M.
NİHAT MALKOÇ
Geniş
cadde ve sokaklarıyla bulvarlar şehridir Kayseri.
Anadolu'nun tam ortasında dimdik ayakta
duran bir tarih, kültür ve sanayi kentidir Kayseri. Binlerce yıllık tarihine
nice şeref sayfaları sığdırmıştır bu mamur ve mağrur şehir. Akkışla, Bünyan, Develi, Hacılar, İncesu, Kocasinan,
Melikgazi, Pınarbaşı, Sarıoğlan, Sarız, Tomarza, Yahyalı, Talas, Özvatan,
Felahiye ve Yeşilhisar olmak üzere tam on altı ilçenin kadim beyidir. Başkent
Ankara ve Konya'dan sonra İç Anadolu'nun en büyüğü odur.
Şehrin
adının Latince "Caesarea", Yunanca "Kaysaria" biçiminden
Türkçeleştirildiği kanaati yaygındır. Şehrin güney kısmında yer alan Erciyes,
ülkemizin beşinci yüksek dağıdır. Kayseri'nin sırdaşı olan bu heybetli dağ, kış
sporları için önemli bir merkezdir.
Kültepe'deki Kaniş Höyüğü'nde bulunan yazılı belgelere
göre Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerinden birisidir Kayseri. Burada
yerleşik hayat, tahminlere göre milattan önce üç binli yıllarda başlamıştır. En
parlak dönemini Selçuklular zamanında yaşamıştır Kayseri. Şehirdeki Selçuklu
eserlerinin büyük bir yekûn teşkil etmesi bunun en büyük delilidir.
Argaios'un
eteklerinde asırlardır soluklanan Kayseri'nin üzerinden sayısız medeniyetler
geçmiştir. Tarihî İpek Yolu üzerinde yer alan bu ak topraklar Asurlulardan
Hititlere, Friglerden Selçuklulara kadar
onlarca medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Selçukluların ardından bölgeye
İlhanlı, Eratna, Danişment, Dulkadiroğulları ve Osmanlı hakim olmuştur. Kültepe Höyüğü,
Soğanlı Harabeleri, Fraktin Kaya Yazıtları, İmamkulu Anıtı, Taşçı, Gereme ve
Erdemli Harabeleri şehrin geçmişinden önemli izler taşır.
Bulvarlar şehridir Kayseri. Geniş
cadde ve sokaklarıyla, üzerinde dolaşanların ufkunu da genişletir bu güzide
şehir. Hafif raylı sistemiyle modern bir
şehir görünümündedir. Medeniyet coğrafyamızın
sayılı mekânlarındandır bu şehir. Nice tarihî mekâna tanıklık eder bu
topraklar. Her nereye nazar eyleseniz tarih orada dile gelir. Kapalıçarşı
geçmiş zamana götürür ziyaretçilerini. "Hem ziyaret hem ticaret"
deyimi burada hayatın bir gerçeğine dönüşür. Ülkemizin en zengin
mutfaklarındandır Kayseri mutfağı. Kayseri mutfağında pastırma, sucuk ve mantı başı çeker. Saymakla
bitmez birbirinden lezzetli yemekleri.
Zaman ve mekân(lar)
arasında bir köprüdür Kayseri...
Zaman ve
mekânlar arasında bir köprüdür Kayseri. Tarihî özellikleriyle ön plana
çıkan Tekgöz Köprüsü, Kuruköprü Kemeri,
Şahruh Köprüsü ve Çokgöz Köprüsü
geçmişten haber vermektedir üstünden geçenlere. Kayseri'ye gidip de Selçuklu
Müzesini, Etmografya Müzesini, Yaman Dede Camii'ni, Bürüngüz Camii'ni, Yaman
Dede Konağı'nı, Mimar Sinan Evi'ni, Koca Mustafa Paşa Kervansarayını, Karatay
Han'ı görmeden dönmek olmaz.
Kayseri tabiatın bütün cömertliğiyle
kendini sergilediği doyumsuz bir şehirdir. Kapuzbaşı Şelaleleri bu fikrimizi
doğrular niteliktedir. Öte yandan Yeşilhisar Soğanlı Vadisi gözlere ve
gönüllere adeta bayram yaşatır. Sultan Sazlığı Milli Parkı onu aratmaz doğrusu.
Yamula Barajı sıcakların doruğa çıktığı temmuz ve ağustos aylarında bile
içimizi serinletir.
Malum
olduğu üzere 20. yüzyıl başında, Sultan II. Abdülhamit tüm büyük şehirlerde
birer saat kulesi ve muvakkithane yapılması için ferman yayınlamıştı. Kayseri
Saat Kulesi de bu fermanın sonucu olarak 1906 yılında inşa edilmiştir. Söz konusu
Kayseri Saat Kulesi'nde zaman durmuştur sanki. Öyle de geçen zamana tanıklık
etmektedir lisan-ı hâliyle.
Tarihe şahitlik eden Kayseri, Develi
ve Melikgazi Kaleleri, şehrin sınırları içerisinde yer alan belli başlı kadim
kalelerdir. Sultanhanı, Karatay ve Merzifonlu Kervansarayları bugün de, bir
zamanlar şehrin hakimi olan Selçuklu'nun ihtişamını yansıtmaktadır. Tarihî İpek Yolu üzerinde yer alan Kayseri'de
Bedesten, Kapalıçarşı, Pamuk Hanı, Vezir Hanı, Merzifonlu Çarşısı bu şehrin
ticaretine hizmet etmiş önemli hanlar ve çarşılardır.
Malum olduğu üzere Osmanlılar zamanında yapılan kapalıçarşılar arasında İstanbul Kapalıçarşı'dan sonra en büyüğü olarak kabul edilen Kayseri Kapalıçarşısı, tarihinde birkaç defa yangınlarla büyük zarar görmüş olsa da bugün hâlâ dimdik ayaktadır. Zira 1987-1991 yılları arasında bütünüyle ele alınarak eski Osmanlı mimarisi tarzında yeniden yaptırılmıştır. Bir üretim ve ticaret şehri olarak ün yapan Kayseri'nin kalbi Kapalıçarşı'da atar.
Büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi'nin gözüyle Kayseri
Büyük Türk
seyyahı Evliya Çelebi, Şam’a düzenlediği bir seyahatin dönüşünde 1649 senesinde
Kayseri’ye de uğramıştır. Kayseri hakkında Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiler
Seyahatname’nin üçüncü cildinde mevcuttur. Evliya Çelebi, bundan 367 yıl önce,
Kayseri’deki sosyal hayat ve şehrin genel hususiyetleri hakkında birbirinden
önemli bilgiler vermiştir. Ona göre Kayserililer ticarete verdikleri önem kadar
eğitime de önem vermişlerdir. Tarihî "Çifte Medrese Hacı Kılıç Medresesi,
Hunat Hatun Medresesi, Köşk Medrese, Sahabiye Medresesi, Gülük Medresesi,
Merzifonlu Medresesi, Seraceddin Medresesi, Hatuniye Medresesi ve Avgunlu
Medresesi" gibi eğitim kurumları bunun somut delilidir.
Dünyaca
tanınan büyük seyyahımız, Erciyes Dağı'nın eteklerinde kurulu olan Kayseri'nin havasını
koklayan kişilerin cennet rüzgârı koklamış gibi olduklarını söyleyerek bu
şehrin munis havasına vurgu yapar. Evliya Çelebi yine bu şehirle ilgili olarak:
“Bu şehirde yaz ve kış kar yağar, toprak sulanır. Yetmiş yedi çeşit tahıl ve
sebze yetiştirilir.” der.
Evliya Çelebi, manevî
şahsiyetleriyle bilinen Kayseri'nin bu yönüne de vurgu yapar. Büyük seyyahımız
söz konusu şehrin manevî mimarları arasında, bugün birçoğunu tanımadığımız şu
isimleri sıralar: "Seyyid Burhaneddin Muhakkik-i Tirmizî, Muhammed Hanefi bin Emirü’l-Müminin, Şeyh Rükneddin Sincanî, Şeyh
Evhadüddin Kirmânî, Şeyh Şerefüddin Musûlî, Şeyh Hasan Kayserî, Şeyh Seyyid-i Şerif, Şeyhü’l-Himmetü’l-Hulvânî, Şeyh Rûzbehan Baklî, Şeyh Nurbahş Kâmurânî, Şeyh Molla Tatar, Hazret-i Davud u Kayserî, Sultan Melik Mehmet Gazi, Şeyh İbrahim Tennuri, Arslan Dede, Şeyh Fethullah-ı Tennuri, Şeyh Ahmet Tiyrânî, Şeyh Hazret-i Hâmid İbn Musa el Kayserî, Abdi Dede..."
Tarihin nabzı atar Kayseri'nin dört bir köşesinde
Kayseri bir
kümbetler ve türbeler diyarıdır. Ali Cafer Kümbeti, Gevher Nesibe Kümbeti,
Hasbek Kadı Kümbeti, Döner Kümbet, Han Kümbet, Köşk Kümbeti, Sırçalı Kümbeti
bunlardan bazılarıdır. Hunat Hatun Türbesi, Zeynel Abidin Türbesi, Dev-Ali
Türbesi, Emir Ali Pişrev Türbesi, Hızır İlyas Türbesi, Melikgazi Türbesi, Şeyh
Tennurî Türbesi, Kutluğ Hatun Türbesi ve Seyyid Burhaneddin Türbesi, bu türbelere
örnek teşkil eder.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi Mevlâna'nın hocalarından biri olan Seyyid Burhaneddin
Muhakkik-i Tirmizî Hazretleri(1165-1244)'nin türbesi de buradadır. Yolumuzu
aydınlatanlardan biri olan bu yüce şahsiyet, Kayseri'nin manevî mimarlarından
biridir.
Mimar
demişken gerçek manada abidevî eserler inşa eden, taşları konuşturan Kayserili
büyük mimar, Mimar Sinan'ı da unutmamak gerekir. Osmanlı topraklarını
birbirinden güzel camilerle süsleyen bu büyük mimar, Kayseri'nin yetiştirmiş
olduğu çok mühim bir değerdir.
Anadolu'nun
görülmeye ve yaşanmaya layık topraklarının başında gelir Kayseri. Sevginin,
paylaşmanın ve umudun nabzı atar bu şehrin cadde ve sokaklarında. Bereketli
toprakları vardır bu kadim şehrin. Kayseri Bağlarında yetişen
mahsuller toprağın cömertliğinin ispatı
gibidir. Bir tohuma neredeyse bin ürün alırsınız bağlardan ve bahçelerden.
Kayseri'de günümüze ulaşan tarihî
camiler genellikle Danişmentliler ve Selçuklular zamanında yapılmıştır. "Gülük
Camii, Hacı Kılıç Camii, Han Camii, Lale Camii, Sivasî Hatun Camii(Develi Ulu
Camii), Bünyan Ulu Camii, Cami-i Kebir ve Hunat Camii gibi mabetler Selçuklu
döneminden kalma kadim eserlerdir. Bunun istisnalarından birini teşkil eden
Kurşunlu Camii, Osmanlılar zamanında yapılmış en önemli eser olarak dikkati
çekmektedir. Kurşunlu Camii, aynı zamanda bir Kayserili olan Mimar Koca
Sinan'ın eseridir.
Anadolu'nun en eski camileridir ulu
camiler. Ulu camiler
bir anlamda o şehrin yüreğinin attığı yerdir. Sosyal, dinî ve ticarî hayat
onların etrafında şekillenir. Özellikle cuma namazı için bu camiler tercih
edilir. Bir anlamda özel bir yere ve konuma sahiptirler. Türkiye'de toplamda 118 tane
bulunan ulu camilerden biri de Kayseri'dedir. Kayseri Ulu Camii de şehrin şah damarı
konumundadır. Kayseri'nin göz
kamaştırıcı mabetlerinden biridir Ulu Camii... Bu kutlu mabet, 1134-1143
yılları arasında Danişmentli Melik Mehmet Gazi tarafından inşa ettirilmiştir. Bu görkemli mabet
dikdörtgen planlıdır. Kırk iki kemerlidir.
Kayseri'de ticarî ve sosyal hayat bu
camii etrafında şekillenmiştir. Ulu Cami, Kayseri şehir merkezinde, Kapalıçarşı'nın
yanında yer almaktadır. Ulu Cami olarak bilinmekle beraber değişik kaynaklarda "Cami-i
Kebir" veya "Sultan Camii" olarak da anılmaktadır.
Hunat Hatun Camii ve
Külliyesi
Tarihî eserler şehirlerin tapusu
hükmündedir. Onlar dünle yarın arasında köprü vazifesi görürler. Tarihî
eserlerden yoksun şehirler, nüfus olarak(kemiyet olarak) büyük olsalar da
manevî büyüklüğe erişemezler. Tarihî eserler şehirlerin hüviyet cüzdanı gibidir.
Bütün tarihî şehirler gibi
Kayseri'nin de bir hafızası vardır. Yarının Kayseri'si bu bellek üzerine
kuruludur. Şehrin kimliğinin muhafaza edilmesi onun gücüne güç katmaktadır. Kayseri'nin tarihî dokusunu
oluşturan eserlerin başında Hunat Hatun Külliyesi gelmektedir. Bu kadim eser, Anadolu
Selçuklularının ilk külliyesidir. I. Alaeddin Keykubad'ın eşi ve II. Gıyaseddin
Keyhusrev'in annesi Mahperi Huand (Hunad, Hunat) Hatun tarafından 1238 tarihinde şehrin orta yerinde yaptırılmış
olan külliye cami, medrese, hamam, türbe ve imaretten oluşmuş tarihî yapılar
manzumedir. En önemli kısımları cami ve medresedir.
Günümüzde de dimdik ayakta kalmayı
başaran külliyenin en önemli kısmı olan Hunat Camii'nin inşaatı, kapılarının üzerindeki kitabelere bakılırsa 635 yılının Şevval ayında (Haziran 1238) tamamlanmıştır. Selçuklu döneminde ''Huvand” unvanı
Selçuklu saray ailesine özel bir unvan olarak verilmektedir. Mahperi Hatun da
bu unvanı kullandığı için Cami Huvane'dan Türkçeleşerek "Hunat Camii"
olarak adlandırılmıştır. Dikdörtgen planlı bu güzel mabet, Kayseri'nin
Selçuklulardan günümüze gelen en büyük camiidir. Dikdörtgenin kısa ekseni
doğrultusunda 8, uzun ekseni boyunca 10 kemer aralıklarına bölünmüştür. Dört
köşe ayaklar kemerleri tutmaktadır. Kırk
sekiz büyük ayaklarla beslenen kemerler üzerine oturtulan tavan tonoz
şeklindedir. Ortadaki kubbesi daha sonra yapılmıştır. Caminin Kitabesinde ise şöyle
denilmektedir : "Bu mübarek mescidin yapılmasını, Fetihler babası, dünya
ve dinin yardımı ve emanı, Keykubad'ın oğlu, Keyhüsrev zamanında, yüksek
mertebe sahibi zahide, saliha, dünya ve dini safvetti, hayırların öncüsü, büyük
valide emretmiştir."
Hunat
Camii'nin ana ve orijinal giriş kapıları doğu ve batı yönündeki taç kapılardır.
Sonradan açılan kuzey kapısı ile üç girişi olan caminin kuzey-güney ekseninde
on bölümü bulunmaktadır. Ana kapı batıdadır. Bu kapının girişte sol tarafında,
caminin kuzey ucunda, Mahperi Hatun'un türbesi bulunmaktadır. Caminin orijinal
Selçuklu minaresi bulunmamaktadır. Zira klasik
Selçuklu mimarisinde minare yoktur. Batı taç kapısı üzerinde yer alan minber, minare
ve yine batı taç kapısına dayanan büyük bir minare daha bulunmaktadır. Büyük
taş minare Sultan II. Abdülhamid tarafından 1900'de yaptırılmıştır. Taç kapının
üzerindeki minber-minare ise altı ayaklı, altıgen gövdeli, üstü ve külahı kare planlı zarif bir eserdir. 1727'de yapılan
onarım esnasında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Bütün Selçuklu camilerinin içi,
genelde mihrap ve minber hariç, süslemesizdir. Hunat Hatun Camii’nde de mihrap
en önemli unsurlardan birisidir. Mukarnaslı mihrap geometrik örgülerle
çevrelenmiş, istiridye kabuğu şeklinde motiflendirilmiş üç nişten oluşmuştur.
Her iki yanında ise döner mermer sütunlar vardır. Caminin bir diğer özelliği de
minberidir. Çivisiz geçme kündekâri tekniği ile geometrik motifli parçalardan
kurulmuştur. Bu dekoratif panolar arasında uzun bordürler halinde çeşitli ayet
ve dualar yer almaktadır. Çift kanatlı kapısı ve korkulukları oyma kafes
işçiliğinin zarif örnekleridir. Bunlar
mabede ayrı bir güzellik katar.
Bir açık hava müzesini andıran Kayseri,
hiç uyanmak istemediğimiz bir uykuda gördüğümüz efsunlu bir rüyadır. Susayanlara
can suyudur. Türkiye'nin talihi ve tarihidir.