1
M. NİHAT
MALKOÇ
Yüzünü denize, sırtını dağlara dönmüş Trabzon...
Yüzünü denize, sırtını dağlara
dönmüş Trabzon; Boztepe’nin koynunda uyur geceleri. Yastığı taştandır, yorganı
bulut… Çam kokuları siner Boztepe’nin yamaçlarına. Ufukta belirir umudun
(bordo)mavi gözleri… Bir şilep yüzer gönlün masmavi sularında. Dalgalar kıyıları döverken, rüzgar tarar Karadeniz’in kıvrım kıvrım
saçlarını.. Şehir masmavi gözlerini açar aydınlık geleceğe… Kentin kılcal
damarlarına kan, rızkı peşinde koşan alınlara ter bombalanır günün her
vaktinde. Hayat en dinamik haliyle boy gösterir şehrin aynalarında. Köylü
kadınlar çoktan düşmüşlerdir Trabzon yollarına. Kiminin peyniri, kiminin altın
sarısı tereyağı vardır sepetinde. Yürekteki umutlar sepetteki yağ ve peynirden
daha ağır gelir gönül terazisinde.
Şehirler, içlerinde yaşayan gayretli
insanların eseridir. Trabzon da bu kente gönül verenlerin omzunda yükselmiştir
kar beyaz bulutlara… Daha mamur bir kent için, gecesini gündüzüne katmıştır
burada yaşayanlar… Kentin kimliğini, onun içinde yaşayanlar belirlemiştir. Et
ve tırnak gibi bütünleşmiştir şehir ve onun müdavimleri… Güler yüzlü insanlar,
tebessüm eden bir şehir bırakmışlardır arkalarında. Çocuklarına gösterdikleri
sevgiyi ve özeni yaşadıkları şehre gösteren bu güzel insanlar namus bilmişler
yaşadıkları toprakları… Onu bir sevgili gibi bağırlarına basmışlar. Ona ihanet
etmeyi akıllarından bile geçirmemişlerdir. Durum böyle olunca şehirle,
sakinleri arasında sevgi köprüleri kurulmuştur.
Trabzon, Fatih’in fethettiği, Yavuz'un
yönettiği, Kanunî’nin doğduğu şehirdir.
Fatih’in fethettiği, Yavuz Sultan
Selim’in yönettiği, Kanunî’nin çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği
Trabzon bir ilim ve kültür şehridir şüphesiz… Buradan nice şairler, yazarlar,
alimler gelip geçmiştir. Bu mümbit topraklarda filizlenmiş ‘devlet-i ebed
müddet’ düşüncesi... Gülbahar Hatun bu toprakların bağrında uyumaktadır
sonsuzluk uykusunu…
Ölülerle diriler kol koladır yeşille mavinin sarmaş dolaş
olduğu bu cennet misali topraklarda.
Hayatın yanı başındadır ölüm…Keza ölümün soğuk yüzü Sülüklü’de munis görünür
dirilere. Bembeyaz mermerler şehitlerin üstünü örter yorgan misali… Her karış
toprağında şehitlerin kanları ve hatıraları vardır. Sultanmurat’ta ve Sargana’da
hâlâ sıcaktır şehitlerin yarasından akan ve şanlı bayrağımıza renk veren asil
kan!… Sıcak ve kıpkırmızı…
Âh Trabzon!… Şehirleri hasedinden çatlatan gül yüzlü
dilber…Kanayan yaralarıma merhem; umudun koyaklarında açan sevda
çiçeğim…Taşınla, toprağınla, masmavi denizinle yüreğimdeki sahralara hayat
veren şehir…. Gönlümüz ve hasret yüklü bakışlarımız sana akmakta… Geçmişime
tanıklık etmiş, düşlerimi emzirmiş, karanlıklarıma aydınlık olmuş, vuslatın
fitilini ateşlemiş Trabzon!…. Sen ki ihanetin koynunda nice badireler atlattın…
Bir çınar gibi kök saldın yaralı gönüllere. Hayallerimizi ve rüyalarımızı
süsleyen Trabzon, sen ki bir servi kadar dik ve onurlu yaşadın. Bir elif gibi
dikildin virgül gibi iki büklüm olmuş çirkef suretlerin karşısında. Bu yüzden sana
duyduğumuz sevgi ve muhabbet gönüllerimize sığmıyor. Havanla, suyunla, yemyeşil
yaylalarınla hayat bahşediyorsun içinde yaşayanlara…
Trabzon
gönüllerimizin kadim payitahtıdır.
Trabzon gönüllerimizin payitahtı…Burada her gece yeşilin
koynunda uyur mavi… Zaman yorgun düşmüştür akreple yelkovanın tiktaklarından…
Muhacirlik günlerinin acı hatıralarını fısıldar Zağnos burçları… Fatih’in
sureti yansır burçların sırrı dökülmüş kırık aynasından. Kadim zaman, şehrin
kötürüm, kırık dökük hatıralarını toplar surların eteğinden. Âhlar gömülüdür
surların kesme taşlarına. Kemeraltı’nda
derin bir nefes alır yıllara meydan okuyan şerefli tarih…. Bedesten’de atar
zamanın nabzı… Yollar, dönmeyen yolculara ağlar.
Zaman sonsuzluğa açılır Ganita’da… Demli çayların buğusu
ısıtır buz tutan yürekleri. Şiir kadar saftır kıyıları döven masmavi sular… Düş
nöbetlerindeki yürek uyanır derin uykusundan. Umut çiçekleri yeşerir gönül
toprağında. Dalgalar sularla söyleşir gecenin aydınlığa dönüştüğü seher
vakitlerinde. Ufuklarda yarınların
masmavi sureti belirir. Balıklar ağlar geceleri, ağlar da gözyaşları
suda belli olmaz. Ay, bir hüzün bestesi bağışlar geceye… Deryalarda derin bir
soluk alır özgürlük… Deniz çağırır kıyısında dolaşan avareleri… Tünelin ucu
görünür, karanlıklar kaybolur yolların uzağında…Hasret boy boy yavrular
yüreklerde…
Kaldırımlarında tarihin ayak sesleri saklıdır
Uzunsokak’ın…. Hüzün sarmaşıkları sarmıştır hatıraların eşiğini. Zamanın
beşiğinde sallanır mazinin görkemli saltanatı. Uçsuz bucaksız göklere karışır
emek bahçesinde akıtılan terlerin misk ü amber kokusu. Gökkuşağının yedi rengi
siner cumbalı evlerin bahçelerine. Ölümü dipdiri kılar soğuk mermer taşlarının
ihtişamı. Hicran bir hüzün demeti bırakır yürek kapılarına. Karşılıksız kalır
uzaklara gönderilen gül kokulu, hasret yüklü mektuplar… Düşler hüzün elbisesini
kuşanır, arz-ı endam ederek süzülür geçmişin kapı aralığından. Yitik güneşler
ansızın belirir ufkun ardından. Yara almış hatıralara merhem olur yarına dair
düşlerimiz. Koca çınarların gölgesinde soluruz dünün siyah beyaz duygularını.
Sebillerden akan berrak sular ruhların kirini süzer kuşatılmış zaman
imbiğinden. Esrik duygular gölgelerin eteğine tutuşur vaktin derinliklerinde. Trabzon’da
zaman büyür, sığmaz kabına. Geçmişle gelecek arasında uzar gider hatıralar…
Trabzon’da her
sokak bir tarihtir.
Sokakların tarihi zamanın gergefinde dokunur altın
ipliklerle. Kentlerin tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır sokakların tarihi.
Nisyana kapalıdır onların belleği. Trabzon’da da her sokak bir tarihtir. Başını
kaldırıp zaman penceresinden bugünlere bakar hüzünlü gözlerle. Belleğimizde
tutuşur anılar. Trabzon sokaklarının kesme taşlarında zamanın altın izleri var.
Birbirinden güzel yaylalarında ahşabın saltanatı kamaştırır gözleri. Tarihî
doku, zamanı kuşatır çepeçevre. Cumbalı evlerin kahkahası yankılanır betonarme
duvarlarda. Dünden bugüne yapmış olduğu kutlu yolculukta yine de zamana direnir
Trabzon…. Siyah beyaz karelerde yaşayan tarih, bütün haşmetiyle ‘ben de varım’
der. Öylece tutar zamanın elinden.
Bizler hayata kepenklerimizi indirmeden Trabzon’da tarih nostalji
griliğindeki kepenklerini indirmez zamana. Dünle bugün birbiriyle barışık,
kucak kucağadır cadde ve sokaklarda…
Trabzon hiç uyanmak istemediğimiz bir uykuda gördüğümüz
doyumsuz düştür. Bu rüyanın yorumu hayra delalet eder şüphesiz. Yarınlarımız bu
rüyada canlanır; uyanır derin uykusundan. Şehir okşar başınızı bir anne
şefkatiyle. Geceye dağılan şehrayinler çocuk yanımızı emzirir. Yarısı yırtık
bir siyah beyaz resimde tebessümü donmuş silik hatıralar, kalan hüzün artığı
ömrün dibacesi olur. Şehre dair düşler ve düşünceler yeknesak hissiyatı
kanatlandıran bir barış güvercini gibi süzülür zamanın sonsuzluğunda. Zamana
tanıklık eder cadde ve sokakları. Kuytularında yankılanan ses, sessiz
çoğunluğun gül renkli avazı olur.
Trabzon, değişimin
ve dönüşümün derin sancılarını yaşamaktadır.
Mavi gökle yemyeşil yamaçların ortasında bir şehir
filizlenir, uzar gider geleceğe. Karadeniz’in cilveli kızıdır yarınlara koşan…
Güzel insanlar yansır şehrin aynasından. Fakat bu gümüş aynanın sırlarını
dökmeye çalışan kötü masal kahramanları da yok değildir. Onlar şehrin gülen
yüzünü, ekşi erik yemiş bir kişinin sevimsiz suretine çevirmenin telaşı
içindedirler. Kentin tarihî kodlarından bîhaber olan bu kişiler; ruhsuz ve
maneviyatsız, içi boş şehirler vücuda getirmenin uğraşındadırlar. Cepleri dolu,
ruhları boş bu abiler(!) boşa kürek salladıklarının farkında bile değillerdir. Bunlar
şehrin üzerine çöken kara bulut gibidirler. O kara bulutlar; fırtınaları,
selleri, tayfunları saklamaktadırlar kursaklarında. Ümüğünü sıkmaktadırlar gül
yüzlü şehrin… “Daha çok beton, daha çok para…”dır çirkin sloganları…
Trabzon, değişimin ve dönüşümün derin sancılarını
yaşamakta… Bu bir çeşit sıtma nöbeti belki de… Doğu-batı ekseninde gelişen Trabzon’un
denizle olan bağlantısını kesmiş yeni sahil yolu… Şehrin sakinleriyle deniz
arasına bir ‘kara kedi’ gibi giren bu yol, bu iki sevgiliyi küstürmüş birbirine.
Yeşille mavi arasına çizilen kapkara bir çizgi, iki sevgilinin kollarını
ayırmış birbirinden. Bu yetmezmiş gibi çarpık kentleşme şehrin ciğerlerini de
iflas ettirmiş. Şimdi nefes almakta zorlanıyor Fatih’in fethettiği, Yavuz’un
yönettiği kutlu şehir…
Her zaman dik, diri ve iri duran Trabzon halkı; şehrine de
sahip çıkacaktır, çıkmalıdır da… Bu görsellik bu şehre hiç yakışmıyor.
Medeniyetlerin beşiği olan Trabzon bir beton yığını olamaz, bu durum kentin
şanlı mazisine ve aydınlık geleceğine yakışmaz. Trabzon, içinde yaşayan vefalı
insanların omuzlarında geleceğe koşacaktır şüphesiz; koşmak zorundadır. Zira bu
kentin çalışkan insanları güneşten erken uyanır, gülümser doğan güne… Onlar ki
hep taptaze kalmıştır umutları. İmkânsızlığın ve umutsuzluğun uğramadığı
coğrafya olarak bilinir bu topraklar… Trabzon şanlı mazisine yaslanacak, tez
vakitte özüne dönecektir.