M. NİHAT MALKOÇ
Hz. Muhammed(sav) kör karanlık dünyayı aydınlatan ilâhî bir
nurdur
Bundan 1449 sene evvel dünyamızı
şereflendiren Hz. Muhammed(sav) kör karanlık dünyayı aydınlatan ilâhî bir
nurdur. Bu nur, ışığını son ilâhî kitap olan Kur'an'dan almıştır. O, cahiliye
karanlığının üzerine bir güneş gibi doğmuş, ezilenler için yepyeni bir hayatın
müjdecisi olmuştur. Diri diri toprağa gömülen kızlarımız onunla yeniden hayat
bulmuştur.
Hz. Âdem'le başlayan peygamberlik müessesesi onunla son bulmuştur. O,
âlemlerin Rabbinin "Habibim" dediği bir fazilet abidesidir. O, rahmet
denizlerinde kıymetli bir inci tanesidir. O, hayatı boyunca yapmadığını
söylememiş, söylediğini öncelikle kendisi tatbik etmiştir. Yaşadığı süre
boyunca ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa rıza göstermiştir.
Peygamber Efendimiz
çevresindekilere her zaman güven telkin etmiştir. Onun azılı düşmanları bile güvenini
kazanmıştır. O verdiği sözde daima durmuş,
hiç kimseyi kandırmamıştır. Onun içindir ki kendisine "Muhammed'ül
Emin" denilmiştir. O hiçbir zaman
hak ve adalet yolundan ayrılmamıştır. Ruhunu vahiyle yıkayan Resulullah takva
konusunda en güzel örnek olmuştur. Fakat bazılarının söyledikleri gibi o diğer
insanlardan çok da farklı ve uç bir hayat yaşamamıştır. O da herkes gibi
acıkınca yemiş, üzülünce ağlamış, uykusu gelince uyumuş, neticede insanî bir
hayat sürmüştür. Fakat o, Kur'anî
hakikatleri yaşama konusunda daima ısrarcı olmuştur. Aişe
validemiz, Allah’ın Elçisi hakkında bilgi isteyenlere, “Siz hiç Kur’an
okumuyor musunuz? Onun ahlâki Kur’an idi” cevabını vermiştir.
Peygamberlere iman, inancımızın
manifestosu amentünün esaslarından biridir
Peygamberlere iman, inancımızın
manifestosu olan amentünün esaslarından biridir. Bizler ilk peygamber Hz.
Âdem'den son peygamber Hz. Muhammed(sav)'e kadar bütün hak peygamberlere gönülden
inanır ve onları içtenlikle severiz. Onların getirmiş oldukları kitaplara ve
suhuflara(sahifelere) inanırız. Onların getirmiş olduğu kitapların bozulmamış
hallerini kabul ederiz. Bu bizim inancımızın ve Müslümanlığımızın gereklerinden
biridir.
Sevginin maddeye yenildiği,
ikiyüzlülüğün revaçta olduğu talihsiz bir çağda yaşıyoruz. İnsanlık dost
yerine, sürekli mal biriktiriyor. Doyumsuzluk ruhlarımızı kemiren tedavisi güç
bir illet. Onun içindir ki biriktirdiklerimiz bizi mutlu etmiyor. Çünkü
mutluluk biriktirmekle değil, eldekileri paylaşmakla elde edilebilir. Keşke bu
gerçeği idrak edebilsek.
Sahabeler döneminde insanlar kıt kanaat
geçinmeye çalışsalar da bugünkü zengin insanlardan çok daha mutluydular. Zira
onlar öncelikle manevî açlıklarını muhabbetle gidermişlerdi. Onlar muhacirlere
gönüllü ensar olmuşlardı. Ellerinde her ne varsa tasadduk etmişlerdi. Onlar
velinimetleri olan peygamberlerini anne-babalarından ve evlâtlarından daha çok
sevmişlerdi. Bu özellikleri dolayısıyla gerçek mutluluğa kavuşmuşlardı.
O, ümmetini nasıl içten sevmişse
ümmeti de onu yürekten sevmiştir
Peygamberler zincirinin son halkası olan Hz. Muhammed(sav), ümmetinin
dertleriyle dertlenmiş, onların kurtuluşu için Rabbine yakarmıştır. O, ümmetini
nasıl içten sevmişse ümmeti de onu yürekten sevmiştir. İnsanlığın gözbebeği
olan Peygamberimiz çok geniş bir muhabbet halkasına sahiptir. Bugüne kadar
hiçbir fâni onun kadar sevilmemiştir. Onu yürekten sevenler gerçek sevginin
doyumsuz hazzını tatma bahtiyarlığına erişmişlerdir.
Üstad Necip Fazıl, hiç eskimeyen Çile şiir kitabındaki "Peygamber" adlı şiirinde onu şöyle anlatır: "Sen, fikir kadar güzel;/Ve tek, birden daha tek!/Itrını süzmüş ezel;/Bal sensin, varlık petek...//Sensin ölüme hisar;/Bâkisi hep inkisar../Sar bizi, çepçevre sar,/Rahmet rüzgârı etek!.." Aynı Necip Fazıl, Peygamberimiz için yazmış olduğu "Esselâm" adlı şiir kitabında onu şöyle tavsif eder: "Yok bile yokken O vardı;/O bir nur... Ki mutlak saffet/Âdem, Allah'a yalvardı;/O nur için beni affet!//Âdem'in alnında bir nur;/Derken öbür Peygamberde/Âyet ki, çıplak okunur;/Ne bir harf, ne zarf, ne perde//Geçti bilmem kaç nesilden,/O nur, İlâhi daire.../İbrahim'den İsmail'den,/Vesaire vesaire...//O nur, o nur, elde sancak;/Aktarılır, nebî nebî/Bir beklenen var ki, ancak,/Nurun ezelden sahibi...//Nur sırdır, ışık üstü sır;/Vurduğu eşya gölgesiz/Onsuz insan kör ve sağır;/Ülkeler onsuz, ülkesiz/Son Peygamber, son Peygamber!/İlk olunca sona geldi/Nur, fezayı tutan çember,/Ondan gelip O'na geldi"
Bugün gönüllerimiz sevgisizlikten seraba
dönmüş vaziyettedir. Midelerimizi tıka basa doldursak da gönüllerimiz sevgi
açlığı çekmektedir. Neredeyse bütün insanlığın manevî bakımdan can çekiştiği
bir çağda muhabbet-i nebi'nin hasretiyle yanıyoruz. Zira gönüller ancak onun
aşkıyla ve muhabbetiyle mutmain olabilir. "Muhabbetten Muhammed oldu hasıl,/Muhammed’siz
muhabbetten ne hasıl?" ifadeleri bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır.
Peygamberi
sevmek Allah'ı sevmenin işaretidir
Milletimiz tarih
boyunca her dönemde Peygamber Efendimizi canından çok sevmiş, onun getirdiği İslâm
dinini insanlığa yaymak ve Kur'an-ı Kerim'i hayata hakim kılmak için canını
bile seve seve verebilmiştir. Çünkü onlar peygamberi sevmenin Allah'ı sevmenin
işareti olduğunu çok iyi biliyorlardı. Kutsal kitabımız bunu şu ayette açıkça
dile getiriyordu: “De ki: ‘Eğer babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada
uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan,
peygamberinden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri
gelinceye kadar bekleyin! Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”
(Tevbe Sûresi, 24)
Rahmeten Lil
Âlemin olan Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyuruyor ki; “Üç şey
var ki, bunlar kimde bulunursa, o kişi, imanın tatlılığını bulur. Bunlar,
kişinin Allah ve Resulünü başka her şeyden fazlasıyla sevmesi, birini ancak
Allah için sevmesi, küfre dönmeyi ateşe atılmayı çirkin gördüğü gibi çirkin
görmesidir.” (Buhari İman, 12)Ashab-ı
Kiram'ın Resulullah'a duyduğu derin sevgi ve aşk Rabbimiz tarafından da
dillendirilmiştir. “Peygamber, müminlere kendi nefislerinden daha sevgilidir.” (Ahzab, 6)ayeti buna delildir.
Peygamberi
sevmek öyle kuru lafla olabilecek kadar basit bir iş değildir. Onu sevmenin
işaretleri ve ağır bedelleri vardır. Onu seven her şeyden önce onun davetine
icabet eder, bu da ancak ona iman etmekle ve şeksiz teslimiyetle olur. Onu
sevdiğimizi göstermek için sünnet-i seniyyesine de uymalıyız. Yine onun
sevdiklerini sevmeli, sevmediklerini de sevmemeliyiz. Onun örnek ahlâkını
hayatımıza taşımalıyız. Onun sözlerine her şeyden çok değer vererek
emrettiklerine uymalı, nehyettiklerinden de mutlaka uzak durmalıyız.
Her biri gökteki
yıldızlar gibi olan sahabenin peygamber sevgisi dillere destandır
Peygamberimizin
deyimiyle İslâm'ı yaşamada ve yaşatmada her biri gökteki yıldızlar gibi olan
sahabenin peygamber sevgisi dillere destandır.
Kadınından erkeğine, büyüğünden küçüğüne kadar bütün sahabeler ona aşkla
bağlanmış, tabir caizse bir sözünü iki etmemişlerdir. Kişi güzel hasletleriyle
tanıdığını ve emin bulduğunu daha çok sever. Ashab da peygamberinde bütün emsalsiz
güzellikleri bir arada bulduğu için onu karşılıksız sevmişlerdir. Ashabın Hz.
Muhammed(sav) sevgisi çeşitli örnek hadiselerle temayüz etmiştir.
Allah'tan
aldığı emirleri bizlere tebliğ eden peygamberimizi sevmek aslında bir keyfiyet
değil, aksine bir mecburiyettir. Çünkü Müslüman olduğunu söyleyen insan, onu
sevmekle ve getirdiği hükümlere uymakla mükelleftir. Onu dünyanın
içindekilerden daha çok sevmek zorundayız. Aksi halde gerçek mümin olamayız.
Sahabenin Hz. Muhammed(sav) sevgisiyle ilgili birçok örnek kıssa vardır. Hz.
Ömer'in Resulullh'la arasında geçen şu diyalog bu konuda bize fikir
vermektedir: "Hz.
Ömer (ra): - Ey Allah’ın
Resûlü! Kendim hariç seni her şeyden çok seviyorum, deyince Hz. Peygamber: - Olmadı, canından da çok sevmedikçe
mümin olamazsın, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra): - Seni canımdan da fazla seviyorum, deyince Resûlullah: - İşte şimdi oldu ya Ömer,
buyurdu."
Dört halifenin peygamberimize duyduğu sevgi ve muhabbet çok
büyüktür
İslâm'a can suyu veren dört
halifenin peygamberimize duyduğu sevgi ve muhabbet çok büyüktür. İşte buna
güzel bir misal... Dört halifenin ilki olan Hz. Ebû Bekir (ra) bir gün
müşrikler tarafından öldüresiye dövülür. Öyle sert bir şekilde dövülmüştür ki
ölüm tehlikesi vardır. Ölümle yüz yüze
gelen bu peygamber dostu, daha gözünü ilk açtığında Resûlullah’ı sormuştur. Açlığını
ve acılarını unutmuş, Peygamberin ahvalini merak etmiştir. Hz. Ebû Bekir (ra) ancak günün sonuna doğru
kendine gelip konuşabilmiş ve “Resûlullah (sas) ne yapıyor? Ne haldedir?
Müşrikler ona dil uzatmaya ve hakaret etmeye başlamışlardı!” deyip durmuştu.
Annesi Ümmü’l-Hayr, Hz. Ebû Bekir’e (ra): “Bir şey yesen, içsen!” deyip
duruyor, Hz. Ebû Bekir (ra) ise: “Resûlullah (sas) ne yapıyor? Ne
haldedir?” diyordu.
Büyük
İslâm kumandanı Hâlid bin Velid -radıyallâhu anh- da içinde Resulullah
Efendimizin mübârek saç ve sakalı bulunan sarığı yere düştüğünde, kâfirlerin
ona basmaması için kendisini korkusuzca düşman askerlerinin içine atmıştı.
(Taberânî, Kebîr, IV, 122)
Müşriklerin
keskin nişancılarından Malik b. Züheyr, nişan alarak Resûlullah'a bir ok atmıştı. Talha b. Ubeydullah (ra), okun
Resûlullah’a isabet edeceğini anlayınca, onu korumak için tereddüt etmeden elini
oka karşı tutmuş, ok parmağına değip elini çolak yapmıştı.
Dinar
oğullarından Sümeyra Hatun'un iki oğlu Numan b. Abdi Amr ve Süleym b. Haris ile
kocası, kardeşi ve babası Uhud’da şehit olmuşlardı. Bunların şehit oldukları
kendisine haber verildiği zaman, Sümeyra Hatun: “Resûlullah Aleyhisselâm ne
yapıyor? Nasıldır?” diye sormuştu. Ona: “Ey filanın anası! O iyidir, Allah’a
hamd olsun, senin istediğin gibidir!” dediler. Sümeyra Hatun: “Onu bana
gösteriniz de, ona bir bakayım?” dedi. Sümeyra Hatun'a, Peygamberimizi işaretle
gösterdiler. Peygamberimizi görünce: “Senden (Sen sağ olduktan) sonra, her
musibet bizim için hiçtir, önemsizdir!” dedi.
İslâm tarihi, peygamber sevgisiyle ilgili
örnek yaşantılarla doludur
İslâm tarihi,
peygamber sevgisiyle ilgili örnek yaşantılarla doludur. Peygamber sevgisinin ve
teslimiyetinin en güzel örneklerinden birini Bedir Muharebesi öncesi Sa’d bin
Muâz’ın şu sözlerinde görüyoruz: “Yâ Resûlallah! Biz sana iman ettik ve
seni tasdik ettik. Getirdiklerinin hak olduğuna şehadet ettik. Dinlemek ve
itaat etmek için de sana kesin söz verdik. Yâ Resûlallah! Nasıl isterseniz
öyle yapınız. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, bize denizi
gösterip de dalsan, hiçbirimiz geri kalmaksızın seninle birlikte dalarız!”
Sahabeler
döneminde yaşanan ve peygamberi sevmenin ne türlü fedakârlıklara göğüs germek
olduğunu anlatan bir başka anekdot daha vardır: "Zeyd (ra) öldürülmek için
ortaya getirildiğinde, Ebû Süfyan ona, “Ey Zeyd! Allah adına söyle, istemez
miydin ki, senin yerinde şimdi Muhammed olaydı da, biz O’nun boynunu vuraydık.
Sen ise ailenle olaydın.” dedi. Zeyd (ra) de, “Allah’a yemin ederim ki, ben
ailemin arasında olayım da Muhammed’in ayağına bir diken bile batsın istemem.”
dedi. Bunun üzerine Ebû Süfyan, “Ben, arkadaşlarının Muhammed’i sevdikleri gibi
bir sevgi görmedim.” dedi. Sonra Nistas, Zeyd’i (ra) öldürdü."
Vaktiyle bir sahabî Allah Resûlü’ne gelmiş ve onu
üzüntülere gark eden şu endişesini dile getirmiştir: - Ey Allah’ın Elçisi! Ben
seni kendimden ve çocuklarımdan daha çok seviyorum. Evimde iken seni hatırlıyor,
hasretine dayanamadığım için hemen gelip görüyor, yüzüne bakıyorum. Senin ve
benim ölümümü düşündüm. Anladım ki, sen öldüğünde ve cennete girdiğinde
peygamberlere mahsus yüce makamlarda bulunacaksın. Ben ise cennete girdiğimde
seni göremeyeceğimden korkuyorum! Resûlallah (sas) ona bir şey söylemedi.
Birazdan Hz. Peygambere (sas) Nisa Sûresi'nin 69. âyeti nazil oldu.
Resûlullah (sas) “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın
kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih
kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” mealindeki âyet-i kerimeyi
sahabeye okudu ve onun için dua etti.
Ağaçlar kalem, denizler mürekkep
olsa peygamberimizi anlatmaya yetmez
İslâm tarihinde peygamber sevgisiyle
ilgili kıssalardan biri de şudur: "Peygamber
Efendimiz (sav) vefatından önce herkesi toplayarak 'Kime karşı haksızlık
yapmışsam burada söylesin' dedi ve bunu üç defa tekrarladı. Bunun üzerine
Sahabe-i Kiram'dan Ukkaşe kalkarak kendisinin bir savaştan sonra gaziler
arasında olduğunu belirterek, 'Develerin yan yana gelmesiyle devemden inip
ayağınızı öpmek istedim. Bu sırada bana değnekle vurdunuz. Bana mı vurmak
istediniz deveye mi bilmiyorum' dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sav) 'Ey Ukkaşe
sana vurmaktan Allah'a sığınırım' dedi. Ama madem sen öyle dedin al sopa, sende
benim sırtıma vur deyince Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Hz. Ali; Efendimizin(sav)
torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin "Hakkını bizden al" deyip engel
olmak istediler. Bunun üzerine Peygamberimiz(sav) buna izin vermedi ve sırtını
açtı. Ukkaşe bu manzara karşısında hemen Peygamberimizin sırtındaki mührü
öperek "Canım sana feda olsun ya Resulallah!" dedi.
Ağaçlar kalem,
denizler mürekkep olsa bile bunlar peygamberimizi ve ona duyulan sevgiyi anlatmaya
yetmez. Onun büyüklüğü karşısında her ne söylesek cılız kalır. Ahir zaman
ümmetinden olmak imtihan açısından zor olsa da, onun ümmetinden olmak bize
verilen en büyük manevî hediyedir. O yüzden bizleri ona ümmet kılan Allah'a ne
kadar şükretsek azdır.