Eskilerin deyimiyle; “harama
hile katmak” diye bir çelişki ve kinaye vurgusu vardır. Suç zaten suç,
haram zaten haram, hukuka aykırılık zaten var, bir de hile katınca, sonuç da
daha katlanılmaz ve katmerli oluyor.
Nasreddin Hoca’nın evine hırsız girince; “Kapının
kilidini sağlam yapmamışsın, pencere camlarına korkuluk yapmamışsın, bahçede
bir köpek besleyebilirdin. Gece nasıl bu kadar derin uykuya daldın? Bacadan
bile eve girilme ihtimali var” sorguları karşısında; “Yahu hırsızın hiç mi suçu
yok” diye savunma yapması manidardır.
George Orwell gibi; “Zeki bir insana en büyük işkence,
cahillerin tercih ettiği düzende yaşamaktır.” diyerek kolaycılığa, itham,
umutsuzluk ve teslimiyete kapı açmayacağım. Bu kumaştan bu elbise çıkıyorsa;
kumaşı ve terziyi tekrar gözden geçirmek gerekiyor.
Adil, hakkaniyetli, meşruiyete
saygılı olanlar arasında bir tercih yapabiliyorsak; “demokrasi” kaybedeni
olamayan bir sistemin adı olur. Genel olarak şunu söyleyebiliriz; cumhuriyet
kimsesizlerin kimsesi, demokrasi herkes içindir. Demokrasi; uzlaşı, denge ve
tahammül kültürüyle yaşar fakat anahtar konumuna gelen bir siyasal güç; politik
ikbal uğruna, ülke ve millet menfaatlerine, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne
zarar verebilecek bir birlikteliğe yamandığında, eksen kaymaları yaşanacaktır.
İki Fransız asilzade, Fransız devriminden sonra
konuşuyorlarmış.
Biri diğerine sormuş:
-kim kazanacak?
Diğeri
cevaplamış:
-Biz kazanacağız.
-Peki biz kimiz?
-Onu yarın öğreneceğiz.
Böyle ilkesiz, tutarsız,
dengesiz, egoist, belirsiz, etik dışı ve çıkara dayalı zihinlerde, demokrasi
yeşermez.
Siyasi parti ve
seçimlere; demokrasi ve hizmet yarışının ötesinde bir anlam, fonksiyon ve görev
yüklenmemelidir. Nüfuz, makam, menfaat ticareti etrafında dönen siyaset
anlayışı sonunda; özgürlük, barış, eşitlik, meşruiyet, adalet, hakkaniyet ve
ahlaki değerleri besleyen/beslenen bir idari sistem kurulamaz.
Ortak akıl ve anlayış
olarak daha; demokratik, laik, özgürlükçü, katılımcı, şeffaf, sosyal bir hukuk devletinin;
gereğine/niteliğine/devamlılığına, inanç ve kararlılıkta mutabakat sağlayamamış
fakat ayrı ayrı koşmaya inatla azmetmiş
kitleler var. Açıkçası bu demokratik ilke ve kazanımların kötüye
kullanılmasıdır. Siyasal tercihlerimiz; daha fazla demokrasi, özgürlük, adalet,
bireysellik, barış, refah, eğitim sunabilecekler arasında yarışmıyorsa,
toplumsal bilinç ve mili değer anlayışımızda sorun var demektir.
Bilim, siyaset, inanç ve
felsefe; bir toplumda elbette iç içe geçmemek şartıyla; denge, denetleme ve
dayanışma içerisinde olmak zorundadır. Aidiyet, milliyet, inanç, kültür, etnik
kimlik ve gelenek, görenek olarak, dün neysek bugün de yarın da o olacağız. Hiçbir
siyasi hareket; bizi daha dindar veya dinsiz, daha fazla Türk veya Kürt vb.
yapamayacaktır. Böyle bir beklenti veya vaatler ile şekillenen siyasi hedef ve
söylemler; demokratik ve anayasal yurttaşlık bağlarını koparmaktadır.
İnsanın mutluluk, anlam ve aidiyet
arayışını; siyasi partiler ve söylemleri belirleyebiliyorsa; demokratik kültür
ve hukuk devleti ilkesi; amacını aşmış demektir. Garson devlet anlayışı; milletin
hizmetkârı olarak onun emrinde ve yasama/yürütme/yargı erkleriyle, onun düşünce
ve beklentileriyle yol almak zorundadır.
“Ne doğrarsan çanağına, o gelir
kaşığına” demiş atalarımız. Mideniz ağrıyorsa da çanağa doğradığınızın sonucuna
katlanmalısınız. Fakat birlikte yol aldığımız gemide, hiçbir kimsenin, bulunduğu
kamaranın altını delmeye hakkı ve yetkisi yoktur.
Kısaca özetlersek:
Demokrasi;
en gelişmiş, en adil, en barışçıl, ortak yaşam, yönetim sistemi ve kültürüdür.
Bilgisiz, vicdansız, bilinçsiz, tutarsız, korkak, bağnaz, tahammülsüz, yalancı,
çıkarcı, zalim, sinsi, despot, kindar insanların baskın olduğu toplumlarda
barınamaz ve gelişemez.
Ayağımızı kısaltıp, çekmeyelim, yorganı uzatalım derim.
Samsun, 15.05.2013
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr