HUZUR SOKAĞI

 

      Takır tukur, takır tukur…

       Dönmek, gitmek kadar umut yüklü olurmuş meğer. Geri dönmek hüznün, acının kırılan hayallerin barikatıymış.  Bir valize sıkıştırılıp harmanlanmış duyguları sık boğaz etmenin fihristesiymiş. Alınan nefesle yılların kırıntılarını yutmanın verilen nefesle yoğurulan zamana meydan okumanın hesabını yapmanın iz düşümüymüş dönmek.

      İnsan, başlayan ve biten hikâyenin kıyafetini giyermiş, renkleri kendine münhasır. Ve her hikâye ruhunun yamacına çöreklenirmiş.

      Takır tukur, takır tukur…

      Valiz, kaldırımı eze eze ilerliyordu.   Güneş yeni doğmuş ışıklarıyla Elif’in ve valizin sırtını sıvazlıyordu. Nazlı bir sessizlik serili sokağın başında toplanmış arpa çiçeklerinin kokusu Elif’in tenine çarptı. Elif küçüldü küçüldü… Kördüğüm duyguları aradan bir kaçış bularak kaçtı, kaçarken de küçülebildiği kadar küçüldü.

      Yoğurt kutularında sıra sıra dizilen arpa çiçeklerinin aralarına annesi mutlaka reyhan çiçeği koyardı. Yağ tenekelerindeki reyhanlar güya yoğurt kutularına yoldaşlık edeceklerdi. “Hayat hiç yoldaşsız çekilir mi?” derdi annesi. Her sabah balkona dizili çiçeklerini okşar, sıra reyhana gelince onu fazla severdi. Bilirdi; sevildikçe sevgisini gösterirdi her canlı.

       Elif attığı her adımda içinden dökülenleri tepeliyordu. Ayakkabısının topuğu ile eziyordu belleğine urk atanları. Hayatın üç merhaleden müteşekkil olduğunun şuuru ile başını gökyüzüne kaldırdı. Dün geçmişti, yarın gelmemişti. İçinde bulunduğu an; ruhuyla, bedeniyle ve aklıyla var olabilirdi. Geçmişi kurcaladı.

        Pencerelerden sıyrılıp sokağa yayılan kızarmış ekmek kokusu aklını dağıttı. Okula gidecek çocuklara bayat ekmekler yağlanıp kızartılırdı. Annesi de ekmekleri kızartır kahvaltı sinisini hazırlardı. Yalnız ekmeğin sıcaklığı içini ısıtmazdı. Adım adım yaklaştı evlerine. Bahçedeki limon ağacı çiçek açmış, evin etrafını rayihası sarmıştı. Zile üç kez bastı. Din don, din don, din don. Üç her zaman uğurlu sayısıydı.

       Güneş saçaklarıyla el sallayarak veda ediyordu. Elif elleri çenesinde balkonda oturmuş sokağı izliyordu. Sokak, yılları istiflemiş bir eserdi. Çocuk cıvıltıları tüm sokağı ele geçirmişti. Yakan top, yerden yüksek, çelik çomak oynayanlar, ip atlayanlar neşe ve sevinçle kaynaşmışlardı. Kadınlar Fatma hanımın bahçesinde çay eşliğinde el işi yapıyorlardı. Komşuluktan öte bir dostluk, akrabalık havası vardı. Aynı demlikten çay içmek için insanın kan bağına ihtiyacı yoktu. Herkes bir birin halini gözlerden okurdu. Gözler kalbin aynası değil miydi? Büyük işler imece usulü ile yapılırdı. Zaten kimin yufka ekmeği bitmiş kimin salçası, unu, bulguru, turşusu, konservesi söylemeye gerek kalmazdı. Bir de gizlice, hava kararınca yapılanlar vardı. Parası olmayanlar, yemek yapamayanlar. Kimse bilmezdi bazı karanlıkların aydınlık doğurduğunu. Kara gecelerin de bir fısıltısı vardı.

             Huzurun bu sokakta hiçbir zaman eli ayağı bağlanmamıştı. Yıllar sonra mahallesinde nefes almaya başlayan Elif mahalle sakinleriyle hemen kaynaştı. Mahallenin çocuklarına derslerinde yardım etti. Komşuları Hacer, evlerinin alt katındaki boş odayı düzenleyip ders çalışma yeri bile yapacaklarını söyledi. Bu güzel fikir Elif’in çok hoşuna gitti. Tüm kadınlar el birliği ile odayı temizleyip düzenlediler. Bir elin nesi iki elin sesi vardı. Masa, perde halı ile oda adeta bir derslik olmuştu. Hatta semaver, çay şeker de unutulmamıştı. Elif de babasına küçük bir kütüphane yaptırmış içine kitaplarını dizmiş, böylece mahallelinin sevinci katmerlenmişti. Çocukların okulda olduğu saatlerde kadınlar çay saatini Hacer’in evinin altındaki derslikte yapmaya başladı. Ufaktan ufaktan kadınlarda kitaplara ilgi duymaya başladı.

      Renkli bir çarşaf serili sokakta yaz kollarını oynatıyordu. Umudu gerdanlıklarına kolye yapan sokak sakinleri işlerinin başındayken bir öğle saati siyah yabancı bir araba kahvehanenin önünde belirdi. Mahallenin emeklileri yanaşan arabaya doğru başlarını çevirdiklerinde gözleri büyüdü. Şehrin önde gelen müteahhitleri, avukatlar sırayla indi arabadan. Muhtar uzaktan koşarak gelerek “padişahım sen çok yaşa” der gibi önlerinde eğildi adamların. Avukatlar kentsel dönüşüm dolayısıyla tüm evlerin yıkılacağını, mahalle halkının evleri boşaltması gerektiğini söyledi. Sandalyesinde oturanları tepeden tırnağa bir korku bürüdü. Mahallelinin küçüğü büyüğü birer birer meydanda toplandı.  Meydan ana baba günü oldu. Bütün gözlere endişe ve korku oturmuştu. Ev dört duvardan müteşekkil beton değildi; geçmişti, gelecekti, umuttu, sırlarla örülü mabetti, bir anı ambarıydı…  Elif öne atılarak gelenlere; asla kimsenin evini terk etmeyeceğini, mahallerde herkesin mutlu yaşadığını sesini yükselterek söyledi. Elif’ten cesaret alanlar da konuşmaya başladı. Cesaret bulaşıcıydı.

       Mahalle halkının üzerinde kara bir gölge dolaşmaya başlamıştı. Yatıyor kalkıyorlar olsalar da huzurları ikiye ayrılmıştı. Yabacılar kene gibi çöreklenmişti sokağa. Sık sık geliyorlar gövdelerini göstererek büyüklüklerini ilan ediyorlardı.

       Seher vakti koyu bir sessizliğin uzandığı mahalleyi eski kamyonetin sesi yardı. Hasan amcaların evinin önünde duran kamyonetin kapakları gürültüyle açıldı. Uyanan komşular perdenin arasından evi gözetliyorlardı. Evden birer birer çıkartılan eşyalar arabaya yüklenirken Hasan amcanın karısı tülbentinin ucuna gençliğini, anılarını akıtıyordu. Uyanan komşular kamyonetin etrafında toplandı. Köye göçen komşularını vazgeçirmeye çalışsalar da “sizler de er ya da geç gideceksiniz uğraşılmaz bu büyük adamlarla” dedi Hasan amca.  En çok direnen Elif’in de kolu kanadı kırılmıştı. Hüzün okları her taraftan sağanak şeklinde yağıyordu. Elif’in babası da pılıyı pırtıyı toplayıp köye dönmenin zamanı geldiğini söylüyordu. Huzur sokağının yaprakları kurumuş dökülüyor, rüzgârda savruluyordu. Çocukların gözlerinin ışığı sönmüştü artık. Tüm sokak matem havasında hüzünlüydü. Garibanlık sessiz bir çığlıktı.  

      Sedirde elleri koynunda Elif, tek tük yanan lambalara bakıyordu. Karanlık iri gözleri kocaman ağzıyla iyiliği, güzelliği sevinci somuruyordu. On yıl sonra baba ocağına dönmüş tutunacak bir dal bulmuştu Elif. Bağrına bastığı ailesi, mahalleli yüreğindeki kurumuş filizlere can olmuştu. Çektiği acılar, gördüğü şiddet mazide kalmıştı derken; acı sadece kılıf değiştirmişti. Güzel insanların hâli içindeki cızırtının sesini yükseltti.

        Ölü bir sabaha gözlerini açtı Elif. Kapının önünde ambalajlı paketler, çuvallar yataklar buruk bir göçün habercisiydi. Vicdansız adamlarla mücadele etmek için babasını ikna edemedi Elif. Oluk oluk kin kusuyordu gözleri. Mahallenin girişinde büyük bir gürültü kulaklarını tırmaladı. Kamyon, grader kepçe arabaları peş peşe sokağa giriyordu. Arkada siyah bir arabadan dört beş adam ağızları yüzlerine yayılmış vaziyette indiler. Elifin babası küçük bir pikaba eşyalarını yüklemişti. Elif sırıtan adamların arasında on beş yılına zehir saçan Cemil’i görünce gözlerine inanamadı. “Beni bırakırsan sana bu dünyayı dar edeceğim,” sözleri zihninde dolandı. Eşek ölüsü valizleri Elif ve annesi arabaya taşıdı.

      Takır tukur, takır tukur…

    İnsan, başlayan ve biten hikâyenin kıyafetini giyermiş.  Ve her hikâye ruhunun yamacına çöreklenirmiş.

     Yaprakları dökülen sokağın dalları da kuruyama yüz tuttu. Sokak kalbinden vuruldu. Yarasını kimse saramadı sokağın. Bir de her kanadığında yaraya tuz basmak âdet oldu.  Huzur sokağı, bütün huzurunu gömdü toprağa. Sokağın yüzü bir daha gülmedi gülemedi…

     

 

 

( Huzur Sokağı başlıklı yazı Kalbikelam tarafından 25.07.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu