Hafta sonu sefam, neredeyse cefaya dönüyordu yine. Bu kez
yaşadıklarım rüya falan da değil gerçekti üstelik. Mersindeydik bu anıyı
yaşadığımda birkaç yıllığına.
Sabahleyin uyandığımda, daha gözlerimi doğru dürüst açmadan,
her zaman yaptığım gibi, bir gün daha dünyaya gözlerimi açtığıma ve sağlıklı
olduğuma şükredip kalktım yatağımdan. Eşim Julian henüz uyuyordu.
Sessizce alt kata inip, ilk iş doğalgazı açtım. Eşim
kalkmadan sıcak su hazır olsun, ev ılınsın istedim.
Sıcak bir memlekette yaşamaya alıştığından, çok üşürdü
kendileri. Ağustos sıcakları bile ona sonbahar havası gibi gelirdi.
Dilimde güzel bir şarkı, önce çaydanlığı ateşe koydum
arkasından, kahve makinesinin düğmesine bastım. Julian, güne ille ki filtre
kahvesini içerek başlardı.
Bense çay keyfimden ödün veremezdim doğrusu. Yok, öyle
tiryakisi falan değilim, ama kahvaltıyı çayla severim. Birlikteliğimiz
değiştirmedi bu alışkanlığımı benim.
Sofra neredeyse tamamdı, sıra Julian’ı kaldırmaya
geldiğinde, gözüm kombiye ilişti. Baktım üzerindeki ışık, hala sarıdan yeşile
geçmemişti. Bunu genelde su azaldığı zaman yapardı.
Hemen su seviyesini kontrol ettim, normal görünüyordu. Buna
rağmen birazcık daha su ilave edeyim istedim. İşe yaradı da, yeşil ışık
yanmıştı.
Tam yukarı giden merdivenin kenarına geldim, kahvaltı hazır
diye Julian’a seslenecektim ki, birden mutfaktan acayip bir ses gelmeye
başladı, üstelik kademeli olarak da yükselen bir sesti bu.
Gerisin geriye mutfağa koştum. Ses kombiden geliyordu ve bu
kez göstergede kırmızı ışık yanıyordu. Bu da bir sorun olduğunu gösteriyordu.
Cihazın bağırtısından sorun olduğu ortadaydı zaten de, problem neydi?
Kombinin altına eğildim tekrar düğmeyi kontrol etmek için.
Öyle dar bir yere koymuşlar ki düğmeyi, benim ince parmaklarım bile zor zor
erişiyordu. Tam şükür düğme ulaştım derken, elim değer değmez düğme elimde
kalmasın mı çıkıp yerinden!
Bu arada o kahrolası ses de hala devam etmekte. Üstelik evi
aşmış ve bahçeye taşmıştı neredeyse. “Hayda!” dedim ne halt edeceğim
şimdi"
Tekrar eğildim kombinin altına, düğmeyi yerine oturtmak
için. Ellerim öylesine titriyordu ki, bir türlü isabet ettiremiyorum. O tarafa
bu tarafa döndüreyim derken, yeniden çıkıp yerinden, fırlayıp gitmez mi düğme
elimden?
Delireceğim neredeyse bu aksilikler yüzünden. İyi de nereye
gitti şimdi kahrolası düğme? Bulmak için sürünüyorum yerlerde.
Sonunda buldum ve taktım güç bela yerine. Ama o kulağımı
tırmalayan ses hiç durmadan devam ediyor ötmeye. Bu nasıl şey Allah’ım, ilk kez
geliyordu başıma. Heyecanım, karışmıştı korkuma. Tir tir titriyor, zıp zıp
zıplıyorum mutfağın içinde.
Julian’ı kaldırmayı hiç istemiyorum. Zira aşağı gelse daha
çok sorun yaratacaktı biliyorum. Yıllardır öğrendiği Türkçe sayısı çıkamamıştı
iki üç kelimenin dışına.
Ne olduğunu anlamak için önce soracaktı uzun uzun, ben heyecan
içinde anlatmaya çalışırken ona, ev uçup gidecek tepemizden Mazallah havaya.
Diyelim ki bu en kötü ihtimal ve uçtuk havaya! Burası
birbirine yapışık ikiz evlerin bulunduğu bir site. Yanımdaki komşunun suçu ne?
Birden enerjinin fişini çekmek geldi aklıma. Ancak, bir
türlü uzanamıyorum ki meretin fişine de.
Niye mi?
Konu resmine bir daha bakın şimdi. Mutfak, mutfak değil
sanki teşhir salonu.
Kombinin üstü fotoğrafçı, altı sanki sergi sarayı. Sehpanın
üzerinde içi su solu bir balık kavanozu, balığın yem kutusu, etrafında
taşlardan yaptığım birkaç balık figürü.
Camın önünde koca bir ferforje kanepe arkasında ayaklı bir
abajurlar artık elime ne geçtiyse koymuşum dekor yapıyorum diye.
İlk kez hak veriyordum eşime “Boş köşe bırakmaya hiç
tahammülün yok diyen serzenişlerine.”
Duracak zaman yok, Sehpanın üzerinde ne varsa, taşıyorum
hepsini telaş içinde yemek masasının üzerine.
Oh! Şükür, nihayet uzanabildim enerjinin fişine.
Asılıp çektim var gücümle. İyi de kahrolası ses kesilmedi
yine. Üstelik kulakları tırmalar bir şekilde yükselmeye de devam etmekte.
Gaz kaçağı olsa alarm öter ve otomatik olarak gaz kesilirdi.
Sorun demek ki o da değildi. Öyleyse ne? Yok, ben çıkamayacaktım işin içinden.
Çaresiz telefonla güvenliği aradım.
-Alo!!!
-Buyur abla?
-Kahraman koş, birazdan havaya uçabiliriz.
-Nasıl abla?
-Kombi, diyorum acayip ses çıkarıyor, ne yaptım ise
susturamadım. Ya birini gönder ya da sen gel çabuk.. LÜTFEN!
Telefonu kapattım. Kahraman birazdan gelir diye gidip
kombinin fişini yeniden taktım. Sonra su seviyesine bir kez daha baktım.
O da ne?
Gözlerime inanamadım, su seviyesi anormal bir
şekilde yükselmemiş mi? Demek ki kombi hala içine su almaya devam etmişti.
Ama nasıl olurdu ki?
Uzanıp tekrar düğmeyi tuttum ve sağa
sola döndürürken tık diye cılız bir ses geldi cihazdan. Sanki düğme daha şimdi
yerine oturmuştu.
Demek ki daha önce boşlukta dönüp durmuştu. Ardından büyük
bir sessizlik oldu. O sırada kapının zili çaldı. Gelen Kahramandı. Sanki
ışınlanmış da gelmişti.
-Yettim abla! Dedi, nefes nefese kalmıştı adamcağız. “Sorun
ne?”
-Günaydın Kahraman! Yordum seni, dedim, biraz mahcup,
Doktor. gelince, iyileşen hasta gibi oldu bizim kombi.
-Nasıl abla?
"Sen gelene kadar ben hallettim meseleyi" dedim. Yüzümde bir
gülümseme, “Kerata kombinin sesi şükür kesildi.”
Ardından kısaca izah ettim olanı biteni. Buna rağmen ”Ben
gelmişken bir göz atayım” dedi. O da emin olunca bir sorun kalmadığına,
Kahraman yeniden döndü görevinin başına. Yukarıdan ise hala bir tık yoktu.
Mr. Julian anlaşılan hala mışıl, mışıl uyuyordu. Yeniden
geldim merdivenin dibine ve seslendim neşe içinde.
Good Morning!!!! Breakfast is ready ? (Günaydın! Kahvaltı
hazır.)
-Okay… I’ll come in a minute. ( Tamam, bir dakika sonra
aşağıdayım, diye cevapladı.)
Az sonra Sanki hiçbir şey olmamış gibi kahvaltıya başlamıştık.
Bir ara Julian sordu.
-You look so pale, Are you cold? (Solgun görünüyorsun, üşüyor musun?)
-I don’t know, maybe! (Bilmem, belki diye cevapladım.)
Ne bilsin ki sabah sabah ben garibim, ne maceralar yaşadım,
korkudan atmış betim benzim,
***