BOYACI
    
   Zifiri soğuk, siyah elbisesini giymişti. Derin bir sessizlik şehrin göbeğine serilmiş, tınısının nağmelerini seslendiriyordu. Elektrik direklerindeki ampullerin çoğu kırılmış, tek tük yananlarda anca diplerini aydınlatmanın çabasındaydı. Karanlık gizemin sıfır noktasında çöreklenmişti. Gece, çehresinin rengine aldırış etmeksizin sabahın yolunu gözlüyordu.
     Yirmi dört saat açık olan şehrin tek çorbacısının tüm lambaları yanıyordu. Tavuk, ezo gelin, kelle paça, mercimek çorbalarının kokuları birbirine harmanlanmış sokağın başına kadar uzuyordu. Çorbacıya gelenler çorbalarını içip sıcak çaylarını yudumlamak ile meşgullerdi.
       Çorbacının kapısında kaldırımın üstüne koyduğu kartona oturmuş bir boyacı her gün ayakkabıları parlatır, boyardı. Karaya çalınmış ellerindeki kauçuğu ayakkabıya bir sürüşü vardı ki sormayın gitsin. Bir daha bir daha…Ara ara yırtılmış deri ceketinin rengi uçalı epey zaman olmuş, soğuk hava son hızla deliklerden içeri girmeye çalışıyorlardı. Pantolonunun ipi yerini beğenmemiş yerinden fırlamıştı. Altı çıkmak üzere olan ayakkabıdan delik çorap görünüyor, arada çorabın içindeki parmaklar büzüşüp kendini çekiyordu. Önündeki boya sandığı evi gibiydi Soner’in, sandığa gözü gibi bakardı.   Ayaz ellerinin üzerindeki yarıkları arada tokatlardı. Titreyen çenesine aldırış etmeden elindeki fırçayı sağlı sollu ayakkabıya hızla sürter sanki bütün vücudunu ısınırdı. Soğuyan tek bedeni değildi. Gönül vücuttan her zaman önce soğurdu.
     Yine çorbasını içip dışarda çaylarını yudumlayanlar takılıyorlardı boyacıya. “Boyacı Memed gündüzler çuvala mı girdi?” diyerek Memed’i konuşturmaya çalıştılar.  Yıllardır geceleri boya yapardı Memed. Sustu. Dün sustu, bugün sustu belki yarın da susacaktı. Lâkin suskunluk sadece ağızda olandı. İnsan susarken kelimeleri ırmak olup çağlardı. Susmak da bir alfabe değil miydi? Yerden gözlerini kaldırdı, gözlerinin altındaki torbalar yukarı gerindi, avurtları öne çıktı. Kararan dişlerini bıyıkları da örtemedi. Başını indirirken “karanlık aydınlıktır,” gibisinden ağzında bir şeyler geveledi. 
    “Geceleri penceremden dışarı baktığımda, dünyada ne bir kötülüğün ne de bir acının olamayacağını hissediyorum. Sonra gün başlıyor.” Jane Austen
      Boyacı Memed sırtını bir çorbacının duvarına dayamış, önünde hayat yoldaşı boya sandığı, gece yolculuğunda bir yolcuydu. Ayakkabılar parladıkça duygu aleminin birinden çıkar diğerine girerdi. Kaderi de parlatmak böyle kolay olsa diye düşünürdü.  Kader, ağlarını yıllar önce çok çetin örmeye başlamıştı Memed’in. Garip doğmuş, aldığı her nefesine gariplik yüklenmişti. 
       Rüzgârın çinkoyu uçuracak gibi karın bir metreye yükseldiği bir şubat ayının gecesinde dünyaya gelmişti. Şeker hastası anasının çocuk doğuramazsın demelerine rağmen anası Memed’i doğurmuştu. Kıvırcık saçlı, kara gözlü tombul bir çocuk olan Memed üç aylık olmadan anacığını toprağın koynuna göndermişti. On yaşındaki ablası beslemiş, bakmış ana olmuştu. Analığın yaşı kaderin göbek bağıymış meğer. Babası baktı olmuyor dört çocukla ortada evlenmiş dul bir kadınla. Kader o gün bir düğüm daha atmış yazgıya. Abla evde; hizmetçi, aşçı çocuk bakıcısı abileri muavin, tamirci oluvermişlerdi.
       Yıllar tozlu yollara serilmişti. Memed’in yüreğindeki hançer yıldan yıla daha derine batmış. İçinin yangını on beşinde ablasının zorla evlendirilmesiyle iyice büyümüştü. O gün bir karanlık kasvet dolaşmıştı damarlarında. Evden atılıp odunluğa yerleşmesi de acısının üstüne tuzla biber olmuştu. Odunluk, hırdavat eşyalarının konulduğu odundan başka her şeyin bırakıldığı bu yerdi. Dört duvar sıvasız bu yerde genzi yakan rutubet kokusuna alışmak zorunda kalmıştı. Gıcırdayan yayların birbirini tutmakta zorlandığı somyanın üzerindeki ince kauçuk somyanın belini ağrıtmasını engelleyemiyordu. Bat tanelikten çıkmış battaniye hem analık hem de babalık rolüne çoktan bürünmüştü. Günde bir öğün verilen bir kap yemekle idare etmeye çalışıyordu.
          Bir inşaatın gece bekçiliğini yapmaya başlamıştı.  Gün aydınlanınca gelir battaniyesinin içine ruhunu hapsederdi. Bazen günlerce öksürüklere boğulur, yataktan kalkamazdı. Kader yüzüme gülmedi hep dolambaçlı yollardan sırtımı sıvazladı, derdi.   Anacığı genç yaşta çekip gitmiş, babası ayran ağızlı olmuştu.  Anneannesi “Analı oğlak yarda anasız oğlak yerde oynar,” derdi. Bu sözü her hatırladığında ciğerine ok saplanırdı.
           Yağmurun çinkoyu dövdüğü gün gözlerini çinkoya dikip, babasından on yaşında top istediği için yediği dayağın acısı gelirdi aklına. Babasının kürek gibi ellerin sırtına yapıştıkça dünyaya olan umudu lime lime doğranmıştı. 
      Zaman yılları kemiriyor, Memed odunluk denilen; karanlık kokmuş izbe yerde odunlukla beraber yaşlanıyordu. Paslanmış demir kapı, gögermiş duvarlar, çöpe atılsa bile kimsenin almayacağı yatağı Memed’in sessiz kavgalarına, ağıtlarına şahitlik ediyorlardı.
   Rüzgârın ıslığının içerde gezindiği günlerden bir gün iki gün yataktan kalkamadı Memed. Mahalleyi inleten sesiyle kapıya dayanan babası Memed’in bayıldığını gördü. Hastanenin yoğun bakımında “anam anam,” diye inleyen ses hemşirelerin içini dağlamıştı. Altı yüz şekerle mücadele veren Memed üç gün aradan sonra servise çıktı. Tip bir şeker teşhisi konulduktan on gün sonra odunluğun çürük havası kapısını açtı. Dünyadaki varlık belirtisi sadece ılık bir nefesti Memed’in.  Başını battaniyeye gömer karanlığın dünyasında avucuna yanağını bırakırdı. Kaderin ağlarına takılmış hayatında karanlık bir girdaptaydı.
   Boyacı sandığını babası odunluğun kapısına koyduğu gün bütün sözcükleri çoktan küflenmişti. Kapısında dizili düşmanları hep aynı melodiyi söylüyorlardı. Hava kararmasına yakın omuzunda boya sandığı ile şehrin sokaklarını geziyor, en son çorbacı Salimin lokantasının önüne ekmek teknesini yerleştiriyordu. Geceler hükümsüzdü, masumdu. Gündüzün geniş olan ağzı ne var ne yok yutuyordu.
         Parmaklarının arasında sıcak çay bardağını tutan adam “anlamadım Memed, ne dedin? Aydınlık ne,” diye sordu. Ardından çorbacıya “Memede benden bir kelle paça,” dedi. 
        Sabah ezanı dalga dalga yayıldı çarşının göbeğine. Köpeklerin sesi ard arda kulakları tırmaladı. Şehir üşüyordu. 
        Sol omuzuna boyacı sandığını asan Memed ceketinin içinde büzüşerek karanlığın içinde kayboldu. Kelle paça beton zeminde dondu. O günden sonra duvar dibi boş ve mahzun Memedler bekledi. 

( Boyacı başlıklı yazı Kalbikelam tarafından 7.06.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu