Antalya Serik'teki bir lisede çekildiği belirtilen yüce
kitabımız Kur’an-ı Kerim’e tekme atma görüntüleri millet olarak hepimizi
derinden yaralamıştır.
Kur’an-ı Kerim bir hayat kitabıdır. O, cehalet karanlığında
batmakta olan insanlığın üzerine “oku” emriyle bir güneş gibi doğmuştur. O,
batmayan bir güneştir. Güneşe sırtını dönenler daima kaybetmiş, yönünü ona
çevirenler ise sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v) sayesinde
onu öğrenmiş, kendisiyle aydınlanmış ve huzur bulmuştur.
Asırlarca cihana hükmeden ecdadımız Osmanlı Devleti’nin
kuruluşunda Kur’an-ı Kerim’in izleri vardır. Osmanlı Cihan Devleti’nin kurucusu
Osman Gazi’nin kendisinden dersler almak için gittiği hocası Şeyh Edebâli’nin
evinde yaşadıkları Kur’an’a saygının dünyada ender görülen örneklerinden
biridir. Osman Gazi, vakit ilerleyince hocasının ısrarı üzerine misafir olarak
kalmıştı. Kendisine buyur edilen odada tam yatmak üzereyken gözü duvarda asılı
duran Kur’an-ı Kerim’e ilişti. Onu hürmetle alarak geç vakitlere kadar okudu. Sabahleyin
odasına gelen hocasının “neden yatmadın evlâdım?” sorusuna “ Efendim, Allah’ın
yüce kelâmı’nın olduğu odada yatmakta haya ettim” şeklinde cevap verdi. İşte
Osmanlı Devleti bu iman ve bu şuurla kuruldu. Cihana hükmetti. Onu parçalamak
isteyenler planlar üstüne planlar yaptı. Bu işin savaşla olmayacağını anlayan
batılılar plan üstüne plan yaptılar. Ve sonunda ortak bir karar aldılar ki bu
fikir öncülerinden biri İngiltere Müstemlekeler Bakanı Gladstone oldu. Gladstone Avam Kamarasında
(meclis) elindeki Kur’an-ı Kerim’i milletvekillerine göstererek şu çok manidar
sözleri söyledi;
"Bu Kur'an Müslümanların elinde kaldıkça onları
istediğiniz gibi yönetemeyiz. Bunun için ya Kur'an'ı ellerinden almalı veya
onları Kuran'dan uzaklaştırmalıyız."
İşte bundan sonra batıcılık, çağdaşlık, modernizm gibi
ifadeler altında sözde yenileşme adı altında ülkemizde akımlar göstermeye
başladı. Yavaş yavaş planlar uygulanmaya, gençlerimiz kendisine
yabancılaştırılmaya başlandı. İşte o gün bugündür bu büyük mücadele devam ediyor.
Nerede bir Kur’an düşmanı varsa, nerede yaldızlı cümlelerle batı hayranlığı
varsa hepsi bizi parçalama planları yapan o malum zihniyetlerin işi.
Çünkü her yolu denediler bu milleti parçalayamadılar.
Devletler ayrılsa bile milletler kopmadı birbirinden. Koparamadılar. Tam
kopardık dedikleri anda uyuyan dev yeniden uyandı ve destanlar yazdı
Çanakkale’de, Beşparmak dağlarında, 15 Temmuzda vs. Çünkü Kur’an ruhu, iman ve
İslâm ruhu ölmez. Ölmedi, ölmeyecek. Bize hasta adam dedikleri, tam zamanı diye
avuçlarını ovuşturdukları zamanda bile milletimiz Çanakkale’yi geçirtmedi.
Çünkü ruhumuz vardı bizim. Asla eğilmeyen, bükülmeyen, Allah’tan başkasından
korkmayan ruhumuz. Bu ruh o günden vardı, bugün de var, inşaallah yarın da var
olacaktır.
Bakınız bu büyük ruhu, milletimizin iman ve İslâm ruhunu
Çanakkale Zaferi ile ilgili olarak gazeteci Ruşen Eşref beye verdiği şu
mülakatta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne de güzel ifade etmektedir;
"Biz kişisel kahramanlıklarla
uğraşmıyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim:
Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8-10 metre yani ölüm muhakkak. Birinci
siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların
yerine geliyor fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor
musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir
çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor,
bilmeyenler kelime-i şehadet çekerek yürüyorlar, cennete gitmeye
hazırlanıyorlar. İşte, bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve
tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini
kazandıran bu yüksek ruhtur." Kaynak:
1918, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülâkat, Ruşen Eşref Ünaydın,
1930. Sayfa: 47
Evet, Türk Milletini ayakta tutan ruh işte Mustafa Kemal
Atatürk’ün de ifade ettiği gibi Çanakkale ruhudur. Bu ruhun özü de İman’dır,
İslâm’dır. Kelime-i Şehadet ve Kur’an-ı Kerim’e olan sevdamızdır.
Çok açık ortadadır ki bu milletin değerleriyle savaşanların
derdi asla özgürlük falan değildir. Bunların tek derdi gençlerimizi ve
geleceğimizi kendi kültüründen, kendi medeniyetinden ve kendi dininden
koparmaktır. Bundan sonraki hedefleri de ortaya İslâm’dan koparılmış ve tamamen
kendi emellerine hizmet eden bir Türkiye çıkarmaktır.
Emperyalist zihniyetler için Türkiye her zaman bir
tehlikedir. Çünkü her türlü eksiğine rağmen İslâm dünyasının dün olduğu gibi
bugün de yegane ümidi ve yegane lideri Türkiye’dir. Onlar çok iyi biliyorlar ki
Türkiye var oldukça ne Orta Doğu’da, ne Kafkasya’da ne de bir başka yerde
emellerine ulaşmaları asla mümkün değildir. İşte bunun için var güçleriyle
saldırıyorlar. Bu bazen siyasi, bazen ekonomik bazen psikolojik saldırıyorlar.
Bunu yaparken de dinimizi ve mukaddes değerlerimizi itibarsızlaşma yarışına
giriyor, iyice çirkefleşiyorlar. Ama Elhamdülillah milletimiz her şeyin
farkında ve Türkiye’miz dimdik ayaktadır.
Allah (cc) ülkemizi ve milletimizi Kur’an-ı Kerim’den ve
Kur’an Sevdalıları’ndan mahrum bırakmasın. Bin yıldır İslâm’ın hizmetkârı olan
bu necip milleti iki cihanda aziz eylesin.
BİR AYET-İ KERİME
“Doğrusu Kitap'ı Biz indirdik, onun koruyucusu elbette
biziz.” Hicr, 9
BİR SÖZ
“ Hiç kimse Hz. Muhammed'in prensiplerinden daha ileri bir
adım atamaz. Avrupa'ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim konulmuş olan
bütün kanunlarımız, İslâm kültürüne göre eksiktir. Biz Avrupa milletleri medenî
imkânlarımıza rağmen Hz. Muhammed'in son basamağına varmış olduğu merdivenin
daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yarışmada O'nu
geçemeyecektir.” Alman Edebiyatçı - Johann
Wolfgang Von Goethe