İsrail soykırımın faturasını bize ödetiyor!
Boykot etkili oldu mu?
Oldu. Pek çok şirket milyar dolarlarla ifade edilen zararlarla karşı karşıya
kaldı. Öyleyse boykotun sürekli hale gelmesi, bu olaylar durulduktan sonra da
devam etmesi gerekiyor. Aksi halde yeni soykırımların faturasını bize
ödetecekler.
04:00 - 25/01/2024 Perşembe
Güncelleme: 03:23 - 25/01/2024 Perşembe
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
Doç.
Dr. Akif Çarkçı / Düzce Üniversitesi Öğretim Üyesi
Siyonizm, zehirli bir
dalga olarak sadece İsrail’i ve bölgesindeki ülkeleri değil, küresel çapta
bütün dünyayı etkileyen bir ideoloji. Siyonizm’i bir ahtapot metaforu ile tarif
edecek olursak, bu zehirli ideolojinin çeşitli ayakları var. Kültür, eğlence,
ekonomi, finans, tıp, siyaset, akademi gibi alanlarda Siyonizm’in kurduğu ve
işlettiği aygıtlar var. Bu aygıtlar eliyle dünya toplumlarına nüfuz ediliyor ve
çark döndürülüyor.
BİRER MİSYONERE
DÖNÜŞEN ÜNLÜLER
Kültür ve eğlence
alanında Siyonizm kendisini sinema, müzik, yayıncılık gibi alanlarla besliyor.
Birer endüstri haline gelen ve ticarileşen bu alanlarda Siyonizm; ünlüler,
yazarlar, şarkıcılar, oyuncular ve ikonik karakterler üreterek özellikle
gençlerin ve çocukların önüne yeni rol modeller çıkarıyor. Bu rol modeller bir
süre sonra davranışsal etkileşim üreterek kendisine benzemeye çalışan
yüzbinleri arkasından sürüklüyor. Rol modeller gibi tüketen, onlar gibi
eğlenen, onlar gibi giyinen ve düşünen nesiller ortaya çıkıyor. Bu rol modeller
insan kalabalıklarına sadece profesyonel üretimlerini sunmuyorlar. Aynı zamanda
düşünce ve kanaat geliştirme rollerini de oynayarak zihin inşa süreçlerinde
birer mühendis olarak ortaya çıkıyorlar. Sinema yıldızları, dizi oyuncuları,
pop starlar ve diğer unsurlar üzerinden belli bir düşünce ve hayat biçimi
aşılanıyor.
Siyonizm’in bir diğer
ayağında ise ekonomi-finans var. Bu zehirli ideolojinin kültür-eğlence ayağı
ile ekonomi ayağı arasında ciddi ilişkiler var. Kültür endüstrisi tarafında
üretilen ürünler devasa reklam kampanyaları ile küresel pazarlarda
müşterilerine ulaşıyor. Bazen sevimli yerel karakterler üretilerek bu sempatik
karakterler üzerinden bir ürünün pazarlaması yapılıyor. Böylece toplumun
kabullenme ve ürünü benimseme düzeyi yukarılara çıkarılmış oluyor. Mesela bir
çizgi film karakteri, toplumda sevilen sayılan bir oyuncu ya da şarkıcı, bir
ürünün pazarlanmasında etkili birer misyonere dönüşüyor. Bu misyonerler bir
süre sonra reklam şirketleriyle yaptıkları sözleşmeler gereği belli hassas
alanlarda ketum davranmak zorunda bırakılıyor. Daha da açığı kendi özgün
fikrini beyan edemeyecek hale getiriliyorlar ve belli merkezlerden kendilerine
verilen suflajlarla hareket etmek zorunda kalıyorlar. Çünkü reklamında oynadıkları
şirketler tarafından satın alınan bu ikonik karakterlerin sıra dışı açıklamalar
yapmalarının önü alınmış oluyor. Mesela Siyonist sermaye ile üretilen bir
ürünün reklamında oynayan herhangi bir şarkıcı ya da oyuncu Gazze’deki soykırım
hakkında tek bir söz söyleyemeyecek hale getiriliyor.
SİYONİST KASA NASIL
DOLUYOR?
İşin ticaret ve üretim
ayağında ise özellikle temel ihtiyaç maddeleri üreten ve pazarlayan Siyonist
şirketler var. Gıdadan kozmetiğe, dayanıklı mamullerden deterjana, dondurmadan
çikolataya kadar sayısız ürün üreten ve albenili reklam kampanyaları ile bunları
marketlere salan şirketler bir süre sonra mali güçlerini de kullanarak
perakende ağlarını tekelleri altına alıyorlar. Muhafazakâr sermayeli market
zincirlerinde bile neredeyse alternatif ürün bulmak çok zor. Deterjan,
kozmetik, gıda gibi alanlarda faaliyet gösteren devasa sermayeli şirketler
diğer şirketleri rekabet edemeyecek hale getiriyorlar. Çünkü üretilen
markaların pek çoğu aynı zamanda küresel markalar ve dünyanın pek çok yerinde
pazarlaması yapılan ürünler üretiyorlar. Medya tekelleri üzerinden yaygın
reklam kampanyaları düzenleyerek ürünlerini yerel pazarlarda kabul gören birer
misyonere dönüştürüyorlar. Bazen yerel markaları kendi bünyelerine katarak
ürünün yerelleşmesini sağlıyorlar. Yerel kültürle diyalog kurarak küresel çapta
üretimi yapılan markalı ürünlerini yerel pazarda yaygın hale getiriyorlar. Bir
örnek vermek gerekirse Ramazan sofralarına kolanın girişi bu şekilde oluyor.
Kola reklamlarında silueti arka plana konulan minare figürü tüketici üzerinde
sempatik bir etki üretiyor. Ya da bir deterjan markasının pazarda iyice kabul
görmesi için, ürüne ilişkin reklam filmine toplumun her akşam TV’lerde beğeni
ile izlediği bir oyuncu yerleştirilerek ürün sempatik hale getiriliyor. Her bir
birey markete alışverişe gittiğinde bu ürünleri daha önce kendisine empoze
edilen “yerli marka” algısıyla market sepetine dolduruyor. Özellikle zincir
marketler ağzına kadar bu ürünlerle dolu. Raf kirası, promosyon, iskonto gibi
cazip koşullarla market raflarına giren ürünler hem satıcı hem de alıcı
açısından cazip hale getiriliyor. Herkes gönül rahatlığı ile bu ürünleri alıp
evine götürüyor ve tüketiyor.
BOYKOT CANLARINI
ÇOK YAKIYOR
Peki bu ürünlerden elde
edilen hasılat nereye gidiyor? Tabii ki Siyonizm’in kasasına gidiyor. Gazze
soykırımı esnasında pek çok küresel Siyonist-Yahudi sermayeli şirketin İsrail’e
açıktan destek verdiğini yakinen takip ettik. Bu firmalar İsrail’e olan
desteklerini açıktan ortaya koydular, saklamadılar. Ne zaman ki insanlar bu
firmaları boykot etmeye başladılar, bazıları topluma şirin gözükmek adına
“Filistin’e şu kadar milyon dolar yardım” açıklaması dahi yapmak zorunda kaldı.
Boykot etkili oldu mu? Oldu. Pek çok şirket milyar dolarlarla ifade edilen
zararlarla karşı karşıya kaldılar. Öyleyse boykotun sürekli hale gelmesi, bu
olaylar durulduktan sonra da devam etmesi gerekiyor. Aksi halde yeni
soykırımların faturasını bize ödetecekler.
Bu zamana kadar
ödetmediler mi? Marketten aldığımız her bir ürün, izlediğimiz her bir sinema
filminin bileti, kredi kartı ile yaptığımız her bir ödeme Gazze’deki masumlara
bomba ve kurşun olarak gitmedi mi? Uyanık Siyonistler bu bombaların,
kurşunların bedelini market farlarında bizlere ödetmediler mi? Mesela pek
çoğumuz şu duruma uyanmamışızdır: Çok bilinen ve TV’lerde sık sık reklamları
dönen bir deterjan markasının daha evvel İsrail’de devlet başkanlığı yapmış ve
lakabı kasap olan bir Siyonist cani ile, yani Ariel Şaron ile aynı ismi
taşıması bir tesadüf mü? Adamlar gözümüzün içine baka baka bu ürünleri satın
almamızı sağlamadılar mı? Oysa ki her bir deterjan paketinin içine bugünlerde
Gazze’deki çocuklara sıkılan kurşunların bütçesi konmuştu! Afiyetle yediğimiz
dondurmaların içine bugünlerde Gazze’de bebekleri öldüren canilerin askeri
bütçeleri işlenmişti! Ya da soğuk soğuk kafaya diktiğimiz malum marka kolaların
içine bugün Gazze’de öldürülen masumların üzerlerine yağdırılan mermilerin
bütçesi sıkıştırılmıştı!
DİRİLİŞ MEŞALESİNİ
YAKMADAN, VAROLUŞ KAVGASI VEREMEYİZ
Siyonizm etikleri sadece
belli bir bölgede, örneğin Orta Doğu’da, Filistin’de hissedilen bir ideoloji
değil. Siyonizm küresel düzenin ve küresel kapitalizmin bizatihi kendisidir.
Küresel düzeni yöneten sermaye çevreleri ile İsrail’de devleti yöneten çete
aynı çetedir, aynı organizasyonun elemanlarıdır. Türkiye’de market raflarını
dizayn eden çete ile ABD’de Wall Street’i idare eden çete aynı çetedir. Devasa
medya kuruluşlarını elinde tutan kartellerle Müslüman ülkelerde kamuoyunu
dizayn etmeye çalışan, yerli iş birlikçileri eliyle gerektiğinde post modern
darbeye kalkışan çeteler iş birliği halindedirler. Küresel elitlerle yerli
aparatları arasında aynı davaya hizmet etmek dışında bir fark yoktur.
İsimlerinin Türk, Müslüman ismi olması bu gerçeği değiştirmiyor. Sporcu,
gazeteci, işadamı, senarist, bilim adamı kimliği ile ortalıkta dolanan İsrail yanlısı
elitlerle bu yandaşları besleyen patronları arasında amaç, hissiyat ve ruh
bakımından bir fark yoktur. Köleleştirilmiş, parayla satın alınmış, itibar
kazandırılmış yalı zencileri ise küresel baronların kapısında havlayan birer
bulldogdan farksızdırlar.
Bütün bu olan biten
karşısında sadece Müslüman halkların uyanması ve Siyonizm’e karşı cephe alması
yeterli değil. Bütün insanlık aleminin bu zehirli ahtapot karşısında uyanışa
geçirilmesi gerekiyor. Ahtapotun hangi kollarıyla bizi kavramaya, sıkmaya ve
canımızı çıkarmaya çalıştığını iyi idrak etmek zorundayız. Tüketim
alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmedikçe, parayla olan ilişkimizi yeniden
tanımlamadıkça, iktisat meselesini bir itikat meselesi olarak algılamadıkça
Siyonizm’le mücadele etmemiz mümkün değil. Banka, faiz, kredi kartı gibi
finansal konularda uyanık olmak zorundayız. Küresel kültür ve eğlence
sektörünün içimize akıttığı zehrin farkına varmak durumundayız. Batı icadı
batıl ideolojilerin zihinlerimize enjekte ettiği yabancı zehirlerden arınmak,
yeni tip bir düşünce ve bilgi sistemi üretmek, inşa etmek zorundayız. Her
şeyden önemlisi insanlığın son kurtuluş reçetesi olan İslam’la ve mülkün gerçek
sahibi olan Allah Azze ve Celle ile olan ilişkimizi sahih bir düzleme çekmek
zorundayız. Vahyin aydınlığına koşmaktan imtina ettikçe batılın karanlığında
ayağı prangalı bir köle olmak kader haline geliveriyor. Sezai Karakoç üstadın
deyimiyle diriliş meşalesini yakmadan varoluş kavgası veremeyeceğiz. Aksi halde
bizi daha karanlık ve zor günler bekliyor.