DEMİRCİ AHMET

 

 

       Son kez oturdular iftar sofrasına. Dumanı tüten çorba   yemek borusuna takılsa da Hatice kadın kocasının çatık kaşlarının korkusundan kaşıklıyor çorbayı. Her iftarda gözü köyün karşısındaki yola asılı kalmış, bakmış gelen giden olmayınca öfkeyle hüznü harmanlayıp yüzünde gezdirmişti Demirci Ahmet.

       İşte bu son iftardı. Bir ayın sonunda bayrama erişilmiş ama bayram yaralı geçeceğe benziyordu. Bayram sofralarının dolup taştığı, torunların evi şenlendireceğini hayal ederken ıssız bir mabet gibi nefes alıyordu demirci Ahmet’in evi. Ne zorluklarla okuttuğu çocukları köyünden, analarından ve babalarında utanır olmuştu. Hele de Ali’si. Evimin direği, ocağımı tüttürecek koçum diye severken, Ali tıp fakültesini kazandıktan sonra çok değişmişti. İneklerini, tarlasını satmış İstanbul’da rahat okusun istemişti. Mezuniyetine çağırmamasını yutmuştu da iki ay önce kıydığı nikaha çağırmayışı çok koymuştu. Oysa hayalini okşardı, resmine bakıp bakıp “hanım okul bir bitsin köyüne kentine faydası olacak, demirci Ahmet’in Ali fakir fukaranın elinden tutuyor diyecekler,” der derin derin iç çekerdi. Gözünden yaş akıtmayan demirci Ahmet yüreğine taş bağlamış olsa da oğlu her aklına geldiğinde taş yerinden oynuyordu. Mutfaktan çaydanlığı almaya giden Hatice kadın tülbendinin ucuyla gözyaşlarını silip “Allah’ım yanıyor içim,” diyerek bir şey belli etmemeye çalışarak sofraya oturdu. Buz gibi gözlerle kocasının yüzüne baktı.

      Sabah ezanı evin bütün odalarında geziniyordu. Demirci Ahmet kara şalvarını, beyaz gömleğini giydi, bayram namazı için caminin yolunu tuttu. Kahvaltı sofrasını hazır etmeye başlayan Hatice kadın siniye iki bardak koyunca gözyaşları sel oldu çağladı. Köyde adetti; erkek çocukları bayramda baba evinde olur, bayram namazına gidilir sofraya hep beraber oturulurdu. Bağıra bağıra ağladı Hatice kadın. Çok uğraşmış, düğünde dernekte şalvarı çıkarttıramamıştı kocasına. Oğlu Ali de şalvarlı gelecekse hiç gelmesin diye haber salınca gönül koymuştu babası. Lakin bu kırgınlık geçeceğe de hiç benzemiyordu. Beyaz tülbendini başına dolayan kadın köyün karşısındaki yola baktı, cisim gibi akan damlaları elinin tersiyle sildi. Bahçe kapısından giren çocukların gönlünü hoş ermek için aşağıya indi. Yaptığı kurabiyelerden çöreklerden ikram etti. Öptü teker teker. Merdivenin birinci basamağına adımını attığında gözleri alt evdeki demirci dükkanına sabitlendi. Oturdu merdivene. Yıllarca kocası ateşin başında demir dövmüş, bir gün bile şikâyet etmemişti. Ezanla ocağı yakar, önlüğü üstüne geçirir akşama kadar demir döverdi. Bütün köyün hatta civardaki köylerin dahi demir işlerini yıllarca yapmıştı. Ağustos sıcağında ağzı oruçlu besmeleyle açardı dükkânın kapısını. Allahtan sağlık ve de hayırlı evlat isterdi. Kendi de ineklere bakmış, bahçe işleriyle uğraşmıştı. Öyle huzurlu mutlu hayatları vardı ki bütün işler bitmiş, çocuklar büyümüş ama huzurda ölmüştü. Kahvaltıya oturduklarında lokmalar çıra gibi boğazlarını yakıyor, çay yüreklerindeki yangını harlıyordu. Üç beş konu komşunun bayram ziyaretleriyle günlerini bitirdiler. Gün siyah hırkasını giyer giymez namazdan sonra uyumak için yatağa girerler ama uyumak ne mümkün. Gözleri tavana çakılmış, akılları uzaklara çoktan gitmişti.

       Köyün sadık bekçileri köpekler ezanla havlayarak köylü uyandırır, seherle köyde hareketlilik başlardı. Ceketini giymesi için tutan   Hatice kadın” Allah kabul etsin bey namazını kıl gel çayımızı içelim,” dedi. Kendisi de sabah namazını kılıp sofrayı hazır etmeye başladı. Tabağa pekmez koyacaktı ki pekmez kavanozu elinden kaydı. Cam kavanoz kırıldı. Hatice kadının içine bir daral gelip oturmuştu ki dışarıdaki bağırtıyla kendini sofaya attı. “Hatice ana, Hatice ana, Ahmet emmi bayıldı, bubam arabaya attı, şehre götürüyor,” diye muhtarın oğlu bağırıyordu. Hatice kadının eli ayağına dolandı, ne edeceğini şaşırdı. Çayın altını kapatıp köy meydanına koştu. Namaz çıkışı köylü toplanmış demirci konuşuyorlardı. Kümpür izzet de Hatice kadının telaşını görüp arabasına bindirip kocasının arkasından şehre götürdü. Bitmedi köyün yolu Hatice kadına. Yıllar gözünün önünden geçit töreni yaptı. Dağlara baktı camdan acı acı. Yutkundu, yutkundu…

       Sabahın erken saatleri olduğu için acil çok kalabalık değildi. Hemşireler sedyedeki hastayı acil müdahale odasına alıp nöbetçi doktoru çağırdılar. Dil altı hapı, serumla birlikte biraz kendine gelen demirci Ahmet’e kalp grafiği çekildi. Nefes nefese hastaneden içeri giren Hatice kadın hastanenin havasıyla asık olan yüz şekli daha da asıldı. Gri duvar boyaları, kahve kapılarla kasvetli havasına cilalar çekilmişti. Kırmızı deri koltuklarla havayı değiştirmeye çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardı. EKG’si çekilen demirci Ahmet’e acil kardiyolojinin görmesini söyledi nöbetçi doktor. Hemşireler uzman doktoru acil çağırdılar. Göz kapaklarını yeni doğmuş bebek gibi açan adamın kollarının titremesi durmuyordu. Dilini ağzında çeviriyor boğuk boğuk ses çıkarıyordu. Ellerinden tutan karısı ağlıyor, rabbine yalvarıyordu. Kapıdan beyaz önlüklü, uzun boylu, gür siyah saçlı bir doktor girdi. Yüzünün rengi atan doktorun göz bebekleri büyüdü büyüdü. Sırtı dönük Hatice kadın kocasının yüzüne bakarak “koma beni buralarda gideceksen beni de götür,” diye ağlıyordu. Usulca gözlerini aralayan adam acı acı karısına baktı. Sonra ayakta duran doktora dikildi gözleri. Sakalına doğru yol alan damlalara engel olamayarak derin bir nefes aldı. “Bayramın mübarek olsun oğul, hakkını helal et şalvarla geldim,” dedi.

        Son kez giydiği şalvarın içinde bedenini ebedi istirahate bıraktı.

 

                      

 

 


( Demirci Ahmet başlıklı yazı Kalbikelam tarafından 20.03.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.