M. NİHAT MALKOÇ
Kişi Vardır Sözde Davasıyla Yükselir, Kişi Vardır Hakikat Davasını Yükseltir
Bazı
insanlar vardır ki davaları için yaşarlar. Onların bu fâni dünyada davaları
dışında herhangi bir şahsî beklentileri ve çıkarları yoktur. Bazı sözde davalar
da vardır ki sadece kişileri ayakta tutmak için birer köprü vazifesi görürler.
Oldum olası davası için yaşayan asil insanlara gıpta etmişimdir. Onlardaki
eğilmezliğe ve bükülmezliğe hayran kalmışım. Hele yolunda gittikleri dava hak
ve hakikat davasıysa hayranlığım katlanarak alabildiğine büyüdükçe büyümüştür.
Dünya
kurulalı beri, ilelebet devam edecek olan kutlu İslâm davası nice neferler
tanımıştır. Kimler gelmiş kimler geçmiş dünya denen bu koca sahneden. Yunus
Emreler, Mevlânalar, Mehmet Akifler, Bediüzzamanlar, Cahit Zarifoğlular, İsmet
Özeller, Necip Fazıllar ve Sezai
Karakoçlar bunlardan sadece birkaçıdır.
"Bu dava, ayıya dayı demeyenlerin davasıdır” diyen Osman Yüksel Serdengeçti de bu güzel
davanın gözü pek neferlerindendi. İnandığı dava uğrunda defalarca tevkif edilen
Serdengeçti, dinî değerlerin yok farz edildiği bir dönemlerde idam cezasına
bile çarptırılmıştı.
Kalemi ve Kelâmıyla Dosta Güven, Düşmana Korku Veren Bir Dava Adamı
Bir
ömür boyunca ilâhî hakikat davası için yaşayan ve bugün neredeyse nesli
tükenmekte olan necip insanlardan biri olan merhum Osman Yüksel Serdengeçti,
güçlü kalemi ve etkili kelâmıyla düşmanlarına korku, dostlarına güven veren
güçlü bir simaydı. Onun eserlerini okuyanlar ve fikir mücadelesini bilenler,
davasına olan bağlılığına hayran kalırlar. Çünkü hayatı boyunca eline geçen
onca fırsatı davasının yürümesi için tepen ve yoksulluk içerisinde yaşayarak
davasını sırtlayan bu büyük ülkü adamı, hâl ve hareketleriyle insanlara güzel
mesajlar vermiştir. Kendisini asla ön plana çıkarmamıştır, hatta yaptığı
fedakârlıkları hep gizlemiştir. Son dönem romancılarımızdan Mehmet Niyazi, Osman
Yüksel’i bakın nasıl anlatıyor bizlere: “Cömertlik denince aklıma hep Osman
ağabeyimiz gelir. Kendisine karşı çok tutumluydu. Lokantada kuru fasulye,
pilavdan başka bir şey yemezdi. Öğünlerinin çoğunu yayınevinde peynir ekmekle
savardı. Ama muhtaç olanlara her ay düzenli burslarını gönderirdi. Nefis
herkese tatlı gelir; ona harcanan cömertlik değil harisliktir. Cömertlik
başkasına karşı tavırda kendini gösterir. Her Ankara’ya gidişimizde, mutlaka
Denizciler Caddesi’ndeki yayınevine uğrardık. Ekseriyetle kapalı olurdu; çünkü
hep bir yazısından dolayı polis tarafından aranırdı. Kapıya yapıştırdığı; ‘İş
dolayısıyla seyahatteyim’ veya ‘Memleketteyim’ yazısını okur, esprilerini
hatırlar, üzüntüyle dönerdik.”
Asıl
adı "Osman Zeki" olan Osman Yüksel Serdengeçti, 15 Mayıs 1917'de
Antalya'nın Akseki ilçesinde dünyaya gelmişti. Babası Akseki müftülerinden
Salim Yüksel'dir. O, Diyanet İşleri eski başkanlarından Ahmet Hamdi Akseki'nin
yeğenidir. İlkokulu Akseki'de, ortaokulu Antalya'da okumuştur. Ankara Atatürk Lisesi'nden
mezun olmuştur. Liseden sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi Felsefe Bölümüne girmiştir. Serdengeçti, son sınıfta okurken 3 Mayıs
1944 tarihinde öğrencilerin dahil olduğu Türkçülük-Turancılık olayları
gerçekleşmiştir. Osman Yüksel bu olaylara karıştığı gerekçesiyle tutuklanarak
sıkıyönetimin icra edildiği İstanbul'a gönderilmiş, tutuklanarak hapse
konmuştur. Hapiste türlü işkencelere ve baskılara maruz kalmıştır. Hapiste meşhur Türkçü ve Turancı şair ve
yazar Nihal Atsız koğuş arkadaşlarından
biridir. Burada üç buçuk ay tutuklu kaldıktan sonra suçsuz olduğu kararına
varılarak serbest bırakılmıştır.
"Yüksel Vekâletin Alçak Vekiline" Hitabıyla Başlayan Zehir Zemberek Bir Dilekçe
Samimi
bir dava adamı olan Serdengeçti, Müslüman bir ülkede yaşasa da hep hor ve hakir
görülmüştür. İnanç ve düşüncelerinden dolayı büyük haksızlıklara uğrayan Osman
Yüksel, hapisten çıktıktan sonra, son sınıfında okuduğu okulu bitirmek için
kendisine sınav hakkı verilmesini istemişse de isteği zamanın Milli Eğitim
Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından kabul edilmemiştir. Buna çok sinirlenen
Serdengeçti "Yüksel Vekâletin Alçak Vekiline" hitabıyla şu dilekçeyi
yazarak bakanın önüne bırakmıştır:
"3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp
tahrik etmek suçuyla Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Şubesi’nin son
sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan, ben Osman
Yüksel, İstanbul’a sürülüp Örfi İdare Komutanlığı'nın emrine teslim edildikten,
tabutluklara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır.
Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı!
Senden bahşiş istemiyorum!İmtihan hakkımı ya verirsin ya zorla alırım. Beni,
tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez! Bu aşkı, bu ateşi hiçbir
şey söndüremez"
Hakk'a Tapan, Halkı Tutan Bir Mecmua: Serdengeçti
Merhum
Osman Yüksel Serdengeçti, tarifi müşkül çok zor şartlar altında hiçbir maddi
karşılık beklemeden Türk-İslâm davasına sayısız hizmetler etmiştir. Önce “Bağrı
Yanık” sonra “Serdengeçti” dergilerini çıkarmıştır. Onun büyük zorluklarla ve
gayretlerle çıkardığı Serdengeçti dergisi Türk-İslâm davasının o zamanki en
mühim adresi olmuştur. Bu sıra dışı derginin birinci sayısına baktığımızda
“Hakka Tapar, Halkı Tutar” sözünün büyük
puntolarla yazıldığını görürüz. Bu, söz konusu derginin bütün sayılarında yer
almış bir slogandır. Yine derginin birinci sayısının ikinci sayfasında şu
görüşlere yer verilmiştir: “Serdengeçtiler her türlü kötülüklerle amansız bir şekilde
mücadele etmek için ortaya atıldılar. Onlar ilhamlarını Allah sevgisinden,
millet sevgisinden, vatan sevgisinden alıyorlar. Gençler! Aşınmamış vicdanların
gür sesleri… Siz de bu çetin yolda pervasızca yürümeğe yemin edenlerin safına,
Serdengeçtiler kafilesine katılınız! Serdengeçti bütün sayfalarını size açmış
bulunuyor; duygularınızı, fikirlerinizi hatıra defterlerinize yazar gibi bize
yazıp gönderebilirsiniz. Burada meşhur imzalar yok. Akıl hocalığı yapanlar yok.
Biz bizeyiz. Genç istidatları tanıtmak, vatan duygulu, millet sevgili memleket
çocuklarını bir araya toplamak istiyoruz.”
Merhum
Osman Yüksel, 33 sayı çıkabilen “Serdengeçti” isimli derginin hem sahibi, hem
yazarı, hem editörü hem de çalışanıydı. Dergide yayımlanan yazıların yarısını
kendi kaleme alırdı. O, Kur’an okumanın, yayınlamanın ve satmanın yasak olduğu zor dönemlerde “Hakka tapar, halkı tutar”
sloganıyla yayımlanan bu dergiyi tek başına sırtlamıştı. Tabir caizse üzerine
ateşten bir gömlek giymişti. Dergi çıkar çıkmaz mahkemelik olmuştu. Çünkü
fincancı katırlarını ürkütmüştü.
Bugünkü
büyük dergilere baktığımızda bunların çoğunun sabit ve maaşlı kadroları
olduğunu görürüz. Bu aylık yayın organları, kalemi güçlü olduğu halde köşede
bucakta kalmış isimlere öyle kolay yer vermezler. Onlar için mühim olan,
milletçe tanınmış şair ve yazarların adının büyüklüğünden faydalanıp okur
toplamaktır. Merhum Osman Yüksel’in Serdengeçti dergisi garibin ve mazlumun
yanında yer aldı hep… Yazarları da İstanbul etrafında yaşayan şişirilmiş
isimlerden ibaret değildi. O, birikimi ve kabiliyeti olduğu halde adını duyurma
fırsatı bulamamış genç kalemlerin sesi olmayı yeğlemiştir. Onun içindir ki
mazlum halk tarafından üstün kabul görmüştür. Fakat her sayısında değişik sudan
sebeplerle kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Çünkü o, hakikatleri
eğip bükmeden, gür bir sesle haykırmayı yeğleyen sahici bir yayın organıydı.
Daima mazlumun ve mağdurun yanındaydı. O zamanın marksist-sosyalist zihniyetli
idarecileri bunu öyle kolay kaldıramıyordu. Onun için her fırsatta
Serdengeçti'yi susturmanın yollarını arıyorlardı.
Serdengeçti Kendisiyle Bile Alay Edebilen Bir Nüktedandı
Osman
Yüksel Serdengeçti nüktedan bir insandı. En zor zamanlarda bile yüzünden
tebessüm eksik olmazdı. Sözü hiç evirip çevirmez, direkt söylerdi. İslâmî ve
insanî hakikatlerden rahatsız olanların ne düşüneceği onu ilgilendirmezdi.
Kendisiyle barışık bir insandı. Şahsî
eksiklikleriyle ve hastalıklarıyla da alay ederdi. Ömrünün son demlerinde parkinson
hastalığına yakalanmıştı. Elleri titriyordu. Bu haldeyken kendisine bir bardak çay getirdiler. Şekeri bardağa
atmakta bile zorlandı. Elindeki kaşığı bardağa sokmakta güçlük çekti. Bu aciz
durumdayken şu nükteli sözleri sarf etti: “Hey gidi Osman hey! Bir zamanlar
Türkiye’yi karıştırırdın, şimdi bir çayı karıştıramıyorsun!”
Serdengeçti siyasete atılarak 1965-1969 yılları arasında Adalet Partisi'nden Antalya milletvekilliği yaptı. Fakat sert söylemleri sebebiyle Adalet Partisi'nden ihraç edildi. Ayrıca milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı aldı. İkazları dikkate almayınca da genel kurula girişi yasaklandı. Bu kez beline bağladığı kravatla içeri girdi, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere “Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım” diye karşılık verdi.
Serdengeçti'nin
nüktelerinden biri de hayatındaki İsmetlere dairdir. Rahmetli Osman Yüksel'in
-kendi ifadesiyle- hayatını heder eden iki İsmet vardır. Biri İsmet İnönü,
diğeri eşi İsmet Hanım'dır. Kendisinin hiç çocuğu olmadığı için bazen yarı şaka
yarı ciddi şu sözü tekrarlamıştır: "Hayatta iki İsmet'ten çok çektim. Bu
İsmetlerden birisi beni zürriyetimden etti. Hiç çocuğum olmadı. Diğer İsmet ise
-İsmet İnönü de - beni hapishanelerde hürriyetimden etti..."
Şair Yavuz Bülent Bakiler, Kıbrıs meselesinin zirvede olduğu 60'ların sonu, 70'lerin başlarında, büyük bir coşku içinde Kıbrıslı kardeşlerimize bir şiir yazar. Şiir her dizede, kafiyeyi sağlayan "daş" sesleri ile bitmektedir. Gönüldaş, karındaş, ülküdaş, arkadaş, yoldaş, sırdaş vs. Yavuz Bülent Bakiler, şiirini Osman Yüksel Serdengeçti'ye okutur önce. Merhum Serdengeçti şöyle bir inceler şiiri ve Yavuz Bülent Bakiler'e tebessüm ederek, "Çok güzel, çok beğendim; ama şiirde o kadar çok "daş" var ki, bu daşları Akdeniz'e döksek, Kıbrıs'a kadar yürürüz alimallah."
Kendisiyle ilgili hiçbir şeyi dert etmeyen Serdengeçti, bir sohbet esnasında yaptığı nüktelerle, lâtifelerle ve vezinli konuşmalarla etrafındakileri kahkahalarla güldürüyordu. Bu konuşmalardan birinde yanındakilere "Sekiz defa mahpus, bir defa mebus oldum." diyordu.
O, Gücünü Hakk'tan ve Hakikatten Alan Mefkûreci Bir Gençliği Özlüyordu
Gelmiş
geçmiş Türk aydınları içerisinde Serdengeçti kadar gözü pek, lafını sakınmaz,
özü sözü bir, mücadeleci ve fedakâr bir aydın görmek pek müşküldür. O, kendi
geleceğini değil, gençlerin yarınını düşünüyor ve onlar için bir şeyler
yapmanın onurlu mücadelesini veriyordu. "Nerde akşam orda sabah"
düşüncesindeydi. Hayatında şahsî beklentileri yoktu. “Bir lokma bir hırka”
anlayışında olan şehirli bir dervişti. Issız dağlarda değil, başkent Ankara’nın
ortasında çetin mücadeleler vererek derviş olabilmenin ve derviş kalabilmenin
zorluklarına katlanarak gençliğe iyi bir örnek olmuştu. Önemli olan dağda
değil, şehirde derviş olabilmekti. O,“Bir Kahraman Bekliyoruz” adlı şiirinde
gelecekte nasıl bir insan modeli, nasıl bir gençlik, nasıl bir kimlik ve
kişilik arzuladığını şöyle ifade ediyordu: “Savletinle titresin yeniden
doğu-batı/Ve kurulsun Allah’ın ebedî saltanatı/ Sinesinde birleşsin sağa sola
sapanlar,/ Kahrolsun Hak dururken zorbalara tapanlar!/ Çık, nerdesin, zuhur et!
Biz seni bekliyoruz/ Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz.”
Durmadan akan coşkun bir nehir misali olan bu
dünyada, bizler de hayata gönül gözüyle bakan Serdengeçti'nin tarif ettiği,
gücünü Hakk'tan ve hakikatten alan mefkûreci bir gençliği özlüyor, büyük
umutlarla ve sabırla yolunu bekliyoruz. Fakat bu mefkûreci neslin hamurunu biz
yetişkinlerin yoğuracağını da biliyoruz. Bunun için de dillerinden kelime-i
tevhidi düşürmeyen, ilâyi kelimetullah peşinde koşanların izlerini kendilerine
iz eyleyen usta hamurkârlara ihtiyaç vardır.
Türk-İslâm
Ülküsünün Bağrı Yanık Ağabeyi: Osman Yüksel Serdengeçti
Osman
Yüksel, bu fâni dünyanın şatafatına, malına ve mülküne hiçbir zaman itibar
etmedi. Dünyalıklar ona göre değildi. İmkânı ve çevresi olduğu hâlde hiçbir
makama talip olmadı. Fakat hiçbir zaman sessiz ve içine kapanık da yaşamadı.
İslâm'ın gür sedası oldu son nefesine kadar.
Türk-İslâm ülküsünün bağrı yakın ağabeyiydi
Serdengeçti. O, sefayı elinin tersiyle itip her daim cefaya talip olandı. O,
bir kanaat (önd)eriydi. Nefsinin dizginlerini daima elinde tutandı. Sofrasında
pahalı yiyecekler olmadı hiç. Peynir ekmeğe talim etti bir ömür boyunca.
Dünyada canından başka kaybedecek bir
şeyi de yoktu. Onun için de inandığını ifade etmede asla tereddüt etmedi. O,
kahpeye minnet etmektense sehpaya yürümeyi tercih eden adam gibi adamdı.
Osman
Yüksel Serdengeçti deyip de geçmeyin. O, zorlu bir döneme damga vurmuştur.
Millet olarak ona çok şey borçluyuz. O, İslâm davasının yılmaz
mücahitlerindendi. Hakk ve hakikat uğrunda yürümeyi, nokta kadar menfaat için
virgül gibi eğilmemeyi, izzeti ve iffeti ondan öğrendik. Azmi, mücadeleyi ve
direnişi onun davranışlarından gözlemleyerek şahsiyetimize nakşettik. Fikir namusunun
ne demek olduğunu eylemleriyle o öğretti bize. O, bize nasihat etmedi; önümüze
capcanlı bir model koydu. Bizler onun sözlerini değil, yiğitçe eylemlerini
kendimize şiar edindik.
Kalemi ve Kelâmı Namus Bilen Yerli Bir Münevver: Osman Yüksel Serdengeçti
Bir
dava adamı olan Osman Yüksel Serdengeçti'nin derdi şairlik filan değildi. O,
düşüncelerini muhataplarına daha kolay ve etkili aktarabilmek için şiiri bir
araç olarak kullanmıştır. Onun bütün şiirlerinde savunduğu bir düşünce vardır.
O, şiirlerinde yaygın olarak hece ölçüsünü kullanmıştır. Serdengeçti,
şiirlerinde "kahramanlık, mukaddesat, aile, Türk dünyası, Müslümanların
gaflet içerisinde oluşu, hüzün, İslâm, Türklük, vatan sevgisi, şehadet, esaret,
hürriyet, Mevlâna, cesaret, zamanın kötülüğü" gibi konuları ele almıştır.
Yazdığı her şiir epik ve didaktik özellikler taşır.
Osman Yüksel Serdengeçti kelâmı namus bilmiş, kalemini asla satmamış, onu Hakk'ın ve hakikatin emrine vermiş, ömrü boyunca hak bildiği yolda yürümüş ve kılıç gibi keskin kalemiyle birbirinden kıymetli eserler yazmıştır. Gençlerin şahsiyet kazanmasında ve kimliklerinin teşekkülünde etkili olan bu eserler şunlardır: "Mabedsiz Şehir, Bu Millet Neden Ağlar?, Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?, Ayasofya Davası, Mevlâna ve Mehmet Akif, Türklüğün Perişan Hâli, Gülünç Hakikatler, Kara Kitap, Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı, Radyo Konuşmaları, Akdeniz Hilalindir"
Serdengeçti'nin "Kanunî Devrinde Bir Sefirin Hâtıratı "(O. G. de Busbecq), "İlimler ve Sanatlar Hakkında Nutuk" (J. J. Rousseau), "Beynelmilel Yahudi" (H. Ford), "Sokrat’ın Müdafaası" (Eflatun), "Peygamber Kahraman Muhammed" (Thomas Carlyle) adlı çevirileri de vardır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Mehmed Âkif Ersoy, Nâmık Kemal, Ziya Gökalp ve Nurettin Topçu gibi mutasavvıf, şair ve düşünürlerden etkilenen Osman Yüksel Serdengeçti; Yeni İstanbul, Zafer, Türk Yurdu, Millî Gazete, Çağlayan gibi gazete ve dergilerde birbirinden kıymetli yazı ve şiirler yayımlamıştır. Batı'nın klasik sayılabilecek şair, hikâyeci ve romancılarından Lamartine, Lermentof, Dostoyevski, Puşkin ve Çehov gibi isimleri kendine daha yakın bulmuştur. Bunların yanında Köroğlu, Karacaoğlan, Ferhad, Âşık Hüsnü gibi halk şairlerinin de etkisinde kalmıştır. Fikirlerine katılmasa da Nazım Hikmet'le Sabahattin Ali'nin sanat yönünü takdir etmiştir.
Serdengeçti Korkuyu Korkutan, Hapishanelerle Barışık Hakk ve Hakikat Adamıydı
Büyük bir dava adamı olan merhum Osman Yüksel Serdengeçti korku nedir bilmeyen, asla gelecek endişesi taşımayan, ele avuca sığmayan, kolay zapt edilemeyen cesur ve mücadeleci bir insandı. Serdengeçti dergisinde yazdığı yazılar yüzünden başı belâdan bir türlü kurtulamamıştır. Onun hapishaneyle ilgili duygu ve düşüncelerini anlattığı "Hapishane Türküsü" adlı şiiri acıklı bir eserdir. Şöyle diyor bu şiirinde: "Yıkılası hapishane damları anam/Yandım Allah yandım, daha mı yanam/İçtiğimiz gözyaşı, ekmeğimiz gam/Yıkılası hapishane damları anam/Yandım Allah yandım, daha mı yanam//Her yeri kaplamış bir kara duman/Geçmiyor, geçmiyor şu kahpe zaman/Bir af çıkmazsa da hâlimiz yaman/Yıkılası hapishane damları anam/Yandım Allah yandım, daha mı yanam//Feryadıma ses vermez, duvarlar dilsiz/Geçiyor baharlar çemensiz, gülsüz/Kötürüm gibiyim ayaksız, elsiz/Yıkılası hapishane damları anam/Yandım Allah yandım, daha mı yanam."
Hayatını Türk-İslâm davasını savunmakla geçiren Osman Yüksel Serdengeçti, yaşlılık yıllarında da çizgisinden ve mücadelesinden asla vazgeçmemiştir. Son nefesini verene kadar hep aynı çizgide kalmıştır. O, heyecanını hiçbir zaman kaybetmese de yaşlılığın getirdiği fizikî olumsuzluklara dur diyememiştir. Yaşlılık yıllarındaki değişimini bir şiirinde şöyle dile getirmiştir: "Artık iş kalmadı yârenler bizde/Tökezliyor olduk yazıda düzde/Şairdik, hatiptik, yazardık sözde/Ekmeği yemeğe ağızda diş yok/Dedik ya efendim bizlerde iş yok//Sağ yanım titriyor, sol yanım tutmaz/Nabzım tekler durur, muntazam atmaz/Ayağım bir türlü ileri gitmez/Ağzım her an kuru, gözümde yaş yok/Artık bundan böyle bizlerde iş yok//Yakını uzağı seçemez oldum/Bir ufak hendeği geçemez oldum/Bir bardak soğuk su içemez oldum/Tatlılarda bile lezzet yok, tat yok/Benim bu hâlime takacak ad yok//Yaşıtlarım birer birer ölüyor/Yeşil yaprak kara toprak oluyor/Azrail de baş ucumda soluyor/Üstüme dikmeye ağaç yok, taş yok/Arkamdan vermeye yemek yok, aş yok."
Çıkardığı Serdengeçti dergisinin adını, soyadı olarak kullanan Osman Yüksek Bey yaşadığı sürece hiç kimseye eyvallah etmedi. Her neyi varsa garip gurabayla paylaştı. Biriktirmekten değil paylaşmaktan keyif aldı. Şahsî çıkarlar peşinde koşmadı; hayatını davasına adadı. Hilesiz, hurdasız yaşadı. Hiç kimseye kötü rüya görmedi. Daima yerli ve millî bir duruş sergiledi. Milliyetçiliğiyle, muhafazakârlığıyla ve dindarlığıyla inkişaf etti. Kendi dertlerini unutup etrafındakilerin dertleriyle dertlendi. Ayasofya'nın paslı zincirlerini çözmek için var gücüyle çalıştı. Kendisi yarı aç yarı tok gezerken fakir öğrencilere burs verdi. Nefes aldıkça kötülerle ve kötülüklerle mücadele etti. Yazarken ilhamını Allah, vatan ve millet sevgisinden aldı. Halkın ve Hakk'ın yanında ve yakınında durdu.
Ömrü boyunca elif gibi dik duran, şahsî çıkarlarını değil, ümmetin menfaatlerini önceleyen, Allah'tan başkasının karşısında eğilmeyen büyük dava adamı Osman Yüksel Serdengeçti, 1983'ün 10 Kasım'ında Ankara'da vefat ederek çok sevdiği Rabbine kavuşmuştur. Sonbaharın son günlerinde, başkentteki Cebeci Asrî Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Allah rahmet eylesin. Ruhu şâd olsun.