Çocukken ben, tam bir erkek Fatma idim. Açıklamama gerek yok, kime derler böyle, hepiniz bilirsiniz sanırım. Dört erkek kardeşle büyüyünce, böyle olmak kaçınılmaz olmuştu benim için. İşim gücüm onlar ile aşık atmaktı.

Bu yüzden, ağabeylerim pek hoşlanmasalar da, kız arkadaştan ziyade, erkek arkadaşım çoğunluktaydı benim. Hepsiyle de kızlardan daha iyi anlaşırdım nedense.

Sokakta çelik-çomak mı oynanıyor, hop orayım. Yakar top mu oynanacak, top vurucusu bendeniz. Yoldan geçenlerin üzerine sapanla çitlembik mi atılacak, ağaçta en yüksekte saf tutan benim. Konu komşunun bahçesine dalıp meyve aşırmaya çalışmalar, onunla bununla dalaşıp, elini, yüzünü çizdirerek eve yaralı böcek gibi dönmeler, daha sayamadığım niceleri...

Annemi iyice bıktırmış, usandırmıştı bu hallerim. Bazen ellerini açarak havaya kaldırır;

Ne çok da yalvarmıştım Allaha, bir kızım olsun diye. Şu haline bir bak. Erkek Fatma oldun çıktın başıma…” diye söylenirdi. Bazende, komşular ile bir araya geldiğinde, “ Nasıl düzelir bu kız bilmem? Ne eline bir bebek alır oynar, ne bir kız arkadaşla evcilik… İşi gücü konudan komşudan şikâyet getirmek” diye dertlenirdi.

Ben gerçekten de öyle bebeklerle, evcilik oyunlarıyla hiç ilgilenmezdim çocukken. Hazır alınıp elime tutuşturulan hiçbir oyuncak, eşya zevk vermezdi ki bana. İlle de kendim yapmak isterdim. En büyük zevklerimden biri, bahçede toprağı ıslatıp, çamurdan bebekler, koltuk, kanepe yapmaktı.

Ha! Bir de kesip biçmeye bayılırdım. Öyle kumaş falan değil ama. Annemin kullanmadığı eski deri çizmeleri veya kopuk, bozuk aksesuarları, başlıca malzemelerim olurdu. Bunlardan yeni aksesuarlar yapıp, arkadaşlarıma, büyüklerime hediye etmeye bayılırdım. Para kazanır mıyım diye hiç aklıma getirmezdim. Aldığım aferinler, bravolardı esas hoşuma giden.

Yılbaşının çok yaklaşmakta olduğu günlerden biriydi o gün. Okul dönüşü eve geldikten sonra, ders öncesi bir süre oynamak için sokağa atmıştım yine kendimi. Oyuna dalmışken, birden sağanak yağmur başladı. Saçakların altına kaçıştık hepimiz ama yağmurun gelmesiyle dinmesi bir olmuştu. Kaldığımız yerden oyuna devam etmeye başlamıştık ki, arkadaşım Atilla elini havaya kaldırarak bağırdı.

“Aa!.. Bakın, bakın! Ebemkuşağı”

“Oda neydi ki? İlk kez duyuyordum. “

Eliyle işaret ettiği yere baktım. Mor, yeşil turuncu renkleriyle, binaların üzerinden bir köprü oluşturmuş, gökkuşağını gördüm bulutların önünde.

“Ne ebenin kuşağı akıllım,” diye güldüm.” Düpedüz Gökkuşağı o işte. “

Her ne kadar bizim anladığımız tarzda bir kuşak gibi değilse de gökyüzüne asılmış, yarım daire şeklinde rengârenk bu köprüye, gökkuşağı demek, daha uygundu bana göre. Ebenin kuşağı da nerden çıkmıştı öyle?

Atilla, sinirlenmişti bu dediğime, elinin ucuyla ve şaka yollu, kafama bir şaplak indirdi.

“Ya kızım, ikisi de aynı şey zaten. Ama babaannem hep ebemkuşağı der. O yüzden ağzım öyle alışmış işte “ deyip, ekledi. “Hem biliyor musun sen? Onun altından geçmeyi başaran kızlar erkek olurmuş”

“Ya!.. Peki sen geçersen de kız mı olursun?

“Evet.. Öyle tabi… Ben de kız olurum.”

Hayretler içinde kalmıştım. Ama bunu duydum ya, durur muyum? Atilla’yı kolundan tutup, çekiştirmeye başladım.

“Hadi o zaman, ne duruyoruz?. Kaybolmadan koşup altından geçelim.”

Atilla şu koyuvermişti bu konuda.

Bana ne kızım… Ne diye geçeyim altından? “ dedi. Ben kız-mız olmak istemiyorum ki!”

Ama ben erkek olmayı istiyordum doğrusu. Bu fırsatı da kaçırmak istemiyordum.

“Sen bilirsin. Gelmezsen gelme” dedim. Ben gidiyorum.”

Başladım yokuş yukarı koşmaya. Koş Allah koş… Ne kadar gittim, bilmiyorum, ama hala bir gram yaklaşamamıştım. Ben yakalamaya çalıştıkça o uzaklaşır gibiydi. Dizlerimde derman kalmamıştı artık. Tüm yokuşu koşarak tırmandığımdan da, nefesim nerdeyse yolunu şaşırmıştı.

Artık dayanamayıp, durdum. Bir de ne göreyim, mahalle nerde, ben nerdeyim. Ev ve okul arasıyla sınırlı bölgeyi çoktan geçip gitmişim. Ah! Annem bir bilse kıyametleri koparırdı kesin. Böylelikle kursağımda kalmıştı yine erkek olmayı tatma hevesim.

Bir an önce mahalleye dönsem iyi olacaktı. Gerisin geriye koştururken, yanımdan bir taksi, aralıksız kornaya basarak, ilkyardım hastanesinden girdi içeri.(Şimdiki adıyla Taksim Hastanesi) Arka koltukta kanlar içinde bir adamı, ortalarına almış üç kişiyi görmüştüm taksi yanımdan geçerken.

Bir meraktır almıştı beni. Hemen koşturdum peşinden ve hastanenin kapısından geçip ne olmuş öğrenmek istedim. Tabi ki kapıdaki güvenlik engel oldu buna. Ama aklım o yaralı da kalmıştı işte. Ne olmuştu ki o adama?

Kapıdan ayrılmıyorum, gökkuşağı da, erkeklik sevdam da eve geç kalmış olmamda çıkıp gitmişti aklımdan. Güvenlik görevlisi ısrarla orada dikilmemden rahatsız olmuştu sonunda.

“Kızım ne duruyorsun hala orada?"dedi. Hadi yürü git evine”
“Gitmiyorum işte.. Sana ne!”
“Bak kızıyorum ama!”
“Ee.. Kızarsan ne olur?.. Döver misin yani?
“Geliyorum oraya şimdi bak. Hadi yürü git.
“Ee..gel hadi. Gelirsen ne olur ki?”

Öz güven, erkek Fatmalık hat safhada bende. Adam artık dayanamamıştı. Hırsla bana doğru yürümeye başlayınca, bende geri geri gitmeye başladım. Bir yandan da hala adama laf yetiştirmeye çalışıyordum ki, güm diye bir şey gelip vurdu bedenime. Havada üç takla atarak, düştüm güvenliğin ayaklarının dibine.

Gözlerimi açtığımda acil odasındaydım. Sonradan öğrendiğime göre bana, askeri bir cip çarpmıştı. Omzum yerinden çıkmış ve kafama da 3 -5 dikiş atılmıştı. Ama ne gam! Çünkü tam karşımda duruyordu o çok merak ettiğim adam.

Meğer omzundan bıçaklanmışmış ve ona da müdahale ediliyordu. Bizzat görüp merakımı yendim ya! Kendi acımı unuttum gitmiştim. Doktor gelip, kim olduğumu, adresimin ne olduğunu sorduğunda ev, annem geliverdi birden aklıma. Fark ettiyse yokluğumu, delirmişti kadın mutlaka.

“Yok, yok… Ben şimdi hemen giderim eve” deyip, oturmakta olduğum yataktan telaşla indim aşağıda. Ama bırakmadılar. Çarpan araba hakkında zabıt tutulacaktı ve karakola gidilmesi gerekiyordu. O yüzden annemin veya birinci derecede bir yakınımın ille ki hastaneye gelmesi gerekiyordu. Mecburen istemeden evin telefonunu söyledim.

Evimiz hastaneye yakın sayılırdı. Çok geçmeden annem nefes nefese bir vaziyette girdi acilden içeri. Kafamda, omzumda sargı, çarpmadan dolayı, şişmiş morarmış yüzüm gözümle beni görünce, ”Ay başıma gelen!” diye başladı ağlamaya. Ben de hemen ağlamaya başladım, ama acıdan değil, korkudan.

Az sonra bir, polis memuru geldi içeri, yanında da tir tir titreyen bir asker. Bana cip ile çarpan kişi oymuş. Göreve giderken, başına gelen olay yüzünden zavallı perişandı. Polis karakola gidip ifade vermemiz gerektiğini söyleyince annem;

“Ben şikayetçi falan değilim… Salın gitsin bu askeri” dedi. Onun kıvranıp duran haline acımıştı besbelli. Güvenlik zaten kazanın nasıl olduğunu anlatmıştı ve herkes biliyordu. Ama bu ifadenin resmi kayıtlara geçirilmesi gerekiyordu. O yüzden hep birlikte semt karakoluna gidildi mecburen. Annem;

“Ben malımı biliyorum, bırakın askeri gitsin askeri” dedi yeniden ve önüne konan evrakları tereddütsüz imzaladı. Serbest kalan asker de teşekkür ederek sevinç içinde cipine atlayıp gitti. Eve gitmek için biz de ayaklandığımızda annemin gözlerinden ateş fışkırıyordu adeta. Elimden tutup çekiştirince hemen sızlanarak, ağlamaya başladım.

“Ay!.. Ay omzum çok acıyor anne!! “ Yoksa biliyorum ki, yaralı halim falan vız gelecek ona ve yer misin, yemez misin girişecek bana. Annem bunu duyunca hemen bıraktı beni çekiştirmeyi.

“Hadi, düş önüme gidiyoruz” dedi. “Dua et şu haline, yoksa bir araba sopayı yemeği çoktan hak ettin sen. Biliyorsun değil mi?”

Ee.. Haklıydı ne diyebilirdim ki? O arkada ben önde kös kös, eve doğru giderken, ebenin kuşağı geldi aklıma. Güldüm belli etmeden ve olsun dedim içimden. Bugün başaramamıştım altından geçmeyi, ama bir gün yeniden çıkarsa karşıma yeniden, tekrar deneyecektim ille ki...


10.10.2011

ANI HİKAYELERİM - I 

  
( Ebemkuşağı başlıklı yazı KRISTAL tarafından 10.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu