ÖLÜMÜNÜN
62. YILINDA İMAM-HATİP NESLİNİN ÖNCÜSÜ TRABZONLU CELÂL HOCA YAHUT MAHMUT
CELÂLEDDİN ÖKTEN
M.
NİHAT MALKOÇ
"Bu okulları(İmam-Hatipleri)
doğmadan boğmak isteyenler var"dı.
Türkiye'de dinî
eğitim her dönemde öncelikli gündem olmuş, mesele üzerinde değişik mahfiller
tarafından müspet ve menfî kanaatlerde bulunulmuştur. Nüfusunun kahır
ekseriyeti Müslüman olan bir memlekette dinî eğitimin inkişaf ettirilmesi hâliyle
elzemdi. Bunun birkaç dernek ve vakfa bırakılması gelecekte ciddi sancılara yol
açabilirdi. Bu mühim iş, milletin değerleri de göz önünde bulundurularak devlet
kontrolünde planlı ve programlı biçimde yapılmalıydı. Zira gönüllü kuruluşların
vereceği dinî eğitim değerler kargaşasına yol açabilirdi. Bu iş ilmî
derinlikten mahrum kafalarla yürütülürse gelecekte sorunlar çıkabilirdi.
Bilindiği gibi 1949'da dinî alandaki
kalifiye insan açığını gidermek için, ölü yıkayacak, cenaze namazı kıldıracak
insanlar yetiştirmek için İstanbul'da İmam-Hatip Kursları açılmıştı. Demokrat
Parti iktidara gelince bu kurslar 1951'de, bütün zorluklara rağmen İmam-Hatip
okullarına dönüştürülmeye başlanmıştır. Çünkü açılan kurslar mevcut ihtiyacı
giderememiştir. Bunun farkına varanlar köklü ve radikal arayışlar içerisine
girmişlerdir. Bu arayışlar
çerçevesindeki değişim ve dönüşümün mimarlarından biri de bilge insan Mahmut
Celâleddin Ökten'dir. Ökten, uzun zaman kafa yorarak söz konusu okulların plan
ve programlarının düzenlenmesinde, müfredatlarının oluşturulmasında öncülük etmiştir.
Mahmut Celâleddin Ökten, hazırladığı dosyaları öğrencisi de olan zamanın Milli
Eğitim Bakanı Ahmet Tevfik İleri'ye götürerek bu hususta ilk önemli adımları
atmıştır.
İmam-Hatip Okullarının açılması
diğer okulların açılması kadar kolay olmamıştır. Zira bu okulların açılmasını
isteyen müspet bir iradenin yanında, bu dinî okulların açılmasını istemeyen, bu
gayrete ve gayeye daima takoz koyan güçlü bir menfi irade daha vardı. Milletin
değer(li)lerinin karşısına dikilen ve onları öcü gibi gö(ste)ren bu irade,
gücünü din dışı mihraklardan ve Batı'dan alıyordu. Mahmut Celâleddin Ökten,
ilerlemiş yaşına rağmen(ki o yıllarda 69 yaşındaydı) bu zorlu mücadeleyi
kazanmış, önüne çıkan engelleri bertaraf etmiştir.
İmam-Hatip Okullarının açılması tek
başına yetmiyordu, bir de bu okulların güçlü bir şekilde yaşatılması ve bütün
yurt sathında yaygınlaştırılması lâzımdı. Onun için de söz konusu okullar güçlü
temellere dayandırılmalıydı. Zamanın Demokrat Partili Milli Eğitim Bakanı
Tevfik İleri'nin dediği gibi "Bu okulları doğmadan boğmak isteyenler
var."dı. Bu mevzuya geçmeden evvel bu hususta öncülük yapan Mahmut
Celâleddin Ökten'i tanıyalım.
Mahmut Celâleddin Ökten, bereketli ömrünü imanlı bir
neslin ruh ve kimlik inşası için harcamıştır.
Uzun ve bereketli ömrünü imanlı bir
neslin ruh ve kimlik inşası için harcayan, buna sağlam bir zemin oluşturmak
gayesiyle İmam-Hatip Okullarının açılması ve yaygınlaşması için canla başla
çalışan Mahmut Celâleddin Ökten 1882 yılında Trabzon'da, Saçlıhoca Mahallesi'nde
dünyaya gelmiştir. Soylu ve köklü bir aile olan, dinî ilimlerde inkişaf eden
şahsiyetleriyle tanınan Gürcüzâdeler
sülâlesine mensuptur. Babası Salih Zihni Efendi, annesi ise Güller Hanım'dır. Ökten'in
Akçaabatlı bir aileye mensup olan annesi hafızdır. Kendisi de hafızlığı
annesinin teşvikleriyle altı ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. Babası, imamlığın
yanında medrese hocalığı da yapmıştır. Mahmut Celâleddin, kolu ve kanadı
mesabesinde olan babasını dört, annesini ise on yaşında iken kaybetmiştir.
Öksüz ve yetim kalınca babaannesi onu oğlunun
bir emaneti olarak kabul etmiş ve himayesi altına almıştır. Fakat küçük Celâleddin 15 yaşına gelince bu
kez de tek dayanağı olan ninesini kaybetmiştir. Kız kardeşiyle ortalıkta bîkes
kalmıştır. Fakat yetimlik ve öksüzlük
onun ilim öğrenmesine engel
olmamıştır. Zorluklar ve çaresizlikler onun ilim öğrenme sevdasını daha da
kamçılamıştır.
Mütedeyyin bir ailenin gayretli bir evlâdı
olan Mahmut Celâleddin, çocukluğunun ilk yıllarında hafız olduktan sonra;
sırasıyla evvelâ Rüştiyeyi dereceyle bitirmiş, ardından da Trabzon İdadisi'ne
girmiştir. Fakat medrese tahsilini de onlarla beraber hiç aksatmadan yürütmüştür.
Dedesi Ömer Fevzi Efendi, Trabzon'un en büyük ve kadim camilerinden biri olan
Çarşı Camii'nde imam olarak görevliydi. İdadide okuyan Mahmut Celâleddin, bir
yandan da dedesinin yerine Trabzon Çarşı Camii'nin İmam-Hatipliğini yapmıştır. O
zamanın Trabzon valilerinden olan Kadri Bey, cumaları onun hutbelerini dinlemek
için Çarşı Camii'ne gelir. Onun kabına sığmaz hâlini ve ilim öğrenme iştiyakını
görür, burada harcanmamasını söyler.
İlim
irfan öğrenmek uğruna katlanılan çileler ve zorlu İstanbul yılları
Celâleddin Ökten, ilim adamı olmayı
aklına koyduğu için Trabzon'daki gelişimi bitince zamanın ilmin merkezi olan
İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. Takvimler 1899'u göstermektedir. Yaşı henüz
17'dir. İlim öğrenmek ve kendisini geliştirmek düşüncesiyle Trabzon'dan
İstanbul'a giden bir gemiye binerek İstanbul'un yolunu tutmuştur. Sekiz günlük
meşakkatli deniz yolculuğundan sonra İstanbul'a varmıştır. Fakat yabancısı
olduğu bu devasa şehirde ne yazık ki yolunu gözleyenler yoktur. Hayata sıfırdan
başlamak mecburiyetindedir. Ökten, ilk
olarak Fatih'te Şekercihan'da bir oda kiralamıştır. Birçok zorlukla karşılaşsa
da Trabzon'a geri dönmeyi asla düşünmemiştir. İlk iki yılında İstanbul'u
öğrenmeye çalışmıştır. Bu süreçte çok düzenli bir eğitim hayatı olmamıştır.
Bazı medreselerdeki derslere iştirak etmiştir. Önüne çıkan zorluklar onun ilim
öğrenme isteğini köreltememiştir. Soğuk kış gecelerinde Şekercihan'daki odasını
kömürcüden bir mendile sararak aldığı bir parça kömürle ısıtmaya çalışmıştır.
Takdir edersiniz ki elektrik yoktu o yıllarda. Mekânların aydınlatılması
gazyağıyla sağlanırdı. Hem de ekonomik olan ve çok az ışık veren idare
lambasıyla...
İlimde derinleşmek için her türlü
zorluğun üstesinden gelen M. Celâleddin Ökten, Fatih dersiâmlarından Mustafa
Âsım ve Muğlalı Ali Rıza Efendilerden kelâm ve usûl-i fıkıh dersleri almıştır.
Ali Fehmi (Câbiç) ve Şevket Efendilerden de Arap edebiyatı okumuştur.
Okuma aşkıyla, her şeyi göze alarak
memleketinden göç eden Mahmut Celâleddin Ökten, 1905'te öğretmen yetiştiren bir
kurum olan Dârülmuallimîn-i Âliye’ye girmiştir. Bu okulu bitirdikten sonra da
Darülfünun Edebiyat Şubesi’ne kaydolmuştur. Darülfünun’da Mehmet Akif,
Babanzâde Ahmed Naim ve İzmirli İsmail Hakkı Bey gibi önemli şahsiyetlerin
derslerine iştirak etmiştir. Onların âli fikirlerinden
nasiplenmiştir. 1911'de hem Edebiyat hem de Felsefe bölümünden mezun olmuştur. 1912'de
Maarif Vekâleti'nin açtığı Arapça Muallimliği imtihanına girmiştir. Kazanan üç
kişinin arasında o da vardır. İmtihanı ikincilikle kazanmıştır.(1. Şerafeddin
Yaltkaya'dır.) Bunun ardından Osmanlı'nın Batı tarzı liselerinden biri olan
İstanbul Sultanîsi (bugünkü adıyla İstanbul Erkek Lisesi) Arapça Muallimliğine
tayin edilmiştir. 1925'te İstanbul İmam-Hatip Mektebi'nde Arapça öğretmenliği
yapmıştır. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü'nde iki yıl boyunca ilm-i tevhid ve
kelâm dersleri vermiştir.
M. Celâleddin Ökten, İstanbul Erkek
Lisesi(İstanbul Sultanîsi) dışında Kabataş Lisesi ve Vefa Lisesi gibi değişik
okullarda da görev yapmıştır. Donanımlı bir insan olan Ökten, söz konusu
liselerde Arapça, edebiyat, felsefe, mantık, ilm-i kelâm ve psikoloji gibi
farklı dersler vermiştir. Örnek kişiliği ve ilmi derinliğiyle "Celal
Hoca" namıyla şöhret kazanmıştır.
"Ben
derse gelmediğim gün anlayın ki ölmüşümdür."
Merhum Celâleddin Ökten, okumaya ve
öğrenmeye adeta âşıktı. O, okuyarak ruhunu beslemiştir. O, bir ömür boyunca
kitapların izinden yürümüştür.
Okuduklarıyla hem Doğu hem de Batı kültürünü kaynağından öğrenmiştir. Bu iki dünyanın sentezini
başarıyla yapmıştır. 29 Ocak 1912 tarihinde İstanbul Sultanisi'nde muallimliğe
başlayan Ökten, zaman içerisinde payitahtın parmakla gösterilen Arapça
hocalarından biri olmuştur. Arapça öğretimindeki ünü yayılan Ökten,
Darüşşafaka'da da Arapça dersleri vermeye başlamıştır.
Ökten, Balkan Savaşları yüzünden senede üç ay
maaş alsa da bunu dert etmemiş, aynı aşkla ve şevkle hocalığa devam etmiştir.
"Ben derse gelmediğim gün anlayın ki ölmüşümdür." diyecek kadar
okuluna ve öğrencilerine bağlıydı. Mütareke
yıllarında kayınpederinin yerine Vasat Atik Ali Paşa Camii'nde on yıl kadar
imamlık görevinde bulunmuştur.
Merhum Celâleddin Ökten, harf
inkılabından sonra Arapça dersleri kaldırıldığı için bir süre işsiz kalmıştır.
1 Eylül 1930‟da Üsküdar Orta Mektebi'nde Türkçe muallimliğine tayin edilse de
o, İstanbul'da bulunduğu yakada kalmayı tercih etmiştir. Dört yıl ortaokullarda
Türkçe öğretmenliği yapmıştır. 1934'ten sonra
beş yıl Kabataş Lisesi'nde Yurt Bilgisi dersleri vermiştir. Gelenbevî
Ortaokulu'nda üç yıl çalışmıştır. 1942'de başlayan Vefa Lisesi'ndeki Edebiyat
ve Felsefe öğretmenliği görevi, emekli olduğu yıl olan 1947'ye kadar sürmüştür.
Aile kurumuna çok önem veren Mahmut Celâleddin
Ökten, 1923 yılında Emine Mahmude Hanım'la evlenmiştir. Bu evlilikten Ayşe
Hümeyra, Fatma Züheyra adlarını verdiği iki kızı, Saadettin adını verdiği bir
de oğlu dünyaya gelmiştir. Kızlarının
biri doktor, biri kimyager olurken oğulları da İTÜ İnşaat Fakültesi'ni
okuduktan sonra akademik hayata atılarak profesör olmuştur. Enteresandır ki
oğlunu İmam-Hatip lisesinde değil, Vefa Lisesi'nde okutmuştur. Kim bilir belki
de oğlunu bir İmam-Hatipli gibi evinde yetiştirmiştir.
Merhum Celâleddin Ökten'in çok geniş bir dost halkası vardı. Babanzade Ahmet Naim Efendi, Mehmet Akif, Abdulhakim Arvasi Hazretleri, Ali Ulvi Kurucu, Kenan Rıfai, Fahredddin Efendi ile Mehmed Zahid Kotku Hazretleri onun dostlarından sadece birkaçıdır.
Mahmut
Celâleddin Ökten, İmam-Hatip Liselerinin ilk kurucu müdürüdür
Dinî eğitimin örgün eğitim
kurumlarında planlı ve programlı olarak verilmesi için mücadele eden Mahmut
Celâleddin Ökten, önce İstanbul'da açılan İmam-Hatip kursunda müdür ve öğretmen
olarak görevlendirilmiştir. Fakat bu
işin kurslarla olmayacağını anlamış, İmam-Hatip okullarının teşekkülü için
yoğun girişimlerde bulunmuştur. Bu iş, sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Zira
ağırlıklı olarak dinî öğretim verecek olan bu okulların aleyhinde olan kesimler
de söz konusu eğitim kurumlarının açılmaması için güçlerini ortaya
koymuşlardır.
Daha sonra büyük bir mücadele
neticesinde söz konusu kurslar okula dönüşünce Mahmut Celâleddin Ökten,
Türkiye'de ilk İmam-Hatip Lisesi olan İstanbul İmam-Hatip Lisesi'nin kurucu
müdürlüğünü yapmıştır. Bu vazifesi yedi yıl boyunca sürmüştür. Bu süre
içerisinde okulun her şeyiyle ilgilenmiş, nerede bir eksiklik varsa tamamlamaya
çalışmıştır. Öyle ki müstahdem olmadığı
için, zaman gelmiş okulun tuvaletlerini bile temizlemiştir.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten, İmam-Hatip
Okullarının açılışında, okulun ve talebelerin ihtiyaçlarının giderilmesinde,
bir sivil toplum teşkilâtı olan İlim Yayma Cemiyeti'nden fazlasıyla istifade
etmiştir. Zira bu okullar açıldığında eğitim verecekleri bir binaları bile
yoktu. Devlet bu konuda Ökten'e gerekli ve yeterli desteği vermemiştir.
Mahmut Celâleddin Ökten,
İstanbul-İmam Hatip Lisesi'nin kurucu müdürü olunca o zamanın en iyi hocalarını
bulup okulda ders vermelerini sağlamıştır. Bu hocalar arasında Ömer Nasuhi
Bilmen'i, Yaman Dede'yi, Zekâi Konrapa'yı ve Ali Rıza Sağman'ı sayabiliriz.
Milletlerin inançlarıyla ayakta
kalabileceklerine inanan Mahmut Celâleddin Ökten'in imanlı bir nesil yetişmesi
için gösterdiği çabaları bugünkü neslin anlaması pek mümkün değildir. O
olmasaydı belki de İmam-Hatipler de olmazdı; olsa bile bu derece gelişemezdi.
Mahmut
Celâleddin Ökten'in kendine ait Arapça öğretme metodu vardı.
Arapçaya özel bir önem veren ve bu
dile büyük bir aşkla bağlı olan Mahmut Celâleddin Ökten, çok sevdiği ve bir
ilim deryası olarak gördüğü Hoca Şevket Bey’den yıllarca Arapça özel dersleri
almıştır. Onun izinden gitmiştir. Arapçaya vukufiyeti ve bu sahadaki derinliği bu derslere dayanır. Bu alanda
hocasını kendisine model seçmiştir. Fakat büyük bir tevazuyla hocasının derin
ilminin ancak yüzde 10'unu öğrendiğini belirtmiştir.
Arapça konusunda yeni şeyler öğrenmek ve
öğrendiklerini talebelerine öğretmek Celâl
Hoca için keyiflerin en büyüğüydü.
Bu dile karşı özel bir kabiliyeti de vardı. O, Allah'a “Yâ Rab! Bu
kitabının mânâsını anlamayı bana ihsan eylersen ben de bunun ölünceye kadar
dellâlı olayım...” diye dua etmiştir. Arapçayı ileri seviyede öğrenen Ökten,
duasında verdiği sözü tutmuştur. Nefes aldığı sürece Kur'an'ın doğru
anlaşılması ve yaşanması için çalışmıştır.
Osmanlı'da ve sonrasında Arapça
öğretiminde ne yazık ki belli bir başarı ve istikrar sağlanamamıştır. Bunu
ciddi bir mesele olarak gören Ökten, bu
konuda da kafa yormuştur. Medreselerde okuyanların Arapçayı hakkıyla ve
layıkıyla öğrenememesini bu geleneksel eğitim kurumlarında belli bir öğretme
metodunun olmayışına bağlamıştır. Bu
eksikliği dert etmiş olacak ki Arapça öğretimi konusunda kendi metodunu
oluşturmuştur. Bu metotla binlerce
öğrenci yetiştirmiş, onlara Arapçayı kısa yoldan ve büyük bir ustalıkla
öğretmiştir. Celâl Hoca, Arapçanın sevilmesi ve daha geniş kitleler tarafından
öğrenilmesi için bir kolej kurulması teşebbüsünde bulunsa da bunu Maarif
Vekâletine kabul ettirememiştir.
O, "Batı'ya gitmeden Batı'yı çok iyi anlayan adam"dı.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten hem
Osmanlı hem de Cumhuriyet döneminde yaşayan ender şahsiyetlerden biridir. Onun
ömrünün 41 senesi Osmanlı döneminde, 38 senesi de Cumhuriyet Türkiye'si
döneminde geçmiştir. Fakat ne Osmanlı'yla ne de Cumhuriyetle bir sorunu
olmuştur. O, hangi dönemde olursa olsun vazifesini bihakkın yerine getirmiştir.
Hiçbir zaman mevcut şartlardan şekva etmemiş, şekvaların izalesi için elinden
gelenin fazlasını yapmıştır. Kendisiyle uğraşanlara hoşgörüyle mukabele etmiş,
ara yıkıcı değil ara bulucu olmuştur. Çünkü onun derdi şahıslar değildi.
Davasını yüceltme gayreti içerisindeydi.
Merhum Nurettin Topçu'nun deyimiyle
Mahmut Celâleddin Ökten , "Batı'ya
gitmeden Batı'yı çok iyi anlayan adam"dı. Topçu'nun, hocası ve arkadaşı
olan Ökten'le ilgili şu değerlendirmesi dikkate değerdir: “Eğer bütün maddî
imkân ve şartları, destekleyici hüsn ü niyetlerle birlikte kendisine verilmiş
olsaydı, Celâl Hoca hayatının son yıllarında dahî İslâm dinini medeniyet
âleminde 20. asır cemiyetini yaşatabilecek bir seviyeye yükseltici inkılâbı
yapmaya muktedir bir mütefekkirdi. Vesikaların sıhhatini yoklamaya muktedir
ihâta ile sahip olduğu yüksek terkip kabiliyetini kendinde birleştiren onun
gibi ilim ve din adamını, değil memleketimizde, hattâ İslâm dünyasının ufukları
arasında tasavvur edemiyorum.”
Uzun sayılabilecek ömrü ilim öğrenme
ve öğretmeyle geçen Mahmut Celâleddin Ökten, titiz ve mükemmeliyetçi bir insan
olduğu için basılı eser bırakmamıştır.
Onun en büyük eseri ardında bıraktığı birbirinden kıymetli talebeleriydi.
Bunlar arasında Orhan Okay, Selahattin Kaya, Emin Işık, Bekir Topaloğlu, İsmail
Karaçam, Tayyar Altıkulaç, M. Saim Yeprem, Mehmet Ali Sarı, Kadir Mısıroğlu,
Hayreddin Karaman, M. Yahya Kutluoğlu, eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan
Ali Yücel ve Tevfik İleri gibi isimleri sayabiliriz.
Mahmut
Celâleddin Ökten öğretmekten keyif alan bir muallimdi.
Celâleddin Ökten, istenildiğinde her
şartta başarılı olunabileceğine, meselelerin çözülebileceğine inanan ümitvar
bir insandı. Bunu bizzat hayatıyla ve uygulamalarıyla göstermiştir. Kapanan her
kapının yeni kapıların açılmasının milâdı olduğu düşüncesindeydi. Cumhuriyetin
ilk yıllarında bile dinî tedrisata dair umudunu kaybetmemiş, elinden geldiğince
bu konuda yol almıştır. Ona göre Müslüman'ın gelecekten ümitsiz olma hakkı
yoktur.
Celâl Hoca olmak kolay değildi.
Celâl Hoca olmak için sabırlı ve kanaatkâr olmak gerekirdi. O benlikten
arınmış, daima meşru sınırlar içerisinde sade bir hayat yaşamayı yeğlemiş,
milletin ve ümmetin iyiliği için seferber olmuştu. Saygıda kusur etmemişti. Sevgi
ve muhabbet konusunda cimri olmamıştı. Yaşlılığında bile ümmetin ve milletin
selâmeti için durmadan çalışmıştır. Kendiyle ilgili hiçbir olumsuzluğu asla
mesele hâline getirmemiştir.
Merhum Mahmut Celâleddin Ökten
birçok ilmî sahaya büyük bir açlıkla ilgi duyan donanımlı bir eğitimciydi. O,
çok iyi bir hoca olduğu halde ömrü boyunca gönüllü talebeliği de
bırakmamıştır. Daima bir arayış
içerisinde olmuştur. Peygamberimizin "Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz"
hadisini kendine şiar edinmiştir. Öğrenme eyleminden hiçbir zaman
vazgeçmemiştir. Zira o bilgide sınır tanımazdı. Çok geniş bir bilgi dağarcığı
vardı.
İlim camiasındaki bilinen adıyla
Celâl Hoca, bildiklerini öğretmekten büyük bir keyif alırdı. İlim adına bildiği
ne varsa öğrencileriyle paylaşırdı. Çünkü bilgi paylaşıldıkça çoğalır ve
bereketlenirdi. Kendisi ne biliyorsa öğrencilerinin de onları bilmesini
isterdi.
Hem
Osmanlı hem de Cumhuriyet aydını olan Ökten, bir şahsiyet abidesiydi.
Mahmut Celâleddin Ökten, milletinin
ve memleketinin kıymet hükümlerini önceleyen, yaşayan ve yaşatan idealist bir
insandı. O, her şeyiyle yerli ve milliydi. Arapça, Farsça ve Fransızca
dillerini iyi derecede biliyordu. Arap, Fars ve Türk edebiyatlarına fevkalâde
vakıf bir aydındı. Güçlü bir hafızaya sahip olduğu için bu edebiyatlardaki
birçok şiir ezberindeydi. Batı felsefesini ve medeniyetini kaynağından okuyup
anlayacak kadar Fransızcaya hakimdi. Ufku
geniş bir insan olan Ökten, güçlü bir aidiyet ve tarih şuuruna sahipti. Milletinin
şanlı geçmişiyle daima iftihar ederdi. Dört başı mamur bir eğitimle her şeyin
değişebileceğine ve aksaklıkların düzelebileceğine inanırdı. Nefes aldıkça yeni
şeyler öğrenen Ökten, ilmî ve ahlâkî bir disiplin sahibiydi. Bu disiplin onun
hadiselere çok yönlü bakmasını sağlamıştır. Büyük bir azim ve güçlü bir irade
sahibiydi o. Başladığı her işi başa vurmadan bırakmazdı. Bu süreçte karşılaştığı güçlükler onu
yolundan alıkoymaz, aksine bu yola daha da bağlardı.
Merhum Celâleddin Ökten, ilmiyle,
irfanıyla ve davranışlarıyla tam bir Osmanlı aydınıydı. Eğitim öğretimde kuru
sözlerden ziyade davranışların daha etkili olduğuna inandığı için daima bir
model olmaya gayret gösterirdi. Bu yüzden de öğretimde hayli etkili olmuştu.
İmanlı
bir neslin inşası için harcanan hayırlı ve bereketli bir ömrün nihayeti
İmanlı ve ihlaslı bir insan olan
Mahmut Celâleddin Ökten 79 yıl yaşadıktan sonra 21 Kasım 1961’de İstanbul’da
rahmet-i Rahman'a kavuşmuştur. Edirnekapı (Sakızağacı) Şehitliği’ndeki aile
kabristanına defnedilmiştir. Celal Hoca’nın talebelerinden olan
Nurettin Topçu, hocasının vefatı üzerine şunları söylemiştir: “Vefakârlık ve
dostluk duygularının serab olduğu anda bütün bir ömür beklerken, tek vefakâr
dost; ölüm gelip yetişiyor. O öldü. Biz onun dünyamızda bıraktığı işlerden
fazlasını tanımayız. Onun bize bıraktığı, gözleri kamaştıran ve âleme ebede
kadar ışık dağıtacak bir ilim ve fazilet güneşidir. Onun bu muhteşem mirası
paylaşmakla bitmez. Lâkin üstadın yazılı eseri bulunmadığı için, kendisinin
kıskanç manevî mirasçıları, dostları ve bahusus talebeleri olacaktır. Ne mutlu
onlara!”
Oğlu Prof. Dr. Sadettin Ökten'in deyimiyle
Celâleddin Ökten herkesi ciddiye alan ve herkesçe ciddiye alınan bir insandı. Doğu'yu
hakkıyla bilmek ve anlamak için Arapçanın, Batı'yı bilmek ve kaynağından okumak
için de İngilizcenin bilinmesi gerektiğine inanırdı. Hoşgörülü olsa da inançlarında
tavizsizdi. Kendisi için söylenen ağır sözleri duymazlıktan gelse de İslâm'a
karşı söz söyleyenlere cevabını vermekte gecikmezdi. İslâm onun yegâne kimliğiydi.
Türkiye'de İmam-Hatiplerin kuruluşunda ve imanlı nesillerin yetişmesinde çok
büyük emekleri olan merhum M. Celâleddin Ökten
aramızdan ayrılalı 62 yıl oldu. Ölümünün 62. yılında kendisini rahmetle
ve minnetle anıyoruz. Ruhu şâd, mekânı cennet olsun.