Gözleme dayalı,
bilgi ve deneyim olarak ne toplayabilmişseniz, bilinç duvarınızı o malzeme ile
örmek zorundasınız. Şunu bir kavrayabilsek sorunların ve aldanma/yanılma
nedenlerinin yarısını çözeceğiz. İnançlar; soyut, göreceli, kişiye ve topluma
göre değişen manevi değerlerdir. İnanç birliği; bir yönetim ve maddi yöntem aparatı
olamaz. İnanca dayalı bir sistemle, değil bir devleti, bakkal dükkanını bile
yönetemezsiniz.
Akıl, bilim,
bilgi, yöntem, deney, sorgu, kuşku ve denetimin olmadığı bir yerde, sahtekârlık
baş aktördür. Hiçbir olay ve sonuç hakkında gerekçe üretmenize, sorgulama
yapmanıza, nedensellik bağı kurmanıza izin verilmez.
Yanılmayalım,
yanıltmayalım, insanların umut, sevgi, düşünce ve duygularını
istismar etmeyelim.
İnanç insana huzur verir, güç verir sabır verir, anlam
arayışını tamamlar. Fakat karar veren, direksiyona geçen; akıl ve mantıktır.
Müzakere, istişare, muhakeme ve tüm iletişimin dili; akıl, mantık ve bilim
eksenli olmak zorundadır.
Zaten akli dengesini yitirenlerin,
ceza ehliyeti yoktur. İrade beyanı geçersizdir, inanç sorumluluğu da yoktur.
Demek ki neymiş; akıl öyle opsiyonel bir güç değilmiş. Şeyhin kuyruğuna takılan
bir aksesuar hiç değilmiş. Akıl hep uyanıktır. Uykuda bile boş durmaz bir
şeyler üretir. İnanç ve diğer duygular ise
moral/motivasyon/azim/umut/coşku/sorumluluk/dayanışma/ toplumsallık bilincini
besleyen bir jeneratördür.
Test edilemeyen,
geliştirilemeyen, denetlenemeyen bir güç, yönlendirilemez. İnanç deyince
elbette çoğunun aklına dini bir inanç ve/ya inandığı din, tercih ettiği mezhep,
tabi olduğu tarikat/cemaat gelecektir. Oysaki inanç daha genel bir kavramdır.
Tanrıtanımazın da düşüncelerini şekillendiren duygu ve inanç kriterleri vardır.
Bu gerçeklik, felsefi bir ekolun yolcusu için de geçerlidir. Bize göre
tanımlanan bir hak din veya mezhep anlayışı; bir başkasına göre bir film
senaryosundan ibarettir.
Sosyal, ekonomik
adaleti sağlamış bir özgürlükçü hukuk devleti ancak; demokrasi, laiklik,
anayasal birliktelik ve hukukun üstünlüğünün kesintisiz, eksiksiz ve zamanında
uygulanmasıyla mümkündür.
Tarihsel süreç
içerisinde karşımıza çıkan din ve mezhep savaşları düşündürücüdür. Savaş ancak;
vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne karşı açık bir tehlike oluştuğunda
meşrudur. Beka sorunu ve zarar verme, yok etme girişimine karşı meşru müdafaa
hakkı olarak savaş zorunludur. Din ve mezhep yayılmacılığı adına yapılan
savaşlar; emperyalist emellerin din soslu halidir. Vahşet, cehalet merkezli bir
akıl tutulmasının tezahürüdür.
Kalbini saran,
gönül dünyanı süsleyen, vicdanını şekillendiren, yaşamına anlam veren
inançları; kendi aile yaşamında, birlikte olduğun gruplarda istediğin gibi
yaşayabilirsin. Başkasını da davet edebilirsin.
Fakat bu davete zorlamaya, kabul edeni zorla tutmaya, inanç dünyanın dışında
kalanları düşman ilan etmeye, her yurttaşın uymak zorunda olduğu yasal kuralları,
bu inanç kriterleriyle şekillendirmeye hakkınız yoktur.
Böyle bir amaç
ve idealle yaşamak; toplumdaki çoğulculuğu, çeşitliliği, renkliliği, farklılığı
yok saymak olur. Bu çeşitlilik yaradılıştan gelen kozmografik gerçekliktir. Her
İnsanın parmak izi, göz retinası, kulak izi, gen yapısı farklıdır. Ruh ve
düşünce dünyası da farklıdır. Gökten inip toprakla buluşan her kar tanelerinin
kristal yapısı birbirine benzemez. Denizlerde periyodik olarak kıyıya vuran
dalgaların boyu, şekli ve şiddeti birbirinden farklıdır. Bunların hepsini bir
çuvala doldurup karıştırmanın bir gereği yoktur.
Sonuç olarak
şunu söyleyelim; inançlar kendimizi tanımaya, keşfetmeye, yaşama bağlamaya
yardımcı olur. Akıl ve ürettiği tüm değerler; bizi yaşamla buluşturur,
toplumsallaştırır. Adil, vicdanlı, tutarlı olmamızı sağlar. Akıl ve inançtan
bir taraf noksan veya özürlüyse; gerçeklere karşı; sağır, kör, topal kalmamıza
neden olur.
Hiçbir soydaşımız bizi daha çok Türk,
daha çok Kürt, daha çok Alman, daha çok Rus olmamızı sağlamayacaktır. Hiçbir
dindaşımızın bizi daha çok Müslüman, daha çok Hristiyan, daha çok Musevi
olmamıza bir katkısı olmayacaktır. Bu her tercih ve duruş için geçerlidir.
Değirmenin tahıl haznesine ne dökerseniz, çıkıştaki üretilen un, onun cinsinden
olacaktır. Yani kısaca; sel gelip ırmaklar taşsa da, kuraklık olup kurusa da
son nokta olarak suyun ulaştığı denizde; tuzluluk oranı pek fazla
değişmeyecektir.
İnanç ve
muhafazakarlık; aklın ve mantığın ürettiği değerleri korumakla mükelleftir.
Bu uğurda; aracılara, asalaklara, parazitlere, istismarcılara, kalpazanlara,
sözde kurnazlara, fırsatçılara, çıkarcılara, hanutçulara fırsat verip malzeme
olmayalım.
Samsun, 04.10.2023
Ali Rıza Malkoç
arm.web.tr