YOLCU
Sağanak kelimeler diyarında
bağdaş kurmuş yitik bir münzeviyim. Sancılı düşlerim. Sonu bulunamayan tümceler
ağında meçhul bir sonsuzluğun iz düşümü yakamdakiler. Tenimden sıyrılmış artık
nadasa yatırdıklarım ya da yatırmaya çalışırken arkasını toplamaya
çalıştıklarım.
Hırdavat deposuna
emekleyen duyguların kuyruğundan yakalama çabası var alnımın orta yerinde. Yine
avuçlarım nefesimle ısınırken. Lime lime dökülüyor zaman. Çakıl taşları
varlıklarını ıspatlamışken izbe bir köşede gübreli bir toprak bulup tohum
atmaya çalışırken sol yanımın kıpırtılarına kulak kabartıyorum. Ah yolcu hangi
gülün gölgesinde gölgelendin. Gölgen bile sessiz çığlıklarını gömmüş iken. Sen düşlerine
serpiştirdiğin masum dileklerine can suyu dökmeye çalış. Bilemezsin acep zaman
ne çıkarır karşına.
Dağ başı
yalnızlığında yeşertme çabasındaydı yağmur çürümeye yüz tutmuş tohumları. Lakin
sık boğaz eden bir mefkurenin yamacında şaşkın bakıyor parmaklarım.
Gıdıklıyorum kış uykusuna yatmış anıların koltuk altlarını. Yanakları şişiyor,
gözleri küçülüyor. Sus pus bütün kelimelerin bellerindeki yağlı urganı
çözüyorum.
Uğultular peyda
oluyor bir bir. Ayıklamaya çalışıyorum ölü olanlarını. Ardı arkası kesilmeyen,
sonsuzluğa koşan uğultular. İç sesimin uyanan bölümüyle harmanlıyorum
duygularımı. Yağmuru katık yapıp düşünce ağıma uyanıyorum, uyandırılıyorum.
Yırtık adımlarım.
Çakıl taşlarına basarken her adımda yama yaparak adımlıyorum bugüne, yarına.
Emekleyen kıpırtılar cimcikliyor etlerimi. Bir fener yanıyor kalbimin kıyısında.
Ruhum uyanıyor fal taşı gibi ve ben pencereden bir başka bakıyorum o an. An,
her an, her zaman.
Ayrık otları sarar baharda yolları, ucu bucağı
kendine münhasır. Aldığım ve verdiğim nefesin büklüm büklüm oluşudur
durakaldığım zaman. Küfemde bekleşen
tıkırtıları kovuyorum şimdi. Yol benim, yolcu benim geriye kalan küflü anılar
ambarı.