cefâkar, şecaat ve cesaret sahibi kahraman bir anne idi. Çocuklarını da kahramanlık duygularıyla büyütüp cihad meydanlarına salıverdi. Birlikte savaş meydanlarında Allah ve Rasûlü yolunda kılıç salladılar ve İslâm’ı savunma, İslâm’ı yayma uğrunda ihlâs ve sadâkatle çalıştılar. Canları ve mallarına karşılık cenneti satın aldılar.
Hz. Ömer (r.a.) devrinden sonra Medine’de vefat eden bu örnek hanım sahabînin Bakî kabristanlığına defnedildiği rivayet edilmektedir. Rabbimizden şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.