Sonbaharın henüz etkisi altına
alamadığı güneşli ve güzel günlerden biriydi. Nevin kafasında bin bir düşünde,
yüreğinde biriktirdiği acılarıyla yılgın sürüyordu aracını.
Trafikten kurtulup sahil
yoluna çıktığında, gördüğü ilk uygun yerde arabayı sağ kenarda durdurdu ve
aşağı indi.
Arabanın kapısını kilitlemeye
bile gerek duymadan, çimenlerin üzerine basarak yaya yolunun üzerinde çıktı ve
gözüne kestirdiği banklardan birine çöker gibi oturdu.
Çantasını yanına bırakıp,
Prens adalarına karşı bacak bacak üstüne attı. Kollarını birbirine kavuşturup
derin bir nefes alıp sırtını banka yasladı.
Bulutları delip aşağı süzülen
güneş ışıklarının yansıması, suyun üzerinde ne güzel de parlamaktaydı.
Her minik dalganın üzerine
vuran bu yansıma, sanki birer pırlanta varmış gibi parlıyordu oradan buradan,
denizin üstünde. Adaların heybetli görüntüsü, seyir halindeki tekneler, gemiler
denizin üzerini nede güzel süslüyorlardı.
Ancak Nevin bu güzellikleri
artık tek başına izlemekten, yalnız günlerini saymaktan yorulmuştu.
Talihsiz genç kadının ruh
ikizim dediği biricik eşi, hayatının aşkı birkaç yıl önce yelken ile
açıldığında, denizde kaybolmuş, tüm aramalara rağmen cesedi dahi bulunamamıştı.
Onun için bu engin denizdi
sevdiceğinin mezarı. Hiç kolay değildi bunu kabullenmek. Dokunduğunda içini
alevlendiren biçimli vücudunun, balıklar tarafından didiklenerek, parça pinçik
edildiğini düşünerek, her gün biraz daha kahrolmak.
Yıl içinde kim bilir kaç kez
atardı kendini bu kıyılara ve denize bakarak ümitsizce bekler dururdu faydasız
olduğunu bilese de.
Bir günü bile ayrı geçirmeye
tahammülü yokken, aradığında telefonu açmazsa eğer, “neden cevaplamadı hayır
olsun?” diye endişeye düşerken, nasılda geçirebilmişti onsuz, ayları yılları?
Bazen aklına nasıl mukayyet
olduğuna şaşıyordu doğrusu. Ama genç yaşta saçlarına düşen aklar delirmenin bir
tık gerisinde kaldığını gösteriyordu.
Bir ara ayırınca ufka
daldırdığı gözlerini, şöyle bir etrafına bakındı. Nispeten sakin bir gündü.
Orada oturduğu sürece sadece bisiklet gezintisi yapan bir kaç kişi geçmişti
önünden.
Bir de ilerde sandaldan balık
tutan biri vardı görünürde. O sırada gözü ilişince oturduğu bankın altına,
başını sıkıntıyla salladı iki yana.
“Nasıl insanlar bunlar? Ne
hakları var böyle ortak alanları kirletmeye? “ diye söylendi. Belli ki ondan
önce burada oturan biri veya birileri zevkle çitlemişti çekirdekleri. Bir
yorgan gibi bankın altı, çekirdek kabuklarıyla kaplanmıştı.
Nevin “İyi de Allah’ın kulları
“ diye söylenmesini sürdürdü. “Hadi yediniz afiyet olsun da, niye yerlere
atarsınız ki? İki adım ötede dururken kocaman bir çöp sepeti! Güzel hiçbir şeye
izin vermiyorsunuz dimi? Kimsenin bir diğerine saygısı kalmadı şu
memlekette!”
Çok özlemişti kocasını. Maviş
gözlerini, ince parmaklı narin ellerini ve ille de teninin kokusunu. Doluydu
yüreği, buldu mu ufacık bahaneye dökülürdü gözünden yaşları.
Gözlerini kapattı yeniden
sırtını banka yasladı. Şimdi de hatıralar sıralanmış zihninde resmigeçit
yapıyorlardı. Bir ara sanki kulağına çalındı Uğurun sesi.
“Canım karıcım!” diyordu, “en
çok bu halini seviyorum, biliyorsun değil mi?”
Birlikte uyandıkları her sabah
rutin tekerlemesiydi bu Uğurun. Gece olup makyajını silerek yatağa yattığında
ve sabah uyandığında, nasıl görünüyorum acaba endişesi hiç olmazdı Nevin’in.
Çünkü kocası onu en bu çok
doğal haliyle beğenirdi, sıklıkla da dile getirirdi. Hele şimdi böyle inci gibi
gözyaşları döktüğünü görse, hiç dayanamaz içi erirdi.
Yüzünde bir serinlik
hissedince genç kadın açtı gözlerini. Hafiften esen rüzgâr, içini ürpertmişti.
Tekrar çevirince denizden yana yüzünü, ufka doğru daralan ve pırıl pırıl
parlayan gümüşten bir yol gördü.
Uğur da sanki üzerine çıkmış
kendisini izliyordu. Öyle heyecanlandı ki, tüm vücudunu bu kez bir ateş sardı.
Hemen yerinden fırladı, üzerindeki kabanı çıkartıp bankın üzerindeki çantasının
yanına bıraktı.
“Sensiz yaşamın hiçbir tadı
yoktu Uğurum “ dedi “ dur bekle geliyorum!”
Kıyı boyunca uzanan yarım
metrelik duvarın üzerine kolayca sıçrayıp çıktı. Duvarın arkasında, irili
ufaklı kayalar yığılıydı. Bir başka zaman olsa aman kayarım, düşerim diye suya
diye ödü kopardı.
Çünkü o Anadolu’da büyümüş bir
kızdı ve yüzme bilmiyordu. Oysa şimdi bir serçe gibi zıplayarak, o kayadan bu
kayaya kolayca atlayarak, çarçabuk uca varmıştı.
Kıyıdan biraz açıktaki
sandaldan balık tutmaya çalışan genç bir adam onu izliyordu. Halinden maksadını
da anlayınca;
“Hey!!! Bayan!.... Napıyorsunuz? Durun hanımefendi!”
diye bağırarak sesi ile onu durdurmaya çalıştı.
Ancak bu haykırışlara hiç
tepki vermiyordu genç kadın. Çünkü o yüzünde kocaman bir gülümseme ufka uzanan
yol üzerinden kendisine el eden kocasına bakıyordu.
Sandaldaki adam daha fazla
bekleyemedi, hemen oltasını elinden bıraktı ve dönüp sandalın motoru
çalıştıracak ipe asıldı. Birkaç denemede çalıştırmıştı, ancak tekrar başını
çevirdiğinde genç kadını göremedi kayaların üzerinde.
“Eyvah!” dedi, “gerçekten
atladı suya!”
Çok çabuk varmıştı kıyıya.
Motoru susturup, çapayı attı suya ardından da hiç tereddütsüz kendi daldı
denize. Birkaç kez dalıp çıktı, sonunda onu görmüştü. Gür saçları ve zayıf
kolları, dua eder gibi yukarı doğru kalkmış, dalgalanıyordu suyun içinde.
Hemen yapıştı çekti
saçlarından var gücünle. Ama bir türlü yerinden oynatamadı genç kadını.
Nefessiz kalınca çaresiz bırakıp, su yüzüne çıktı. “İmdat!!! Yardım edin!” diye
olanca gücüyle bağırıp, derin bir nefes aldıktan sonra yeniden daldı.
Hızla atlayınca suya,
ayaklarından biri aşağıda sıkışmıştı kayalara zavallı Nevin’in. Delikanlı fark
edince önce ayağı sıkıştığı yerden kurtardı ve son anda kendisi de boğulmaktan.
Onunla birlikte su yüzüne
çıkmayı başardığında, hiç hali kalmamıştı. Ama bu arada sessiz sakin kıyı
çoktan insanla dolmuştu bile. Kalabalıktan yardım eden birkaç kişi sayesinde
sahile çıkarılmışlardı.
Az sonra 112 acil servisi de
olay yerine ulaşmıştı. Buz gibi sudan çıkıp bir de ıslak giysileri üzerine
yapışında delikanlı, ona doğru gelen görevlilere eliyle “Önce ona bakın” diye
işaret etti.
Hareketsiz boylu boyunca yerde
yatmakta olan genç kadına ilk müdahaleler yapılmaya başlandı ancak
paramatiklerden birinin umutsuzca yüzünü buruşturup, başını iki yana salladığı
görüldü. “Maalesef!” dedi,
“Saçlarının arkasındaki bir
şişliği göstererek adam, “Boğulmadan ziyade, boynu kırılmış bu kadının. “
Tanımıyordu kimse onu, ama bu
konuşma üzerine kurtulması için çırpınan onca kişinin yüzü bir anda düşmüştü.
Çenesi birbirine vurmakta olan delikanlı heyecan içinde sordu.
“Boynu mu kırılmış? Ne demek
istediniz yani?”
“Maalesef düşer düşmez ölmüş!”
Bu haberi duyan genç adam
battaniyeye sarılıp ambülansa götürülürken, hıçkırıklara boğulmuştu. O sırada
Nevin Uğur ile el ele tutuşmuş, ufka uzanan o pırıl pırıl ışıklı yolun
üzerinden yerde cansız yatan görüntüsüne bakıyor ve hiç de üzgün
görünmüyordu.
“Sevgilim” dedi “Söylesene, ben hem orada, hem burada nasıl olabilirim ki?”
“Canım karıcım” dedi Uğur, sevgiyle sarıldı eşine.
“Orada yatan sadece bedenin.
Bak artık özlem bitti. Sen ve ben birleştik tıpkı eskisi gibi.
* * *