KURDUN HEYBETİ.

Hayatım boyunca pek çok ortamda sohbet dinledim. Hepside bir birinden güzeldi. Zaten güzel sohbetlerdende oldum olası tad alırım. Hayvanlardan laf açılınca genelde köpeklerle, kurdun savaş hikayesini tüm ortamlarda anlatırlar. Kurdu bilende anlatır, bilmeyende anlatır.
Nedense zalim kurt hep sinsice ahıra yada sürüye yaklaşır ve nedense çiftliğin sevimli köpeği Çomar kahramanlık yapıp hain kurdu kovalayıverir ve sürüyü zalim kurttan kurtarırdı. Anlatı bu ya zavallı kurtta hemen kaçıverir ve sevimli kahramanımız ününe ün katıp gururlu bir duruş sergilerdi. Bende ortamdaki herkes gibi çok mutlu olurdum o zalim kurdun yenilgisinden…..
Hele meşhur milli köpeğimiz kangal severler in bir kangala iki kurdu boğduruşları yok mu köy kahvehanelerinde efsane bir çay sohbetiyle ballandıra ballandıra , muhteşemdir. Sıcacık çayın yanına öyle güzel gider ki. Çaydan çekilen höpürtüyle sohbetten keyf almayan kimseler kalmaz. Radyo tiyatrosu gibi anlatanın bir kelime sonrasında hangi cümleyi söyleyeceği merakla beklenir ve anlatı apayrı bir keyf alır.Böylece her gün farklı anlatılar ve sohbetler yıllarca sürer gider. Hemde ülkenin dört bir yanında bu sohbetlere yenileri eklenir ve kurt var oldukça yenileri eklenmeye devam eder...
Dışarda kışın ayazı, dondurucu soğuk, lapa lapa yağan kar ve hava resmen buz gibi. İçerisiyse sobanın verdiği sıcaklıkla o kadar tatlı bir ortam sağlıyorki içeri girenin kemiklerini ısıtıyordu. Tahta sedirlerde oturanlara sohbete eşlik eden çaylar kış akşamlarının anlatılarına zevk katıyordu... Oda ortamında içilen sigaraların dumanının bile ortamı hiçmi hiç bozmadığı açıkca ortadaydı. Bu zehirli sigara dumanları bile sohbet ortamının sanki bir dekoruydu. Kimse bu durumdan şikayet bile etmezdi.

O sohbetlere katılanlar zaman içersinde birer birer alem değiştirirken geride bıraktıkları zamane pay geçen sohbetlerin izide, beşere hatıra olarak sohbet mirası olarak kalıyordu….Hala özlüyorum o güzel sohbetleri. Meğer büyük tad ve ne büyük bir keyfmiş. Şimdi anlıyorum.
Sıcacık köy kahvesi sobasının ateşini. İçilen çayları. Çay kaşıklarının bardaktaki şıngırtısını, köy odalarında kemerle oynanan, dayaklı yüzük saklama oyunlarını…Hepsi bir film gibiymiş meğer. Hepsinin bir başı , bir de sonu varmış…
Geçim sırta binip, herkes bir meslek sahibi olunca, kader öyle güzel dağıtıyormuşki insanları uzak uzak memleketlere insanda nasıl koptuğunu anlamıyor sılasından toprağından evinden o güzelim sohbetlerden. Bir varmış bir yokmuş misali.
Meğer kader bizede evden uzakta memlekete hasret bir rol biçmiş bu hayatta biz farkında olmadan
ve ilk kez gördüm ben kurdun heybetini. Orda tandım sohbetlerde köpeklerin hep kovaladığı kurdu.
İlk kez gece karın beyazında, sisin içinde şahit oldum kurdun heybetine.
1992 Yılında Erzincan ilinde deprem olmuş pek çok firma deprem sonrası bölgeyi inşa etmek için oraya gelmişti. Şehir merkezinin alt yapıları, bazı yeni kamu binaları, oteller, hastane gibi pek çok bina inşa ediliyordu. Benim çalıştığım hatrı sayılır inşaat firmasıda Erzincan ili atık su arıtma ve katı atık depolama tesisini ihale ile almış şehir dışına bir şantiye kurmuş bu büyük projeyi yapıyordu. O dönem için hatrı sayılır bir proje idi. Beyaz Yaka personele şehir merkezinde (Gülüstan oteli diye bir otelde ) otel ayarlamış burda kalıyorduk. İşçiler ise prefabrik binalarda şehir dışında arazide kalıyordu.
Bu şantiye Terzi baba türbesinden Tunceli yönüne doğru 5-6 km dışardaydı.Her sabah servis minübüsü bizi otelden alır akşam tekrar otele bırakırdı. Erzincan aslında mükemmel bir şehir ah şu deprem olmasa.İçi dümdüz etrafı dağlık kışı sert, yazı sıcak güzel. Ben aslında çok beğeniyordum.
Bu arada insanlarıda genelde iyidir. Misafir perver ve anlayışlılardır. En azından ben öyle gördüm. Allah bir daha deprem falan yaşatmasın ne Erzincan’a nede güzel ülkemin hiç bir şehrine.
Dedimya her gün sabah 7,30 şantiyeye git, akşam olunca 6 gibi geri dön. Bir müddet sonra insan sıkılıyor. Otele gidiyorsun yemeğini yiyorsun çıkıyorsun odana ana yok, baba yok tek başına. Tek aktivite 37 ekran tüplü tv de biraz haber, biraz film ve sonra uykun gelince vur kafayı yat. Her gün şantiyedeki tempo olmasa çekilmez bir hayat resmen monotonluğun zirvesi. Üstelik o dönemlerde ne cep telefonu var ne internet var. Tek aktivite televizyon , ya da kahvede okey oynamak. O kadar.
İşte böyle günlerden birinde sanırım Yılbaşı akşamı sene 1994 Ordulu bir kalfamız vardı abi koğuşlarda yer var mı diye sordum. Bir sürü boş ranza var dedi. Yarın tatil abi gitmiycem akşam dedim burda mangal yaparlar hep beraber hamsi alırız et alırız ızgara yaparız dedi. Canıma minnet servise ben otele gelmeyeceğim ben bu gün şantiyede kalacağım dedim….
Şantiyede beslediğim pek çok köpek vardı. Nasılda seviyorlardı beni. Yemeklerden artan kemikleri aşçıdan alıp artan ekmeklere bular önlerine dökerdim. Hayvanlar bile kendilerini seveni biliyor. Yeminle sabah yolumu beklerlerdi servis sabah şantiyeye geleceği zaman. Prefabrik yemekhanenin yanında hepside beni beklerlerdi.
Ben minübüsten inince Topoğraf Kenan abi kulakları çınlasın senin tayfa seni bekliyor diye gülerdi. Şantiye müdürü Nevzat bey, ulan sen bunlarla konuşuyonmu ne yapıyon hepsi peşinde geziyor derdi. Rengarenk kuyruklar nasılda keyfle sallanırdı havada. Siyah tombiş köpeğim kısa boyuyla bam başkaydı.
Erzincanlı, şantiyedeki santralci Yusuf, Tekniker arkadaşım Mahmut, İlhan hepside tertemiz insanlardı. Kulakları çınlasın. Her şey bir anıymış maziye yazılacak. Tesisi yaparken sofrada paydaş, eskide anı olduk.

Hakkaten kar üzerinde akşam üzeri öyle güzel hamsi ızgaraları, et ızgaraları yapılmaya başladı ki her yer mis gibi et kokuyordu. Sağ olsun şantiyede kalan işçiler şehirden kasayla balık almışlar,et almışlar domatesler biberler salatalar kar üzerinde tam bir yemek keyfi. Kim aldıysa, kim yaptıysa hepsi sağ olsun. Sonuçta herkes doydu ve soğukta bir yerden sonra arazide açık havada herkesi ısırmaya başladı. Haydi koğuşlara.Yedik, içtik. Şimdi yemek üstü çay vakti. Isınma vakti. Dışarısı yeter fazlası ızdırap. Koğuşlara girdik hemde sobada alimünyum demlikte. Soğuktan gelince içilen çayın tadı efsane. Anlatılmaz sadece içilir. Derken kimisi uyumaya, kimisi okey, oynamaya kimisi radyo dinlemeye başladı. Sonuçta onlarda rutin akşam hayatlarını yaşamaya başladılar. Çoğu gurbete para kazanmaya gelmiş kalıpçı, betoncu,demirci arkadaşlar.
Duvar dibinde bu arada boş bir ranza bulup yatağımı ayarladım.Sünger bir yatak serdim bir yastık iki battaniye işte tamam. Yatacak yerde hazır...
Kapıda bir sigara içeyim dedim. Girişte nizamiyedeki bekçi klübesi gözüme ilişti. Ya dedim kendi kendime bu adam dedim tek başına.Ekmek arası bir şeyler yapıp biraz yanına gideyim. Az zaman geçiririm. Ekmeğe bir şeyler koydum karların kütürtüsü üstünde klübeye doğru yürümeye başladım. Klübeye geldim.^^Selamın aleyküm.^^ ^^ Aleyküm selam^^ dedi...
Bekçi dayı sana ekmek arası bir şeyler getirdim dedim. Sağolasın getirdiler zaten dedi. Meğer vermişler bile sağ olsunlar. Beyaz bakalit bir klübe. Önünde bir masa, üstünde bir defter, yanında boş bir sandalye bir tane üç gözlü elektrikli ısıtıcı garibim tek başına. Ağrılı bir abi. Geçmiş gün hatırladığım tek şey sadece memleketi. Yaklaşık elli yaşlarında öldüyse Allah rahmet etsin. Yaşıyorsa Allah uzun ömürler versin. Dayı sıkılmıyor mu canın.
Sıkılsa napacan, sıkılmasa napacan...İş işte, geçim lazım. Haklısın dayı. Radyon falan yokmu? Var ama pili yok. Yav niye demedin depodan getireyim...Var mı... Var. Hangisinden orta boy olandan. Dışarı çıktım.
Nereye gidiyon öylece.
Depoya.
Öylece gidilirmi hiç.
Niye gidilmesin.
Bu saatlerde buralarda kurtlar gezer.
Ne.
Kurtlarmı he valla kurtlar gezer.
Kurtlar burayada mı geliyor.
Gelmezmi ne sandın.
Şaşırmıştım.
Hayda hiç duymadıydım.
Ciddimisin sen.
Hemde çok ciddiyim.
Eee o zaman Sen nasıl saat kurmaya gidiyorsun yarım saatte bir.
Gidiyorum ama gelde bana sor.
Beş dakkaya çıkacağım deponun ordan geçecem zaten anahtar var.
Hem saati kurarız hemde pili alırız.
Tamam dedim ama ürperdimde.
Bende seni burda rahat çalışıyorsun sanıyordum.
Yok be oğlum. Ben burda neler görüyom.
Gecenin karanlığı, koca şantiye alanı bom boş inşaatlar sürüyle gezen domuzlar , ara sıra gelen kurtlar hava iyi olunca çamur çaylak neler neler...
Meğer hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş. Geriden gün boyu oturuyor diye düşündüğümüz insanlar nelerle uğraşıyorlar.Allah yardımcıları olsun. Hemde üç kuruş maaşa. Hiç bir şey diyemedim. Sadece gayri ihtiyarı vay be diyebildim...Üstelik tek başına... Aldığı her kuruş helal olsun…
Gocuğunu giydi, sarı çizmesini giydi saati kayışından tutup omzuna astı .Bir elinde feneri diğer elinde bekçi saati birde kalın kürek sapı. Şöyle bir metre kadar.
Dedim dayı bende bişey alayım elime... Alırsan iyi olur dedi.
Yerden kesilmiş bir demir parçası buldum. Haydi gidelim kaç anahtar var.
Sekiz tane.
Desene tüm şantiyeyi gezeceğiz. Hemde tam tur. Atlarsan ne oluyor anahtarları bunlar numaralı sabah kurmadığın anlaşılır. Anladım baya baya ispiyonluyor bu saat. Uyuduğunu kurmadığını baya baya konuşsa bu kadar analatamaz. Helede kontrol eden kıl bir idareciyse, anlat derdini anlatabilirsen.
Niye geç çıktın. Niye uyudun. Neyle uğraşıyon, neyle mücadele ediyon umurundamı.Kendisi sıcacık otel odasında yatarken sen neler çekiyon, neler yaşıyon nerden bilsin. Tek derdi proje müdürüne şirin gözükmek. Saat onbir gibi saati kurduk nerden baksan şantiyeninn turu 15 dakkayı buluyor. Depoya uğradık anahtar bende olduğu için ışıkları yaktım içerisi buz gibi. Gel dayı. Hangisinden lazım diye sordum. Şunlardan dedi. Dört adet verdim. Sonra lazım olur diye dört tanede yedek pil verdim.
Eyvallah dedi…
Dedim bu gün yılbaşı biliyorsun değilmi. Benim için hiç önemli değil dedi. Sıradan bir gün. Bende oldum olası sevmem yıl başılarını nedense. Bu gün zaten yarın tatil diye kaldım burda.
Anladım dedi.
Dedim dayı kimse yok otelde odaya girince dört duvar var.
Sep sessiz bir yer her gün her gün sadece televizyon bakıyoruz.
Sıkılıyorum.
Bir yerden sonra bunalıyor insan. Benim içinde bir değişiklik oldu en azından. Sağ olsun çay yaptı. Tap taze çay içiyorduk birden konuya girdim.
Dayı cidden kurtlarmı var burda. Hiç gördün mü.
Daha geçen hafta gördüm.
Ne yapıyorlarki burda.
Köpekleri götürüyorlar.
Ne diyon sen ya.
He Valla.
Gelip köpekleri götürüyorlar.
Niye köpeği ne yapacak kurt dayı.
Ben kurtların o güne kadar köpek yediğini hiç duymamıştım.
Aç kalınca köpekleri yerler dedi.
Allah Allah.
Hadi koyunu, keçiy,i ineği hatta atı yediklerini duymuştumda köpekleri yediklerini hiç kimse dememişti. Rahmetli dedem, babam hiç kimse anlatmamıştı. Hep boğar öldürür derlerdi ama köpek yediklerini hiç bilmiyordum Hiç duymamıştım.
Şaşkın şaşkın bekçiye bakıyordum. Elimde çay bardağı göz göze geldik.
Çokta düzgün bir türkçesi yoktu ama doğu şivesiyle nede güzel anlatıyordu. Güzelde bir sohbeti vardı. İçerisi sıcacık, dışarısı buz gibi. Çay başka bir keyf verdi geceye.
Allah razı olsun. Dedi her akşam gel. Yok dayı her zaman olmaz bugün yarın tatil diye burdayım. Yoksa öbür günler zaten iş var. İşten güçten zaman mı kalıyor bize.
Ben bekçi abinin anlatısından keyf almıştım. Elimde cam bardakla, çayımı masaya koydum, sırtımı duvara yasladım.
Sen yinemi çıkacan saat kurmaya diye sordum.
Mecbur dedi.
Sabaha yediye kadar çıkmam gerekiyor. Sen gelecekmisin.
Yok dayı ben birazdan yatmaya giderim bir, iki bardak daha çay içeyimde .
Sen bilirsin dedi. Burda kal o zaman.
Tamam dedim. Zaten dışarısı karın ayazı, içerisi fırın gibi nereye çıkacam dayı.
Sen git dikkatli ol dedim. Bide şaka yaptım sakın kurtlar yemesin seni.
Yok yok yemezler dedi.
Bekçi sigarasını yaktı, saatini aldı, fenerini aldı, sopasını aldı saati kurmaya çıktı. Az ilerde kayboluverdi. Sisli ,puslu zehir gibi bir hava.
Projektörler direkten dış sahaya ve kapıya doğru ışık yansıtıyor, klübede tekim ve saat yaklaşık oniki gibi. Birden ilerde duran köpeklerin ürperdiklerini ve ayağa kalkıp tel örgülere doğru havladıklarını fark ettim.
Nizamiye kapısına doğru kafamı dikkatlice çevirdim, ileri doğru baktım. Kocaman bir köpek irisi ile eşek arası bir yaratık var. Ağzı açık, dili dışarda, nefesinden buhar çıkan bir ağız ve muhteşem bir duruş.
Siyah uzun kafalı lider bir kurt. Klübenin içinden iliklerime kadar ürperdiğimi hatırlıyorum. Yeminle eşeğe yakın bir boyda dehşet bir yaratık.
Ben çok çoban köpeği gördüm. Koca kafalı, iri yapılı tabiri caizse atlıyı attan indiren cinsten ama kurt muhteşem ve bir o kadarda heybetli bir yaratık. Kim ne derse desin kurt sonuna kadar saygıyı hak eden bir yaratık...
Siyah kurdun peşinde iki tane daha gri kurt vardı. Onlarda heybetliydi ama siyah kurt renginin belirginliğinden midir yoksa önde oluşundan mıdır bir eşeğe yakın boylarda, dehşet bir şeydi. Hemde onbeş, yirmi metre kadar uzağımda bana bakıyorlardı...
Nefesim tutuldu. Korkudan klübenin kapısına iyice sarıldım. Oldukları yerden gözlerini dikmiş bana bakıyorlardı. Sonra benim gözüme baka baka hafif bir koşuyla çöplüğe köpeklere doğru gittiler. Çöplük tarafında orta boy bir köpeği götürüşlerini resmen seyrettim. Üstelik bekçi klübesinin camından film seyreder gibi seyrettim. Bir köpeğin tel örgülerden nasıl ağızda götürüldüğünü o gece gördüm ve kurda saygı duymayı öğrendim….
Kim ne ne derse desin < KURDUN HEYBETİ > bambaşka….
İşte o günden sonra tüm masallar, kurtla ilgili tüm anlatılar benim için manasını yitirdi….Kurt gecenin, kışın ve soğuğun en büyük gerçeğidir. Kurt bu dağlarda hikayesini kendi yazan asli bir karakterdir. Kurt ovanında , bozkırında, dağlarında korku salan kralıdır.
Kurt var oldukça kendisini anlattırmaya ve doğada kendi hikayesini yazmaya devam edecektir...

Bir Erzincan anısı

Adem ÖZEL (SORGUNLU)

( Kurdun Heybeti başlıklı yazı SORGUNLU tarafından 1/17/2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.