KANI YUTAN SOKAK
Kümeleşmiş toz
bulutu daireler çizerek havalanıyor, sonra toprağı öpüyordu. Güneş naz yapmayı
bırakmış, ışıklarını bütün gücüyle göndererek yaktıkça yakıyordu ortalığı.
Çakır Boğaz sıcağı damarlarında gezdiriyor, ufacık esintiler kıymete biniyordu.
Gün ortasında ne varsa Çakır Boğazın kucağında kendinden geçiyor, ikindi vakti
başlayan kıpırtılar gece yarısı son buluyordu. Uyuyordu her ses, her nefes.
Ezan bütün
kapıları tıklatıyor, sokakları uyandırıyordu. Azığını alan sokağın başında
traktörlerin römorklarına doluşuyorlardı. Yaz tatilinde köyün çocukları bağda,
bahçede çalışarak evlerinin geçimine yardımcı olurlardı. Kemal de annesiyle her
gün üzüm yevmiyesine gider okul için para biriktirirdi. Güneş doğmadan bağlarda üzüm kesimi
başlardı. Sokaktaki kalabalık traktörlerin hareket etmesiyle boşalır, yerini
sarı kızlara bırakırdı. Böğürerek sokağın sonundaki çeşmenin teknesinden kana
kana sularını içerlerdi sarı kızlar. Toz toprak hallaç pamuğu gibi atılırdı her
sabah. Evde kalan yaşlılar evlerinin önünü süpürür, duvarlara dizili çiçekleri
sularlardı. Sıra sıra dizili evet marka yağ tenekelerindeki çiçekler susuzluğa
hiç dayanamazlardı. Fesleğen, arpa çiçeği, küpeli, damat bohçası hemen küserler
baygın baygın bakarlardı. Taş duvarlarla yapılan evler yaşlarını yüzlerinden
belli etse de içindeki mutlu insanlarla huzur abideleriydi. Evlerin geniş
balkonlarındaki asma talvarlar gölgelenmek için biçilmiş kaftandı.
Vakit öğleyi
devirdikten sonra sokağın ruhuna can gelir herkes kendini sokağın kollarına
bırakırdı. Tarladan gelen çocuklar karınlarını doyurup sokakta top peşinde
koşar, bilye yarışına tutuşurlardı. Arkadaşlarını toplayan Kemal için günün en
güzel saatleri başlamış olurdu. Kadınlar kapı önlerinde çay şıngırtıları ile
iğne oyası, dantel, kaneviçe yarışına girerler, hafta sonu gelecek çerçiye
işlerini yetiştirmeye çalışırlardı. Yaşlılar ortak yaptırdıkları çulfaldıkta
savan dokur, kirmen eğirirlerdi. Bulgur kaynatma, salça çıkarma, yufka ekmek
açma işleri hep beraber yapılır herkes de bundan çok memnun kalırdı.
Huzur bulaşıcı hastalık gibi bu sokakta
yayılmıştı ama en fazla da cuma günleri mutluluk tavan yapardı; sokağın
girişine sac kurulur, börekler, bazlamalar nar gibi kızarırdı. Ateşte çay kaynar,
tüm sokak halkı bayram yapardı. Kemal
arkadaşlarıyla bazlama kokusunu alır almaz koşar sıraya girer, karnını
doyururdu. Karnı doyan çocuklar topun peşinde daha bir hızlı koşarlardı.
Çocukların tek sıkıntısı Rasim ağanın sokaktan geçerken çocuklara kızmasıydı.
Bakışlarından bile korkan çocuklar Rasim ağayı görünce kuytu yerlere saklanır
onun sokağın sonundaki tepedeki evine gitmesini beklerlerdi. Büyükler bile
ağanın karşısında el pençe divan durur tek kelime edemezlerdi. Kemal annesine
Rasim ağayı hep şikâyet eder neden bu kadar sert olduğunu sorardı. “Köyün en zengini,
yanında onlarca işçi çalışıyor elbette sert olur, ağa hükümet gibidir oğul”
cevabı Kemali hiç tatmin etmezdi. “Nasıl hükümet gibi olunur, zenginlerin yüzü
hiç gülmez mi?” gibi sorular beynini kemiriyordu Kemalin. Her gün yatağa yatınca ilerde yapacaklarının
hayaliyle uyurdu Kemal; iyi kalpli bir ağa olacak, köyüne futbol sahası
yaptıracak, çocuklara hediyeler bir de anasına çamaşır makinesi alacaktır;
Ali’nin babası anasına ikinci el bir makine almış, anasının elleri de hiç kabarmazmış
artık.
Azığını beline
kuşanan Kemal ezanla bağda buldu kendini. Altın gibi Yalova incilerinin olduğu
üzüm sandıklarını traktöre taşırken akşam yapacakları maçı da kafasında
planlıyordu. Hatçe ninenin başı biraz ağrıyacaktı seslerinden ama yine de
severdi sokağın çocuklarını, maç sonu bisküvi arası lokumları, köfterleri her
zaman dağıtırdı. Bazen de ölmüşlerinin ruhu için palıza pişirirdi.
Güneş
ışıkları işçilerin başında bağdaş kurmuşken yan bağdaki bağırtılar gözleri o
yöne dönderdi. Rasim ağa olanca sesiyle “sıra mıra bilmem, benim bağlar bugün
sulanacak. Üzümlerim sıcaktan bayılıyor yoksa tüccar anlaşmayı bozar. Son
sözüm; su benim bağa akacak,” diye bağırıyordu. “Ağam bu kaçıncı oluyor böyle,
suyu herkes sırayla alıyor. Ağa olman sana bu hakkı vermez ki,” deseler de
ağzından köpükler fışkıran Rasim ağa “ben bu köyün ağasıyım ne dersem o,”
diyerek son sözünü söylüyordu. Kemal konuşulanları şaşkınlıkla dinliyor, ağanın
haksızlıklarına kimsenin ses etmemesi de çok tuhafına gidiyordu. Ağızlarına
fermuar çekilmiş işçiler işlerini bitirmek için üzümlere sarılıp ağanın
arkasından sadece bakmakla yetiniyorlardı.
Güneş vedalaşmaya
hazırlık yaparken, sıcaklık az da olsa azalmıştı. Duvar diplerinde kızlar
evcilik kurmuş oynuyorlar, kadınlar bir köşede salçalık biber temizliyorlar,
Kemal ve arkadaşları top peşinde koşturuyorlardı. Sokağın yüzünde güller açmış,
sesler günün yorgunluğunun üstünü örtmüştü. Karşı takımın attığı topa koşan
Kemal topun yolun alt tarafındaki bir evin bahçesine gitmesine engel olamadı,
arkasından koştu. Necla gelinin bostanının içine giden topu alırken evden gelen
seslere Kemal kulak kabarttı. Rasim ağanın kalın sesi Necla gelinin
ağlamalarını bastırıyordu. “Yuvamı yıkacaksın gelme bir daha,” diyerek kapıyı
açan Necla gelin Rasim ağanın gitmesini istiyordu. Topu alıp bahçeden çıkmaya
çalışan Kemal ağayla göz göze geldi. Kaçlarını çatan ağanın alnındaki
çizgilerin çukurluğu Kemale baktıkça artıyordu.
Burnundan nefesler alev topu gibi fışkırıyor, giydiği ayakkabısından
topuğu dışarda kalmış telaşla merdivenlerden inerken, işaret parmağını
göstererek bir şeyler mırıldanıyordu. Kemal koşarak bahçeden çıktı. Kalbi
yerinden fırlayacak gibiydi. Arkadaşlarına oyunun bittiğini söyleyerek eve
girdi. Sabaha kadar gözleri fal taşı gibi duvara dikildi. Kimseye bir şey
söyleyemedi. Sabah olduğunda hala bir insanın nasıl tüm köye hükmettiğini,
herkesi köle gibi kullandığını düşünüyor bir türlü cevap bulamıyordu.
Kemal üzüm
sandıklarını taşırken uykusundan kirpiklerini birleştirmemeye çalışıyor, ne
yöne baksa ağanın suratı burnunun üstünde beliriyordu. İşlerini bitirip soluğu
evde aldı. Sokağa hiç çıkmadı, beynini kemiren kunduzlara bir türlü engel
olamıyordu. Annesi Kemale bir haller olduğunun farkındaydı, ağzından laf almaya
çalışsa da başarılı olamıyordu. Evler boşalmış herkes kendini dışarı atmıştı.
Gölgeleri dolduranlar neşeyle oyunlar oynuyor, kadınlar ikindi çaylarını yudumlayıp
köyde olup bitenleri konuşmaya başlayınca; Hatçe ana “ağanın edepsizliğini
kahvede konuşur olmuşlar, akşam bizim oğlan söyledi” diyerek tülbentiyle ağzını
kapatıyordu.
Çelik çomak,
yakan top, mendil kapmaca, gazoz kapağı vurmaca oyunları bir biri ile yarışıyordu. Yaşlılar kırpık
kesiyor, sesler, koşturmalar sokağın canına can katıyordu. Kemal ise odasında
her dediği kanun, her sözü emir olan Rasim ağanın kendisine zarar
verebileceğini düşündükçe korkuyordu. Ağanın bakışlarındaki kin öfke karşısına
gelip oturmuş, herkese korku salan bu insanın gücünü parasından aldığını
düşünüyordu.
Seherde plastik helkesini
koluna takan, azığını beline dolayanın kapısı açıldı. Üzüm hasadının sonuna
geliniyordu. Dağınık saçları, yamalı şalvarıyla anasıyla çıktı evden Kemal.
Üzüm işi bitince şöyle öğleye kadar uyuyacaktı. Omuzları sandık taşımaktan
kabuk bağlamıştı. Önce sokağın sonundaki çeşmeden bidonunu doldurmak için ters
yöne gitti. Anası traktöre doğru yol alıyordu. Gözünden sakınmazdı
ciğerparesini ama halı hal değildi Kemalinin. Yemiyor içmiyordu. Neşesi sevinci
ölmüştü sanki.
Buz gibi suları kola şişelerine doldurdu,
traktörün römorkunda yer bulabilmek için adımlarını hızlandırdı. Birden
sabitleşen bakışlarıyla dengesini kaybetti. Bacaklarındaki gücü toprak
somuruyordu. Ağaçlardaki kuşlar korkuyla havalandılar. Silah sesi dalga dalga
yayıldı köyde. Köylüler sesin geldiği yöne doğru koşuyorlardı. Eski mavi
tişörtü kanlara bulanan Kemal gözlerini ayırmış gökyüzüne bakıyordu. Kuşlar
maviliklerde süzülmüşler özgürlüğün tadını çıkarıyorlardı. Elinden ayrılan şişeler
yuvarlanmış Kemalden uzaklaşıyordu. Anasının boğazını yırtacak ağıtları sokağı
inletiyor, Kemalinin başını göğsüne yaslamış gözyaşları sicim gibi akıyordu.
Kalbindeki sevinçlerine umutlarına kör kurşun saplanmıştı. Ilık ılık akan kan
toprağı sıvazlayıp ayak ucuna doğru akıyordu.
Paranın gücü bir
kez daha mazluma galebe çalmıştı. Minik bir yüreğin umutları, sevinçleri
gökyüzüne doğru havalanıyor; hırs, benlik, kin ve kara bir vicdan yürümeye
devam ediyordu.
Sustu sokak, sustu bütün köy. Ağustos ayı
giderken yakıp yandırmıştı; yürekler yandı, haneler yandı, hatta ikinci el
çamaşır makinesi bile yanmıştı. Ölmüştü kalpler, sokaklar. Çakır Boğaz ölmüştü.
Gülmedi kimsenin yüzü, gülemedi. Kemallerin sokağı; sesleri, oyunları, neşeyi
ve de kanı bile yutmuştu.