“Eşsiz doğasına
hayran olduğum
Cilvesi gönlümü yakar Bartın'ın
Gezip dolaştıkça huzur bulduğum
Suları coşarak akar Bartın'ın... (MNM)
Batı Karadeniz’in gözbebeğidir Bartın.
Batı Karadeniz’in gözbebeğidir
Bartın. Başta Amasra olmak üzere, Kurucaşile ve Ulus adlarıyla tanıdığımız
sadece üç ilçesi vardır bu yeşil gözlü şehrin. Merkez ve ilçelere bağlı 260
köyü mevcuttur. Eskiden Zonguldak’ın bir ilçesi olan Bartın, küçük ama şirin
bir şehirdir. Doğusunda Kastamonu, güneyinde Karabük, batısında Zonguldak,
kuzeyinde ise (mas)mavi Karadeniz bulunur. Dillere destan bir orman zenginliği
vardır bu şehrin. Küre Dağları Milli Parkı’nın önemli bir bölümü bu güzel
şehrin sınırları içerisinde bulunmaktadır.
Ülkemizde üzerinde taşımacılık yapılan
tek akarsu olma özelliği taşıyan Bartın Çayı, bu şehrin sembollerinden biridir.
Bu yüzden Bartın demek, biraz da Bartın Çayı demektir. Zira Bartın Çayı antik
çağda “Parthenios” adıyla anılan ve
kente de adını veren çaydır. Bartın turizmine önemli hizmetlerde bulunan Bartın
Çayı’nın üzerinde kano ve kürek yarışları da yapılabilmektedir. Kocaçay ve
Kocanazçayı olmak üzere başlıca iki kolu bulunmaktadır.
Uçsuz bucaksız kumsallarıyla insanların
içini serinleten Bartın, yeşille mavinin başkentidir. Amasra-Bartın karayolu
üzerindeki Kuşkayası Yol Anıtı, Ceneviz Vadisindeki Kemerdere Köprüsü, Tomaşkuyusu mevkiindeki Toprakaltı
Galerileri görülmeye değerdir.
Bartın’da tel kırma ve yazmacılık sanatı
gelişmiştir. “Tel Kırma Şal” ve “Baskılı Yazma” Türkiye’de yalnızca Bartın’a
özgüdür. Bu geleneksel sanatlar hâlâ yaşatılmaktadır.
Ebu Derda Türbesi, Bartın’ın manevi dinamiklerinin başında gelir.
Safranbolu’nun yanı başında bulunan Bartın’ın
ahşap evleri görülmeye değerdir. Ormanlık bir arazide kurulan şehirde, evlerin
yapımında genellikle çam, abanoz, meşe, gürgen gibi ağaçlardan elde edilen
ahşap malzeme kullanılmıştır. Genelde iki katlı olan Bartın’ın ahşap evlerinde
barok sanatının izleri hâkimdir. Evlerde sofa, oda(lar), kiler ve mutfak
vardır. Gün ışığından azamî derecede
istifade etmek için, evlerin çok pencereli olduğu hemen dikkat çeker.
Birbirinden değerli bu geleneksel Bartın evleri bakanlıkça koruma altına
alınmıştır.
Küre Dağları Milli Parkı, Karadeniz
Bölgesi’nin Batı Karadeniz Bölümünde yer alan gözde bir mekândır. İnsanlara
huzur ve sükûn bahşeden bu milli parkın yarıya yakını Bartın’da, yarıdan çoğu
da Kastamonu sınırlarında yer almaktadır. Bu milli parkın çevresinde; Azdavay,
Pınarbaşı, Ulus, Kurucaşile, Amasra ve Cide ilçeleri ile Arıt beldesi
bulunmaktadır. Buradaki yaşlı ormanlar, dev kanyonlar, gizemli mağaralar,
berrak akarsular, yemyeşil çayırlıklar, endemik bitkiler, boğazlar, şelaleler,
düdenler, dolin ve çukurlar ziyaretçilerini dinlendirmekte ve ilginç karstik
oluşumlarıyla insanları hayrete düşürmektedir. Yüzlerce kuş ve onlarca memeli
hayvan bu sıra dışı ortama fauna zenginliği katmaktadır.
Türkiye’nin 74. vilayeti olarak resmi kayıtlara
geçen Bartın’ın demiryolu ağı ve havaalanı henüz yoktur. Bartın Limanı yük
taşımacılığında önemlidir. Zonguldak dışında kömür çıkarımı yapılan diğer il
Bartın’dır. Şehirde eğitimin lokomotifi olarak görülen Bartın Üniversitesi her
geçen gün daha da büyümektedir. Batı Karadeniz Bölgesinde en fazla tarım alanına
sahip il yine Bartın’dır. Bu arada Bartın’ın çileği ve yoğurdu da çok
meşhurdur. Ziyaretçisi eksik olmayan Ebu Derda Türbesi, Bartın’ın manevi
dinamiklerinin başında gelir.
Bartın’ı ayağa kaldıracak sektör: Deniz turizmi
59 kilometrelik bir sahil şeridine sahip
olan Bartın’da deniz turizmi ön plandadır. Amasra, İnkumu ve Çakraz bu konuda
başı çekmektedir. İnce kumlu çok güzel bir koya sahip olan Çakraz’ın tarihteki
ismi, kızıl manasına gelen Erythinoi’dir.
Karadeniz ikliminin karakteristik bir
özelliği olarak her mevsim yağış alması ve güneşlenme süresinin kısalığı kıyı
turizmini menfi yönde etkilemektedir. Bartın’ın kuzeybatısındaki Kızılkum, uzun
ve bakir bir plajdır. Temiz, derin ve bol kumludur. Öte yandan şehrin batı yönünde
uzanan Mogada(Mugado) Plajı korunaklı bir yerdir. Tarih ve doğanın bütünleştiği
Güzelcehisar Plajında tabiî kaya şekilleri otantik bir atmosfer
oluşturmaktadır. Doğallığından hâlâ hiçbir şey kaybetmeyen Bozköy, uzun ve ince
bir kumsal olarak dikkatleri üzerinde toplamaktadır. Çakraz’ın doğusundaki
Akkonak, falezli yüksek kıyıların önünde oluşan kum ve çakıl karışımı bir
plajdır. Bir diğer plaj
olan Göçgün,
Kızılkum’dan sonra Bartın ilinde bakir ve doğal yapısını koruyan müstesna bir
plajdır.
Kurucaşile’nin batısındaki Çambu, doğal
karakterini muhafaza etmektedir. Tarihî Kromna şehrinin merkezi olan Tekkeönü,
ahşap yat ve balıkçı teknelerinin yapım yeri olarak haklı ününü bugün de
korumaktadır. Bu plajların çoğunda yelken ve su kayağı gibi deniz sporları
yapılabilmektedir. Özellikle Amasra, yelkencilik için yeterli rüzgâra sahiptir.
Buralardaki deniz turizminin en büyük engeli; deniz mevsiminin kısa olması,
yazın güneşli gün sayısının azlığı ve insanların sorumsuzluğunun bir işareti
olan çevre kirliliğidir.
Yeşille mavinin sarmaş dolaş olduğu mekân: Kurucaşile
‘Dağların suya değdiği, yeşille mavinin
sarmaş dolaş olduğu mekân’ olarak bilinir Kurucaşile. Antik dönemde
Paflagonya’nın kıyılarında kurulmuş bir sitedir Kurucaşile. Cromna namıyla
hüküm sürdüğü zamanlarda burada para bile basılmıştır.
Kurucaşile, ahşap tekne yapımında mühim bir
markadır. Bu, bugünün değil; geçmişe dayanan bir birikimin ürünüdür. Bu ahşap
gulet tekneler usta-çırak ilişkisi ve dayanışması içerisinde vücut bulmaktadır.
Bu tekneleri sadece Karadeniz’de değil; Akdeniz, Marmara ve Ege sularında da
görebilirsiniz. Bu ahşap tekneler ülke sınırlarının çok ötesinde, dünya
denizlerinde de başarıyla yüzdürülmektedir. Osmanlı döneminde muzaffer donanmanın
ihtiyacını karşılayan savaş ve yük gemilerinin büyük çoğunluğu yine burada
yapılmıştır.
Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi meşhur
Seyahatname’sinde Bartın ve Amasra’da kalyonların yapıldığı yazar. Osmanlı
donanmasının kalyon ve kadırga ihtiyaçlarını karşılayan Bartın, Amasra ve
Kurucaşile tersanelerinde yapılan gemilerin “mavna, yelkenli, gulet, çektirme”
gibi çeşitleri bulunmaktaydı. Günümüzde gemi yapımcılığı Kurucaşile ilçesinin
Kapısuyu ve Tekkeönü köylerindeki tersanelerde sürdürülmektedir.
Kurucaşile’nin yemyeşil ormanları
gözlerimizi ve gönüllerimizi maddi ve manevî kirlerden arındırır. Gölderesi ve
Gökyar Şelaleleri, Kurucaşile’de görülmeye değer yerlerdir.
Ormanların koynunda bir şirin diyar: Ulus
Safranbolu’nun bir nahiyesi iken 1944’te
ilçe olarak Zonguldak’a bağlanan Ulus, 1991’de Bartın il olunca buraya
bağlanmıştır. Engebeli bir araziye sahip olan Ulus’un bitki örtüsü genellikle
ormandır. “Aşk acısını dindiren şelale” olarak nitelendirilen Ulukaya Şelalesi buradadır.
Bu şelale, görenleri büyüleyen müstesna bir güzelliğe sahiptir. Ulus Çayı
üzerindeki bu şelale, yirmi metre yüksekten akarak ziyaretçilerine büyüleyici
bir görünüm sunmaktadır. Bahsi geçen şelalenin de içinde yer aldığı kanyon,
panoramik güzelliğiyle gözleri ve gönülleri okşamaktadır. Öte yandan Aksu Çayı
üzerindeki Aksu Şelalesi, Kızıllar Köyü’nün Umar Tepesi mevkiindedir. Ulus,
aynı zamanda mağara turizmi açısından da oldukça zengindir. Amasra ve Ulus
ilçelerinde tespiti yapılmış 107 mağara vardır.
Huzuru burada ara: Deniz gözlü Amasra
Bir sonbaharda gittim masmavi Karadeniz
sularıyla söyleşen şirin Amasra’ya… Bilenler bilir, Amasra ile Bartın’ın
arasına dağlar girer. O dağları aşmadıkça Bartın’dan Amasra’ya, Amasra’dan
Bartın’a varamazsınız. Ben de sabahın erken saatlerinde Bartın’dan çıktım yola.
Dağın tepesine vardığımda kesif bir duman ‘Hoş geldin’ dercesine karşıladı
beni. Fakat bu teşrifatçı duman, Amasra’yı yukarıdan doyasıya seyretme arzumu
da suya düşürdü. Adeta güzelliğini gizledi benden. Bu dağı aşınca Amasra yine
de tebessüm etti yüzüme.
Dağdan aşağı inerken Amasra’nın
güzelliklerine bir an evvel kavuşmanın sabırsızlığı kapladı yüreğimi. Zira bu
sisli havada bile denizin koynunda nazlı bir yavuklu misali bekleşen şirin
Amasra, uzaktan bakan gözlere adeta ziyafet çekecek kadar güzel ve alımlıydı.
Amasra’ya herhangi bir turla gitmediğim
için, birilerine bağlı hareket etmek zorunda değildim; dilediğim gibi, doyasıya
gezebilirdim her yeri… Özgürce dolaşabilirdim izbe sokakları. Öyle de yaptım.
Hem rehber, hem gezgin oldum Amasra’nın gizemli ortamında.
Amasra’ya gittiğimde günlerden
cumaydı. Cuma namazını kılmak üzere Fatih Camii’ne vardım. Bugün cami olarak
kullanılan bu mekân 9. yüzyıl sonunda inşa edilmiş eski bir Bizans Kilisesiydi.
Fatih Sultan Mehmet, 1460 yılında şehri fethettiği zaman fethin nişanesi olarak
burayı camiye çevrilmiş ve günümüze kadar cami olarak kullanılmıştır.
Cuma olmasına rağmen camide bir saf bile
tam dolmamıştı. Cennetmekân Fatih Sultan Mehmet’in fethettiği bu topraklardaki
bu mübarek tarihî camii böyle mi (d)olmalıydı?
İmam
hutbe okumak için eline kılıç alarak minbere çıktı. Önce bu duruma bir anlam
veremesem de sonradan tarihî malumatlarım imdadıma yetişti. Zira Osmanlı
döneminde bazı camilerde kılıçla hutbe okunurdu. Padişahlar sefer öncesi
minbere çıkarak sefer emrini buradan verirdi. Demek ki bu gelenek Amasra’daki
bu tarihî camide hâlâ devam etmektedir.
Bir Ceneviz Kolonisi olan Amasra,
Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiştir. Fatih, İstanbul’u fethettikten
sonra gözünü Anadolu’daki belli başlı yerlere dikmiştir. Bunların başında
Trabzon Pontus Rum İmparatorluğu gelmektedir. Fakat bundan evvel yol üzerindeki
Amasra’yı almak ister. Burası bir doğal liman olduğu için ticaretin can
damarıdır. Üstelik Cenevizlilerin yarın problem çıkarmayacağını hiç kimse
garanti edemez. Onun için bu yaranın derinleşmeden bir an evvel iyileştirilmesi
gerekir(di). Bu düşünceyle Fatih, karargâhını Bartın’a kurar, Amasra’yı
denizden kuşatır. Bunu gören Ceneviz senyörü Osmanlı ordusuyla baş
edemeyeceğini anlayarak hiç kan dökülmeden şehrin anahtarını Fatih Sultan
Mehmet’e verir. Böylece Fatih, çok kârlı bir iş yapıp Amasra’yı Osmanlı
topraklarına katarak muhtemel bir tehlikenin de önüne geçmiş olur. Daha sonra
Trabzon yolculuğuna devam eder.
“Lala, lala, çeşm-i cihan bu mu
ola?”
Cihan İmparatoru Büyük Fatih, Bartın’dan
yola çıkarak Amasra’yı tepeden gören bugünkü “Bakacak” mevkiine gelerek
Amasra’yı seyre dalıp şöyle der: “Lala, lala, çeşm-i cihan bu mu ola?” diyerek
Amasra’nın doyumsuz güzelliklerine olan hayranlığını dile getirir.
Amasra Kalesi, geçmişle gelecek arasında
sağlam köprüler kuran, temelleri Bizans döneminde atılmış tarihî bir yapıdır. Bu
kadim kalenin taşları, nice zamanların şahididir.
Antik bir yerleşim yeri olan Amasra’ya
gidip de Amasra Müzesi’ni gezmeden dönmek olmaz. Bu müze Osmanlı’dan Roma’ya
uzanan uzun bir döneme ait tarihî eserlerin bir arada görülebileceği farklı bir
mekândır. Bu müzede Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemi eserleri
meraklılarıyla buluşturulmaktadır. Zengin bir müze olan Amasra Müzesi’nde el
yazması Kur’an-ı Kerimler, padişah mührü, heykeller, kilimler ve kolyeler de bulunmaktadır.
Amasra, tarihle doğanın iç içe olduğu
bir şehirdir. Gürcüoluk ve İncivez Mağaraları, Amasra ilçesi sınırları içerisinde
bulunan enteresan tabiî oluşumlardır. Ada ve yarımadalardan oluşan Amasra’da,
tarih ve doğa iç içedir; bu yönüyle birbirlerini tamamlarlar. Boztepe ve Tavşan
Adaları bu bağlamda öncelikli olarak zikretmemiz gereken müstesna yerlerdir.
Üç bin yıllık bir mâziye sahip olan Amasra,
Unesco Kültür Mirası Geçici Listesine alınmış, yaşanılacak bir yerdir. Tarihî
süreç içerisinde farklı uygarlıklara beşiklik eden Amasra’nın büyüleyici
güzelliklerini ve birbirinden muhteşem koylarını görmek gerekir.
Tarihî dokusu ve doğal güzellikleriyle
ziyaretçilerini kendine hayran bırakan Amasra’yı bir de günbatımında görmeli…
Bu zamanlarda Amasra bir hasret şiiri kadar yüreğe dokunur. Anadolu’nun
Karadeniz’e açılan muhkem bir kapısı olan Amasra, gerçekten bir doğa
harikasıdır. Bunu bizzat gezerek, görerek tescil ettim. Herkesin de görmesini
öneririm.
Bir liman kenti olan Amasra,
balıkçılığıyla da ön plandadır. Balık lokantalarıyla meşhur olan Amasra’dan,
tereyağında kızartılmış taze balık ve onun yanında 25-30 farklı sebze ve
yöresel ot kullanılarak hazırlanan yöresel salata yemeden dönmek hiç de şık olmaz.
Bartın Kaskalar’dan Hititler’e, Roma’dan Selçuklular’a, Osmanlılar’dan
Cumhuriyete uzanan zaman diliminde zengin tarihî ve tabiî dokusuyla farkı fark
ettiren bir medeniyet şehri; bir turizm cennetidir. Bartın, zamanın hudutlarını
aşan yorgun bir zaman yolcusudur.