M. NİHAT MALKOÇ
Derin
ve Derviş Ruhlu Bir Adam...
Bu çağın Yesevi'si olmaya namzet bir
şahsiyet olan Seyyid Ahmet Arvasî, 15 Şubat 1932 tarihinde Ağrı’nın Doğubeyazıt
ilçesinde altı kardeşin birincisi olarak dünyaya gelmiştir. Aslen
Van’ın Bahçesaray (Müküs) ilçesine bağlı Doğanyayla (Arvas) köyündendir. Arvasî
soyadını da, bağlı bulundukları bu köyün isminden almışlardır. Arvasî'nin babası,
Van Gümrük Müdürlüğü’nden emekli Abdülhâkim Efendi, annesi ise ev hanımı
Cevahir Hanım’dır.
Arvasî, Van'da başladığı ilkokulu Doğubeyazıt'ta, ortaokulu ise Erzurum'da
tamamlamıştır. Lise öğrenimine Erzurum
Erkek Öğretmen Okulu’nda başlamış,
Erciş Öğretmen Okulu'nu bitirmiştir.
Üç yıl Konya'da, üç yıl da Ağrı'da
ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Ankara'daki Gazi Eğitim
Enstitüsü'ne bağlı Pedagoji bölümünden 1958'de mezun olmuştur. Daha sonra
öğretmenlik hayatına devam etmiş;
Balıkesir Necatibey Eğitim
Enstitüsü, Bursa
Eğitim Enstitüsü ve İstanbul
Eğitim Enstitüsü’nde pedagoji öğretmenliği
yapmıştır.
Bu süreçte Türk eğitim hayatına büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Hakk
ve hakikat âşığı olan Arvasi Hoca, Seyyid’dir. Zira 48’inci göbekte Hz.
Ali’ye dayanır. O, Arap kökenli olmasına rağmen Türklüğü baş tacı
eylemiştir. Çünkü Türk milleti tarih boyunca İslâm'ın bayraktarlığını yapan ve
cihangirler yetiştiren bir milletti. Türk olmasaydı İslâm dünyası ilâhî
değerlerini korumada ve yaymada aciz kalırdı. Allah bu şerefli millete İslâm'ın
bayraktarlığını yapma ve onu uzak coğrafyalara taşıma şerefini bahşeylemişti.
Hayatın
Satır Aralarında Arvasî'ye Göre Arvasî...
Seyyid Ahmet
Arvasî, ömrü boyunca Hakk'a ve hakikate ram olmuş, teslimiyet şuuru içerisinde
yaşamış, ilmiyle âmil olmuş modern çağların serdengeçtisidir. Arvasî her daim taklitten uzak durmuş, yeni
şeyler söylemenin ve ruhî keşiflerin peşinden koşmuştur.
Arvasî, bir
serhat şehri olan Van'dan doğan ve bütün Anadolu'yu ısıtan ve ışıtan sönmez bir
ülkü güneşidir. Bu güneş, materyalizmin soğuğunda buz tutan yürekleri ısıtmıştır.
O; Türklüğüyle alplik, erenliğiyle de İslâm çeşmesinden alabildiğine beslenmiş,
bu şuurla güçlü bir alperen sentezi oluşturarak kokuşmanın eşiğindeki çağlara
seslenmiştir. Onun kendini ve hayata
bakışını anlattığı şu satırlar fevkalâde önemlidir:
“Ben, İslâm
iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki
cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk
milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa,
bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıktan gelsin, ister
çoğunluktan gelsin, her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında, şanlı
Peygamberimizin ‘Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz.’ ve ‘Vatan sevgisi
imandandır.’ tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım.
İnanıyorum ki hem Türk hem Müslüman olmak hem de muasır dünyaya öncülük etmek
mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı
oldular. O hâlde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?”
Arvasî,
Çağımızın Ahmet Yesevî’siydi
Hak dostları halk dostlarıdır aynı
zamanda. Bunlardan biri olan, Türk-İslâm davasını hayatının mutlak çizgisi
kabul eden ve bu çizgide yürüyen kâmil bir insandı Seyyid Ahmet Arvasî… O,
çağımızın Ahmet Yesevî’siydi. Zamanın rengine boyanmayan, zamanı İslâm rengine
boyamayı gaye edinen tavizsiz bir Müslüman'dı O... Türk-İslâm ülküsünü yoğuran
hamurkârların başında geliyordu. Bütün gayreti İslâm’ın sesinin gür çıkmasını
sağlamaktı.
Türk-İslâm ülküsünün alperenlerinden
biri olan Seyyid Ahmet Arvasî, modern çağın büyük sancılarını gideren fikir
mimarlarından biriydi. İslâm’la Türklüğü ve Batı medeniyetini
bağdaştıramayanların Arvasî’yi çok okumaları gerekir. Zira İslâm inancıyla
Türklük ülküsü et ve tırnak gibidir. Bu hususta Gökalp de “Türk milletindenim,
İslâm ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” diyerek Arvasî’yle aynı görüşü
paylaşmıştır.
İslâm, Türkler için biçilmiş bir
kaftandı. Bazı kendini bilmezler, ecdadımız olan eski Türkleri, bazı varlıkları
ve özellikle de bozkurdu totem olarak kabul etmekle suçlarlar. Oysa tarihe
tarafsız gözle bakanlar bunun hiç de böyle olmadığını göreceklerdir. Arvasî
bunu değişik ortamlarda özellikle vurgulayarak tarihî hakikati şu şekilde ifade
etmiştir:
“Hiçbir zaman Türk’ün totemi olmamış olan
Bozkurt, coğrafyamızın kültürümüze kazandırdığı bir motiftir. Türk
milliyetçiliği politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle
beraber, içtimaî ırk gerçeğini inkâr ve ihmal etmemelidir.
İçtimaî ırk, biyolojinin konusu
değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin,
sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren
mensubiyet duygusunun ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Zaten
biyolojik verasetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve
ortak mücadeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik
bakımından birbirine yaklaştırır.”
Arvasî Hoca 1979 senesinde
öğretmenlikten emekli olunca,
etrafındaki dostlarının ısrarıyla 1979'da Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
Genel İdare Kurulu’na seçilir. Söz konusu görevine 12 Eylül 1980 ihtilâline
kadar devam eder. 12 Eylül 1980’de açılan davalarda, MHP yöneticileriyle
yargılanır, Mamak zindanlarında çeşitli işkenceler görür. Fakat çektiklerini
ilâhî bir imtihan olarak gördüğü için asla şikâyet etmez. Hiçbir sıkıntı onu
gönülden inandığı kutlu davasından döndüremez. Aksine bundan sonra davasına
daha bir sıkı sarılır.
Milliyetçi muhafazakâr kesimin yayın
organlarından biri olan Hergün gazetesinde, "Türk-İslâm Ülküsü"
başlığı altında günlük makaleler yazmaya başlar. Yazılarını Devlet, Doğuş
(Edebiyat) Dergisi, Ülkücü Kadro, Nizam-ı Âlem adlı dergilerde devam
ettirir. Türkiye gazetesinde memleket
meseleleri üzerine çeşitli yazılar yazar. Yazmakla kalmaz evini adeta bir gönül
dergâhına döndürür. Zamanın sıkıntılarından bunalanlar teselliyi onun
sohbetlerinde bulur. Bu güzel sohbetler insanları hayata ve topyekûn mücadeleye
bağlar.
Arvasî Türk-İslâm Ülküsünü Hayatın
Gayesi Olarak Görmüş Bir Alperendi.
Fikir namusu deyince akla gelen
isimlerin en başındadır Seyyid Ahmet Arvasî. O,
insanlığı huzura götüren, ona iki cihan saadeti sağlayan gül yüzlü düşüncelerin sağlamasını ağır bedeller
ödeyerek yapmıştır. O, söylediklerini bizzat yaşamış, tefekkür dünyamızda örnek
alınabilecek canlı bir model olmuştur. Günümüz gençliği, eğer kendine model bir
insan arıyorsa Arvasî onlar için biçilmiş bir kaftan hükmündedir. Çünkü o,
ecnebilere hiçbir zaman özenmemiş, kendi olmaya ve kendi kalmaya adeta ant
içmiş bizden biridir. O, Anadolu'nun bitmez tükenmez fikir
çeşmelerinden doldurmuştur tasını. Tasavvuf düşüncesinin bizdeki baş
mimarlarından Hoca Ahmet Yesevilerin, hoşgörüyü bayraklaştıran Mevlânaların ve
sevgiyi gönül gönderlerinde bayrak yapan Yunus Emrelerin yolundan gitmiştir
soylu yiğit Arvasî.
Seyyid Ahmet Arvasî, Türk-İslâm ülküsünü
hayatının esas gayesi olarak görmüş ve her anını bu uğurda harcamış, İslâm’ı
merkez alan bir Türk alperendir. O, sığ olan ve kökeni olmayan bir
milliyetçiliği asla benimsememiştir. Düşmanlarımızın zihniyetini çok iyi tahlil
ederek bu kanlı zehre adeta panzehir olmuştur. O, Türk-İslâm ülküsüne
bağlılığını ve tek çıkar yol olarak bu görüşe bir can simidi gibi dört elle
sarılışını şöyle izah etmektedir:
“Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı
değil de, ‘Türk-İslâm ülküsüne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki,
emperyalizm, Türk ve İslâm dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç
bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını
din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar
hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk
etmeyen çocuklarımızı da bir birine düşürmeyi planlamaktadır.
Düşman, karşısındaki güçleri
parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna
sokmak ister. Meselâ, sanki bir insan, hem dindar, hem milliyetçi, hem
medeniyetçi olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna
sokarak, hiç yoktan çatışan güçler meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar
ustaca plânlarlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli
veya yüz yıl geçmesi gerekiyor.
Bu ülkede, sunî olarak güya Türkçü ve
güya İslâmcı cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların
karşısına, bir Müslüman Türk olarak ve tarihine yaraşır biçimde çıkılmalıdır.
Bunun için, Türk-İslâm kültürüne, Türk-İslâm medeniyetine, Türk-İslâm Ülküsü’ne
bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslâm aşk ve aksiyonuna sahip, Türklüğü
bedeni, İslâmiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir
numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya Türklüğünün, İslâm
dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik
yetiştirmekten başka çaremiz yok.”
Velût
Bir Kalemin Hokkasından Damlayan Can
(S)özleri...
Türk-İslâm ülküsünü kendine bir
yaşam tarzı olarak kabul eden ve o minvalde yaşayan Seyyid Ahmet Arvasî, ilmiyle âmil velût
bir kalemdir. O; yaşadığını söylemiş, söylediğini de eksiksiz yaşamıştır. İlk
kitabı, gençlik şiirlerini derlediği Sır'ı 1955 yılında yayımlayan Arvasi, bu
kitaptan sonra düzyazıya geçmiştir. O, Türk gençliğine "İleri Türk Milliyetçiliğinin
İlkeleri (1965), Kendini Arayan İnsan (1968), İnsan ve İnsan Ötesi (1970),
Eğitim Sosyolojisi (1976), Türk – İslâm Ülküsü (1979-1980), Diyalektiğimiz ve
Estetiğimiz (1982), İlm-i Hâl (1982), Doğu Anadolu Gerçeği (1986), Size
Sesleniyorum 1-2 (1989), Şiirlerim (1989), Hasbihâl (6 cilt-1990), Sohbetler
(2009), Mamak Günleri (2009), Türkiye’de Şark Meselesi ve Alınacak Tedbirler
(2009)" adlarında birbirinden kıymetli eserler vermiştir.
Sosyolog, pedagog, eğitimci, yazar
ve mütefekkir vasıflarını aynı koltukta taşıyan Seyyid Ahmet
Arvasî, kalemin ve kelâmın gücüne inanmış, mâziden güç alıp istikbâle yürüyen
güçlü nesillerin yetişmesi için bu gücü
her fırsatta kullanmıştır. Onun kaleme aldığı birbirinden kıymetli eserlerden
biri olan "Kendini Arayan İnsan"
eserleri içerisinde apayrı bir yere ve öneme sahiptir. 1968 senesinde okurla buluşan bu nadide eser kültür
dünyasında büyük yankılar uyandırmıştır. Arvasî bu kitabında gençliğin
meselelerini ve buhranlarını dile getirir; akıl, zekâ, hürriyet, varlık
ve yokluk gibi kavramları masaya yatırır. Onların üzerinde derin tahliller,
analiz ve sentezler yapar. Modernleşme sonrası ferdin bunalımlarına değinir. Bu
bunalımlardan kurtulmanın reçetesi olarak millî ve manevi değerlerimizi
gösterir. Açlığın sadece mideyle sınırlı olmadığını, beyindeki ve kalplerdeki
açlığın kişinin ayakta kalma ve direnme gücünü zaafa uğrattığını belirtir. Gençlerin
kafalarında ve vicdanlarında biriken ve onları, beyne saplanan bir kıymık
misali rahatsız eden sorulara doyurucu cevaplar verir. O, alanında çığır açan
bu seçkin eserinde soyut meselelere somut bakış açıları getirir.
O,
Kelimelere Derin Mânâlar Yükleyen Bir Söz Sihirbazıydı...
Seyyid Ahmet Arvasî çok iyi bir
hatipti. O, kelimelere derin mânâlar yükler, onları adeta kanatlandırırdı. Güçlü
ve ikna edici bir ses tonu vardı onun. Yaşadıklarını ve inandıklarını kalpten
söylediği için, sözleriyle insanları çabuk etkilerdi. Ömrünün tamamını hak
bildiklerini, başta gençler olmak üzere, tüm insanlara anlatmakla geçirdi. Son
nefesine kadar da yazmayı bırakmadı. Çok kıymetli eserler kazandırdı Türk
gençliğine.
Merhum Seyyid Ahmet Arvâsî Hoca 1
Mart 1978 tarihinden itibaren Her Gün Gazetesi'nde yazmaya başladığı günlük makalelerle 'Türk İslâm Ülküsü'
kitabını vücuda getirmiştir. Söz konusu kitap 10 bölüm ve 559 makaleden oluşmaktadır.
Onun üç ciltlik "Türk-İslâm Ülküsü" adlı eseri millî ve manevî
değerlerimizi ihtiva eden, Türk-İslâm ülkücüsünün nasıl yaşaması, meseleler
karşısında nasıl bir tavır takınması gerektiğini öğreten manevî bir kılavuz
hükmündedir. Bu başucu kitabına ülkücülüğün manifestosu ya da 'Ülkücü Hareketin
Anayasası' da diyebiliriz. Zira bu
başeseri okuyanlar şuurlu bir Müslüman ve şuurlu bir Türk milliyetçisi olurlar.
Bu kitap bundan kırk sene evvel yazılmış olsa da, düşmanlarımızın bize bakış
açıları ve niyetleri değişmediği için güncelliğini kaybetmemiştir. "Türk-İslâm Ülküsü" adlı
eser her kitaplıkta olmalıdır. Seyyid Ahmet Arvasî bu eserinde Türk-İslâm
ülkücüsünün ruh portresini veciz sözlerle çizmektedir. Ona göre Türk-İslâm
ülkücüleri: "Kendini
Allah ve Resulü'nün davasına adamış, sırf Allah rızası için canını, malını ve
mevkiini, din ve devleti, mülk ve milleti için fedaya hazır, şanlı, mukaddes,
ay yıldızlı bayrağın gölgesinde dövüşen, nefsini düşünmeyen ve ülküsüne fani
olmuş yiğitlerdir. Onlar büyük ve şanlı tarihimizin doğurduğu Allah ve
Resulünün hizmetine sunulmuş ve küfrün bütün oyunlarını bozan, cesaretini kıran,
yolunu kesen kadrolardır. Bunlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı
onurlu ve zorlu, Allah yolunda savaşanları kınayanların kınamasına aldırmayan
yiğitlerdir. Bu nesil Allah'ın İslâm âlemine ihsanıdır. "
Farkındalık
bilinci oluşturan, idrâkleri besleyen ve basiret nazarlarını keskinleştiren bu
kıymetli eseri, şuurlu olmayı dileyen, vatanına sevdalı her Türk gencinin
okuması gerekir.
Sözü
Fikir Teknesinde Yoğuran Seyyid Ahmet Arvasî'nin Şairliği
Seyyid Ahmet
Arvasî daha çok yazılarıyla tanınsa da onun hiç de yabana atılamayacak bir
şairlik yönü vardır. Kalem ehli birçok insan gibi o da yazmaya şiirle
başlamıştır. “Sır” adlı şiir kitabını 1955 yılında yayımlayan Arvasî, daha
sonra nesir sahasına yönelmiş, bu alanda derinleşmiştir. Onun şair olmak gibi
bir derdi veya hevesi de yoktur. Şiir yazmaktaki gayesi duygu ve düşüncelerini
bu yolla daha etkili kılarak muhataplarına anlatmaktır.
Arvasî ilk
şiirini 1948 yılında henüz 16 yaşındayken kaleme almıştır. Kendini şair kabul
etmeyen Arvasî, ömrünün ilerleyen yıllarında metafizik ürpertilerini şiir
vasıtasıyla dile getirmiştir. O, şiirlerinde yabancılaşma, memleket sevgisi,
hüzün, dava ve gurbet gibi konular üzerinde yoğunlaşmıştır. Şiirlerini daha çok
hece ölçüsüyle yazan Arvasî, kafiyenin ahenginden yararlanmıştır. Fakat onda
bazen Necip Fazıl'ı andıran soyut ve metafizik söyleyişler görülür. Onun
şairliğiyle ilgili şu değerlendirmesi dikkate değerdir: "Vaktiyle şairliğe
özenmiş ve yazdıklarımı 'Sır' adını verdiğim bir kitapçıkta toplamıştım. O
zaman, 'Ahmet Cezzar Arvasî' imzasını kullanıyordum. 1955 yılında, daha yirmi
üç yaşında bir delikanlı iken yayınladığım ve mürettip hataları ile dolu bu
kitapçığımı, her nedense hiç sevemedim ve âdeta şairliğe küstüm. Kendimi fikrî
çalışmalara verdim."
Bir dava
adamı olan Seyyid Ahmet Arvasî'nin "Şiirlerim" adını verdiği ikinci şiir kitabı ölümünden bir yıl sonra Berekât
Yayınları tarafından 1989 yılında yayımlanmıştır. 96 sayfadan meydana gelen bu
kitapta Arvasî'nin 48 şiiri yer almaktadır. Bu şiirlerde Türk-İslâm ülküsü
fikri ağır basmaktadır. Bu şiirlerden birinden alınan şu dörtlükler onun Turancılık
idealini yansıtmaktadır: "Tuna
neden köpürmüş, Kırım neden inliyor?/Nerde parlayan kılıç, nerde o akıncı ced?/Şimdi
Hazar uzaktan feryâdımı dinliyor/Ayrıldı mı Kafkaslar yurdumdan ilelebed?//Nerde
bütün Türkeli, Taşkent, Buhara nerde?/Müslüman - Türk ülkesi Büyük Mâvera
nerde?/Asya'yı, Avrupa'yı titreten nârâ nerde?/Vatan parçalanınca yüzümüz gülmez
elbet//Yüce İslâm âlemi, boyun eğmiş Haçlıya,/Vicdanı yosunluya, elleri
kırbaçlıya,/Zaman hasret duyuyor başı hilâl taçlıya,/Nerede kaldı tarih, nerde
bizdeki heybet."
Mukaddesatçı bir insan olan
Arvasî'nin "Fırtına ve Gece" isimli şiiri bize Üstad Necip Fazıl
Kısakürek'in "Kaldırımlar" şiirini hatırlatmaktadır. Bu şiirde de
Kaldırımlar şiirindeki o korku ve endişe atmosferini görebiliyoruz. Bu şiir
Kısakürek'ten esintiler taşısa da yer yer özgün imgeleriyle okuyucuyu etkiler:
"Yıldızsız bir gece!.. Rüzgâr kudurmuş!.. /Gökyüzü, üstüme çökecek
gibi/Karanlıkta biri gizlenip durmuş,/Arkamdan tetiği çekecek gibi//İnmiş yere,
göğün gizli ordusu/Sarılmış her yanım, kurulmuş pusu... /Gecenin kabaran
bu uğultusu,/Evin çatısını sökecek gibi//Gökyüzünde şimşek, ateş ve
alev,/Yeryüzünde bir ben, bir de kerpiç ev/Soluyup uluyor, dışarda bir dev/Bir
yumruk camları dökecek gibi."
Ölüm, hayatın mutlak gerçeği olduğu
için eli kalem tutan herkesin zihnini bir şekilde meşgul etmiştir. Nice şair
ölümle hemhâl olmuştur. Ölümü şiirlerine konu edinen şairlerden biri de Seyyid Ahmet Arvasî'dir. O, şiirlerinde dünya
hayatının geçiciliğine ve dünya nimetlerine aldanmamak gerektiğine vurgu yapar:
"İşte gördük seni dünya,/Ne
gerçeksin, ne de rüya,/Bir resim çizilmiş suya,/Sahte ışık, sahte boya//Âh
çocuklar, âh bebekler,/Gonca hâlinde çiçekler/Kanatlanmış kelebekler,/Uçamadı
doya doya//Ötelerden ne haber var?/Kim demiş hayat bu kadar?/Mezarlarında
yatanlar,/Hayat sürmüş, bitmiş rüya!//Bak yağmura, bak şu suya,/Dağı, taşı oya
oya,/Öteleri duya duya,/Akıp gidiyor deryaya//Madde, mânâya anahtar,/Fena,
bekâya anahtar,/Toprak, semaya anahtar,/Açar kapıyı Mevlâ'ya."
Seyyid
Ahmet Arvasî şairlik konusunda iddialı olmasa da bugün kendini şair
olarak pazarlayan bir çok müteşairden çok daha güzel şiirler ortaya koymuştur.
Bu şiirlerde maksat sanat yapmak değil, Türk-İslâm ülküsünü şiirin gücüyle
yüreklere nakşetmektir. Onun dava
şiirlerinin en güzellerinden biri olan 'Dava Marşı' çok etkileyici mısralar
içerir: "İnançsız zümreyi yokluk kemirir,/Ezelden ebede her var
bizimdir./Kanundur zamanı zaman devirir,/Zamanı kuşatan yer var, bizimdir.//Azmimiz
kırılmaz kederle yasla,/Ümidin güldüğü diyar bizimdir/Fenadan korkmayız ölümden
asla,/Ölümün öldüğü diyar bizimdir//Maddeye tapmayız ezelden geldik,/Her şeyi
kuşatan ebed bizimdir/Çirkini sevmeyiz güzelden geldik,/Arkadaş son zafer elbet
bizimdir//Bu dâvâ özüdür İslâmiyet'in,/Bu dâvâ güneşi mazlum milletin,/Bu dâvâ
her şeyden, her şeyden çetin/Bu yolda dert, hüzün, gurbet bizimdir"
Söz
Mülkünün Taçsız Sultanı Arvasî
Kelimelere
ruh üfleyen Seyyid Ahmet Arvasî, mütefekkir bir insandır. Hayat tecrübelerinden
yola çıkarak söylediği sözlerin sağlaması yapılmıştır. Onun birçok sözü
çerçevelenip asılmaya layıktır. Onun teşhisleri ve kurtuluş reçeteleri bugün
için de geçerlidir. Onun derin felsefeler ve kurtuluş çareleri içeren
sözlerinden bir kısmını paylaşmak istiyorum: "Kadrolar değişmedikçe, anayasalar,
kanunlar, kararnameler ve tüzükler değişse bile bir mânâ ifade etmez.", "Batmayacağına
inanarak suya bas, yürür gidersin. Mucize yürüyebilmen değil,
inanabilmendir.", " Hayretle gördüm ki bu ülkede Türk
kelimesinden ürkenler var. Yine hayretle gördüm ki bu ülkede İslâm kelimesinden
ürkenler var. Ve yine ürpererek gördüm ki, bu ülkede Türk ve İslâm
kelimelerinin yan yana gelmesinden dehşete kapılan kişi ve çevreler
var. ", " İtikat ve ibadete bid'at katan, İslâmiyet'i kendi dar
idraklerine göre tamamlamaya kalkan beyinsizler, kendilerine ne ad verirlerse
versinler, asla İslâm'a hizmet etmemektedirler.", "Türk devletini
yıkmak ve Türk milletini parçalamak isteyen bölücüler yalnız Türklüğe değil,
İslâm'a da ihanet etmektedirler.", "İslâm dünyasını esir almak
isteyen şer kuvvetlerin ilk hedefi Türk devleti ve Türk milleti olmuştur.",
"Kesin olarak iman etmişimdir ki Müslüman Türk milleti ve onun devleti
güçlüyse, İslâm dünyası da güçlüdür."
Arvasî "Gel" Emrine Uyarak Çok
Sevdiği Rabbine Yürümüştür...
1988 yılının son gününde, yaşlı
sayılamayacak bir yaşta, henüz 56 yaşındayken daktilosu başında yeni bir yazı
kaleme alırken aramızdan ayrılan Seyyid Ahmet Arvasî, kısa ömrüne çok büyük
işler ve hizmetler sığdırmıştır. Ömrü boyunca Türk-İslâm davasının çilesini çekmiştir.
Bu uğurda sayısız bedeller ödemiştir. O; dünyaya değer vermemiş, hiçbir
zaman makam ve ikbal peşinde koşmamıştır. Hak ve hakikat dostu Arvasî, İstanbul'da
Edirnekapı Şehitliği'nde servilerin o loş gölgesinde sonsuzluk uykusunu
uyumaktadır.
Ömür de tıpkı mevsimler
gibidir. Bahar gençliğe, yaz orta yaşlılığa, sonbahar ihtiyarlığa, kış ise
ölüme karşılık gelir. 57 yaşını göremeyen Arvasî, ömrün henüz yaz
mevsimindeyken terk-i dünya etmiştir. Yaşasaydı
kim bilir ne büyük eserler vücuda getirecekti. O, ölüm ve metafizik ürpertiler içeren şu dizleri söyledikten sonra
"Gel" emrine uyarak çok sevdiği Rabbine yürümüştür: "Bahar geldi
açtı güller/Yaprak bana gel gel dedi/Bulandı deryalar göller/Irmak bana gel gel
dedi//Kabuktan ermeli öze,/Can kurban mânâlı söze,/Aldırma sen kaşa, göze/Dudak
bana gel gel dedi//Ecel bakmaz saça, başa, /Aldırmaz oğul, kardaşa,/Eriştim ben de bir yaşa,/Toprak bana gel gel
dedi"
Yirminci asrın son çeyreğinde ebediyete
uğurladığımız büyük mütefekkir, sosyolog ve Türk-İslâm ülküsünün yılmaz
savunucusu, peygamber soyunun nurlu oluklarından süzülen neslin son temsilcisi
Seyyid Ahmet Arvasî’yi rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhu şad olsun.