Karnını
doyurduktan sonra, Melek iyice kendine gelmişti. Bence artık konuşup meseleyi
anlama zamanı da gelmişti.
“Melek,
dedim. Şimdi anlatmak ister misin? Neler olduğunu.”
İki
damla yaş yanaklarından süzülürken, evet anlamında başını salladı.
-Arif
amca beni kaçırmaya çalıştı.
-Kim
o Arif amca?
İki
gün önce, babasının köyden bir akrabası misafir gelmiş evlerine. Ancak
babasının Arif abi diye hitap ettiği kişinin, pek de istenen biri olmadığını,
aralarında yaptıkları sinirli konuşmalardan anlamış.
Akşam
yemeğinden sonra, ödevlerini yapmak üzere doğruca odasına gitmiş. Aslında
annesi ile göz göze geldiğinde, o bunu istediğini, bakışlarıyla belli etmiş.
Salondan
gelen sesler yükselince, Melek heyecanla odasının kapısını aralayarak, neler
olduğunu anlamaya çalışmış.
Babam
“Bu borç, sen böyle yaptığın sürece kapanmaz Arif abi diyordu. Mantıklı bir
şeyler söyle ki, kabul görsün.”
Ardından
annem sinirli bir şekilde araya girdi.
“Bak
Arif Efendi, burası köy değil, İstanbul bu bir. Berdel, merdel dediğin şey de
buralarda geçmez bu iki. Üstelik benim kızım daha bir çocuk, diyordu. Hiç mi
utanmanız yok sizin?”
-Berdel
neydi ki? İlk defa duyuyordu bu kelimeyi.
-Aa…
Bu zamanda berdel mi kalmış yahu? Duydun mu Cemil çocuk ne diyor?
-Duydum
Eminem ve şaşkınlıkla dinliyorum.
Melek
devam ederken, ben yeniden üç bardak çay doldurup koydum masaya.
Sonra
babam “Keriman, bu benim akrabalarım arasındaki bir mesele, dedi. Sen niye
giriyorsun söze. Bırak biz hallederiz.”
Annem
yine öfkelenmişti. “Neyi hallediyorsun sen? Kızımız söz konusu farkında değil
misin? Konuyu kestirip atacağına, oturmuş dinliyorsun. Oluru yok bu işin
desene.“ Diye bağırdı.
Benim
hakkımda bir şeyler konuşuluyordu, ama anlamıyordum, neydi mesele. Annem çok
kızgındı, ağzına geleni söylüyordu, babam ortalığı sakinleştirmeye çalışıyordu.
-
Hem benim kızım okuyacak, sizin aranızdaki meseleye kurban etmem onu.
Sonunda
misafir “Maşallah Kemal kardeşim. Karın seni de evin idaresini de pek güzel
eline almış. Hanım köylü olmuşsun, dedi.
Ama
bu mesele burada kapanmayacak. Keriman hanım, sen de bu yüzüme çemkirmelerinden
çok pişman olacaksın bil” dedikten sonra evimizden çıktı gitti.
Hemen
korkuyla yanlarına gittim. Zira bizim evimizde yüksek sesle hiç konuşulduğunu
şimdiye kadar duymamıştım.
Arif
abi dedikleri kişiyi de ben ilk kez görüyordum.
Kim
bu Arif Amca, niye bağrıştınız öyle? Diye sorunca, babam “Uzak bir akrabamız
olduğunu, İstanbul’a bir işi için gelmişken bizi de ziyaret geldiğini” söyledi.
Ama
çok bağrıştınız dedim, neden?
Annem
“Hadi cevap ver kızına” dedi. Çok sinirli olduğunu gördüğüm için ona bir şey
soramıyordum.
Babam
“Bunun akrabalar arasında kalan eski bir mesele olduğunu, gündeme gelince de
biraz sinirlendiklerini söyleyip, önemli olmadığına beni ikna ettikten sonra:
“Hadi
Melek cim, dedi, sen git yat sen geç oldu. Erken kalkman gerekiyor biliyorsun.”
İstenileni
yaptım, odama gittim ama bu mesele neyse içinde benim ile ilgili bir şeyler de
var olduğunu hissediyordum. Yoksa annem niye o kadar sinirlenip “Benim kızım
okuyacak” diye bağırsındı.
***
Şanslıydım
okulum eve yakın sayılırdı. Birçok öğrenci gibi servis kullanmam gerekmiyordu.
O sabah hava yine çok soğuktu. Okula gitmek üzere koştururken, arkamda bir
korna sesi duyup döndüm.
Baktım
Arif amca. Arabasının camını indirip “Günaydın Melek, dedi. Gel bırakayım seni
okuluna.” Demek ki hala İstanbul’daymış.
Annem
duyarsa kızar diye düşündüğüm için “Yok, dedim ben yürüyerek giderim. Zaten
yakın sayılır.”.
“E.
Bu soğukta niye yürüyeceksin, hadi gel, dedi. Zaten yolumun üstü.”
Tereddüt
ettiğimi görünce “Aşk olsun Melek, benden korkuyor musun yoksa dedi. Üzülürüm
bak!”
Öyle
deyince, saygısızlık etmek istemeyip, arabanın kapısını açıp bindim. Sırt
çantamı çıkartıp, ayaklarımın dibine koymak için öne doğru eğildiğimde, ağzıma
kötü kokan bez dayandı.
Gözlerimi
açtığımda arabanın arka koltuğunda yatıyordum. Yavaşça kalkıp baktım,
yalnızdım. Arabanın durduğu yer de bir benzin istasyonuydu.
Olanları da hatırlamıştım. Bu Arif amca dedikleri, hakikaten kötü bir akrabaymış. Elimi hemen arabanın kapısına atıp açtım ve usulca dışarı çıktım.
O
sırada onun da benzincinin marketinden çıkmakta olduğunu görünce, benzin almak
için bekleyen tenteli bir kamyonetin kasasına tırmanıp, içine gizlendim. Herkes
kendi işiyle meşgul olduğundan kimse beni fark etmedi bile.
Bu
Arif amca babamla tartıştı diye, beni kaçırıp onu üzmek mi istemişti ki?
***
Süt
kokuyordu içerisi ve kocaman metal sürahi benzeri kaplar ile doluydu kamyonetin
kasası. Titriyordum, hem soğuktan hem korkudan.
Çok
geçmeden, kamyonet hareket etti. Ne tarafa gidiyor bilmiyordum, ama en azından
Arif amcadan kaçmayı başardığım için seviniyordum.
Epeyce
bir zaman sonra kamyonet nihayet yeniden durdu. Ama ben hiç yerimden
kımıldamadım. Zaten sallanarak gitmekten dolayı başım dönüyor, midem
bulanıyordu.
-Vah
Meleğim… Neler yaşamışsın sen böyle be kuzum! Duyuyor musun Cemil?
-E
yanınızdayım ya Eminem… Duyuyorum elbet.
-E!
Melek, sonra?
İşte
kamyonet durunca tenteyi aralayıp baktım. Lapa lapa kar yağdığını görünce de
çok şaşırdım. Kamyonetin park ettiği yer sizin sokağınızdı işte.
-Aa!
Eminem bu kamyonet, İstanbul’a haftada bir süt götüren Gündoğduların kamyoneti
olmasın sakın. Çocuğun tarifine göre o geldi aklıma.
-Evet
ya! Olabilir. İyi ki de onlara rastlamış, yoksa kim bilir şimdi bu yavrucak
nerelerde olurdu. Neyse Cemil, dur şimdi sen, kesme çocuğun sözünü. Sonra Melek
‘cim.
Aşağıya
indim işte kamyonetten. Etrafıma bakındım, hiç tanımadığım bir yerlerdeydim.
Annemi
aramak istiyordum, okuldan dönmediğimi anlayınca çok merak edeceklerdi mutlaka.
Ama Cep telefonum, Okul çantam ile Arif amcanın arabasında kalmıştı.
Çok
soğuktu ve ben çok yorgun hissediyordum kendimi. Bir yandan da Arif amca
peşimize takıldıysa, ya beni buralarda görürse diye de çok korkuyordum. Sizin
kömürlüğün kapısını aralık görünce itip girdim içeri.
-Şans
denir mi şimdi buna bilmem Melek cim. Bizim kömürlüğün kapısı genelde
kilitlidir. Nasılsa son kömür almaya indiğimde unutmuşum, açık kalmış. Sen
şimdi hemen söyle evinizin telefon numarasını arayalım anacığını.
-Ev
telefonumuz yok! Annemin cep telefonunu da ezbere bilmiyorum.
O
düzgün bir Türkçe ile çok da akıllıca konuşan kız, yeniden çocuk oluvermiş ve
göz pınarlarından yaşlar sel gibi boşalmaya başlamıştı.
Haklıydı,
yaşadıklarından dolay hem çok üzgündü, korkmuştu ve bir an önce ailesine
kavuşmayı istiyordu ille ki.
“Annen
baban çalışıyorlar mı?” diye sorduk.
Melek,
ev mefruşatlarıyla ilgili bir dükkânları olduğunu, annesinin orayı idare
ettiğini, babasının da mali müşavir olduğunu söyleyince, dükkânın adını öğrenip
İnternetten araştırdık ve bulduk.
Orada
çalışan bir görevli, Keriman hanımın, şu anda evde olduğunu, kızlarının
kaybolduğunu anladıklarından beri ailece perişan olduklarını, emniyet
müdürlüğüne de bu kaybı bildirdiklerini söyleyince, güzel haberi verdik.
Ardından
müjdeli haberi onlara da vermek için Keriman hanımın ya da eşi Kemal beyin cep
telefonunu istedik.
Annesinin
telefon numarasını çevirip, Meleğin eline tutuşturduk. Bir an önce
birbirlerinin sesini duysunlar istiyorduk. Keriman hanımın sevinç çığlıklarını
biz bile duyduk.
Melek
iyi olduğunu ve kısaca olanları anlatıp, tüm bunların sebebinin, Arif denen
akrabaları olduğunu söylediğinde bir kere daha kahroldular.
Ardından
Melek onlarla konuşmamız için telefonu bana uzattığında hoparlöre bastım. Cemil
de dinlesin istiyordum. Keriman hanım da karşı tarafta aynısını yapmıştı.
Çok
mutluydular Meleğin bulunmasından ve emin ellerde olmasından. Minnetlerini
tekrar tekrar ifade edip, hemen yola çıkacaklarını ve evin konumunu kendilerine
göndermemizi rica ettiler.
***
Meleğin
ailesi ile kavuşması görülecek şeydi doğrusu.
Evin
içinde sarılmalar, kucaklaşmalar ve gözyaşları sel oldu aktı; Ama hepsi
mutluluktandı. Melek ve ailesi bundan böyle bizim İstanbul’da ki dostlarımız
olurken, biz de onların Adapazarı’nda yeni dostları olacaktık orası kesin.
Bu
arada akraba Arif iki gün içinde emniyet yetkilileri tarafından yakalanmış ve
gözaltına alınmıştı.
Meleği
alıkoyma nedeni olarak da “Çocuğa asla bir zarar vermeyi düşünmediğini,
annesinin kendisini aşağılayıcı şekilde konuşmasına çok içerlediği için onlara
ufak bir ders vermek istediğini, bir iki gün sonra da çocuğu mutlaka ailesine
teslim edeceğini” ifade etmiş.
Artık
Arif, hüküm giymekten kurtulur muydu bilinmez, ama şükürler olsun ki, bir kız
çocuğu, birilerinin kötü emellerine kurban gitmekten kurtulmuştu.
***