M. NİHAT MALKOÇ
Nefis
terbiyesinde zirve şahsiyetlerin başında gelir Azîz Mahmûd Hüdâyî
İnsanlar
vardır, zifirî karanlıklarda insanlığa ışık olmuşlardır. İnsanlar vardır,
uçurumun eşiğindeki çaresizlere el uzatıp onları sahil-i selâmete
taşımışlardır. İnsanlar vardır, cehennemin dikenli yollarında ayakları
kanayarak yürüyenleri, taşları yakuttan olan gül kokulu cennet yoluna sevk
etmişlerdir. İnsanlar vardır, hayatın dik yokuşlarında soluksuz kalanlara soluk
olmuşlardır. İnsanlar vardır, isarın zirvesine erişerek kendi nefislerini
başkalarına tercih etmişlerdir. İnsanlar vardır, manevî erzakını bitirenlere
umut olmuşlardır. İnsanlar vardır, dünyevîleşmenin batağına saplanıp kalanlar
için kurtuluş olmuşlardır. İnsanlar vardır, yürekleri buz tutanlara güneş
olmuşlardır. İşte bu insanlardan biri de Hakk ve hakikat dostu Azîz Mahmûd
Hüdâyî'dir. Bu yazımızda bu büyük insanı anlatmaya çalışacağız.
Asıl adı
"Mahmûd" olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri 1541 yılında
Şereflikoçhisar'da doğmuştur. Fazlullah bin Mahmûd'un oğludur. İlk eğitimini
babasından almıştır. Çocukluğu Sivrihisar'da geçmiştir. İlk
tahsilini de burada yapmıştır. Daha sonra ilmini ilerletmek için İstanbul’a
gelerek Küçük Ayasofya Medresesi’ne girmiştir.
“Hüdâyî” ismi ve “Azîz” sıfatı
kendisine sonradan verilmiştir. "Hüdâyî" ismini ona Şeyhi Üftâde
Hazretleri vermiştir. 87 yıl ömür süren bu gönül sultanı sekiz Osmanlı padişahı(Kanûnî
Sultân Süleyman, II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I. Ahmed, I. Mustafa. II. Osman-Genç
Osman, IV. Murad) gören ender şahsiyetlerden
biridir. Eminönü ve Üsküdar'da olmak üzere hayatının üçte ikisini İstanbul'da
geçirmiştir. Kadılık ve müderrislik yapmıştır. Vazifesi gereği Bursa’da,
Edirne’de, Mısır’da ve Balkanlar’da bulunmuştur.
Nefis
terbiyesinde zirve şahsiyet olan Azîz Mahmûd Hüdâyî'nin Cüneyd-i Bağdadî'nin mübarek
soyundan geldiği ve "Seyyid" olduğu rivayet edilir. O; mutasavvıf,
âlim ve şairdir. Celvetiye tarikatının kurucusudur. Vicdanını bir yalınkılıç gibi
kuşanan bu büyük Allah dostu; eserleri,
sohbetleri, irşat, vaaz ve nasîhatlarıyla haklı bir şöhrete kavuşmuştur.
Nâzırzade
Ramazan Efendi’nin muîdi: Azîz Mahmûd Hüdâyî
Hüdâyî'nin
çok zeki bir insan olduğunu fark eden Nâzırzade onunla özel olarak
ilgilenmiştir. Tefsir, hadis, fıkıh ve zamanın fen ilimlerinde büyük yol
almıştır. Kâmil bir mürşid olan Azîz Mahmûd Hüdâyî, Nâzırzade Ramazan
Efendi’nin muîdi(asistanı) olmuştur. Hüdâyî,
hocası Ramazan Efendiye yardım ederken, bir yandan da Küçük Ayasofya Camii şeyhi
Muslihuddin Efendi’nin sohbetlerine devam etmiş; tasavvuf yolunda ilerlemiştir. Hocası Nâzırzade'nin Edirne’deki Sultan Selim Medresesine tayini üzerine
onunla Edirne’ye gitmiş ve onun yardımcısı olmuştur. Nâzırzade Ramazan Efendi, Edirne'de müderrislik yaptıktan sonra Şam ve Mısır'a
kadı tayin edilince talebesi Azîz Mahmûd'u da oraya götürmüştür.
Azîz
Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin İstanbul’a geldiği yıllarda Osmanlı tahtında III.
Murad Han bulunmaktaydı. Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin emriyle tayin
edildiği Küçük Ayasofya Camii Tekkesi’nde sekiz yıl şeyhlik yaptı. Bir yandan
da Fâtih Camii’nde vâizlik yaptı, tefsir ve hadis okuttu. Kanûnî’nin kızı
Mihrimah Sultan’dan torunu Ayşe Sultan'la da evlendiği rivayet edilen Hüdâyî
burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir
muhit edindi. Daha sonra Üsküdar’da Hüdâyî Dergâhı’nın bulunduğu yeri 1589'da satın
aldı. Bu araziye bir dergâh inşa eyledi. Burada binlerce talebe yetiştirerek
İslâm'ın hizmetine sundu. 1599 yılında Fâtih Camii vâizliğini bırakarak Üsküdar Mihrimah Sultan Camii’nde
perşembe günleri vaaz vermeye başladı. Sultan Ahmed
Camii’nin açılışında (1616) ilk hutbeyi okudu ve her ayın ilk pazartesi burada vaaz
verdi.
Üftâde'nin yolunda bir gönül sultanı
Hüdâyî
otuz üç yaşında iken, hocası Nâzırzâde ile Bursa'ya gelmiştir. 1573’te Bursa
Ferhâniye Medresesi’ne müderris, Câm-i Âtik Mahkemesine nâib olarak atanmıştır. Bursa’daki görevi esnasında
gördüğü bir rüya üzerine müderrisliği ve kadılığı bırakarak Şeyh Muhammed Üftade’ye
intisap etmiştir. Bunun ibretli bir hikâyesi vardır. Şöyle ki: "Hüdâyî, Üftâde'ye
talebe olmak arzusuyla yanına gidince şu cevabı alır: "Yazıklar olsun ey Kadı
Efendi! Herhâlde yanlış yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır ve biz bu
kapının kuluyuz. Hâlbuki sen varlık sahibisin. Bu hâlde ikimizin bir araya
gelmesi mümkün mü? Senin ilmin, malın, mülkün, şânın ve mâmûr bir dünyan var.
Bizim gibi kulların Allahü teâlâdan başka kimsesi yoktur. Atın bile gelmek
istemeyip ayakları kayalara saplanmadı mı?" buyurdu. Bu sözler ve yaptığı hata
Azîz Mahmûd Hüdâyî'ye çok tesir etti. Gözlerinden iki sıra yaş döküldüğü hâlde;
'Efendim! Her şeyimi mübarek kapınızın eşiğinde terk eyledim. Dileğim talebeniz
olabilmek ve hizmetinizi görmekle şereflenmektir. Her ne emrederseniz yapmaya
hazırım.' dedi. Bu samimi ifade üzerine Üftâde tane tane buyurdu ki: 'Ey Bursa kadısı!
Kadılığı bırakacak, bu sırmalı kaftanınla Bursa sokaklarında ciğer satacaksın.
Her gün de dergâha üç ciğer getireceksin!' Her şeyi bırakacağına, her emri yerine
getireceğine söz veren Mahmûd Hüdâyî derhal kadılığı bırakıp ciğer satmaya
başladı. Sırtında sırmalı kaftanı olduğu halde, ciğerleri, Bursa sokaklarında,
'Ciğerci! Ciğerci!' diye diye bağırarak satıyordu." Hüdâyî, Üftâde'nin rahle-i tedrisinden ve çilelerden geçerek manevî
kemalâta ermiştir.
Bereketli bir ömrün meyveleri
Azîz Mahmûd Hüdâyî
Hazretleri’nin 19’u Arapça, 7’si Türkçe olmak üzere tasavvuf, tefsir, fıkıh,
siyer alanlarında, nasihat ve vaaz türlerinde eserleri bulunmaktadır. Azîz
Mahmûd Hüdâyî'nin Arapça eserleri şunlardır: "Ahvâlu'n-Nebiyyi'l-Muhtâr
aleyhi Salevâtullahi'l-Meliki'l-Cebbâr", "Câmiu'l-fazâil ve kâmiu'r-rezâil", "el-Es'ile ve'l-ecvibe fi ahvâli'l-mevtâ",
"Fethu'l-bâb ve refu'l-hıcâb",
"el-Fethu'l-ilâhî", "Habbetu'l-mahabbe", "Hâşiye Kuhistânî fî Şerh-ı fıkh-ı Keydânî",
"Hayâtü'l-ervâh ve necâtü'l-eşbâh",
"Hulâsatü'l-ahbâr fî ahvâli'n-Nebiyyi'l-Muhtâr",
"Keşfu'l-kınâ an-vechi's-semâ",
"el-Mecâlisu'l-va'zıyye",
" Mecmûa-i Hutab", "Merâtibu's-sülûk", "Miftâhu's-salâh ve mirkâtü'n-necâh",
"Nefâisü'l-mecâlis", "Şemailu’n-nübüvveti’l-Ahmediyyet’il-Muhammediyye",
"et-Tarîkatü'l-Muhammediyye vesîle
ilâ's-seâdeti's-sermediyye", "Tecelliyât",
"Vâkıât..."
Türkçe eserleri
" Divân-ı İlâhiyyât",
"Ecvibe-i Mutasavvifâne",
"Mirâciye", "Nasâyıh ve Mevâız", "Necâtü'l-ğarîk fi‟l-cem‟i ve‟t-tefrîk",
"Tarîkatnâme", "Nasîhatü'l-mülûk li-husni's-sülûk",
"Akâid Manzûmesi", "Tevhid Risalesi" adlarını taşımaktadır.
Azîz Mahmut Hüdâyî'nin
duası
Hüdâyî
"ene(ben)" değil, "ente(sen)" diyen bir hakikat
ışığıdır. Ziyasını rahmanî bir güneşten alan bu ışık, nice kör karanlıkları
aydınlatmıştır. Anadolu toprağında yetişen bir gönül insanı olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri’nin sevenlerine duâsı ne
kadar da güzeldir: “Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuzda bulunanlar, bizi
sevenler ve ömründe bir kere türbemize gelip rûhumuza Fâtiha okuyanlar
bizimdir. Bize mensup olanlar, denizde boğulmasınlar; âhir ömürlerinde fakirlik
görmesinler; îmanlarını kurtarmadıkça ölmesinler; öleceklerini bilsinler ve
haber versinler ve de ölümleri denizde boğularak olmasın!..”
Azîz
Mahmud Hüdâyî Câmii
Osmanlı
Döneminden kalma bir mabet olan Azîz Mahmûd Hüdâyî Câmii, İstanbul'un Üsküdar ilçesinde yer
almaktadır. Caminin olduğu yere "Azîz Mahmûd Hüdâyî Mahallesi" adı verilmiştir. 1589 yılında
yapımına başlanan cami, 1595 senesinde ibadete açılmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın torunu olan Ayşe Hümaşah Sultan
tarafından, üçüncü eşi Azîz Mahmûd Hüdâyî adına yaptırılmıştır. Cami
zaman içerisinde eskimiş, 1855 senesinde Sultan Abdülmecid tarafından tamir
ettirilmiştir. Son olarak Vakıflar Genel
Müdürlüğü tarafından restorasyon çalışmaları yapılmış ve 23 Mayıs 2014’te
yeniden ibadete açılmıştır.
Azîz
Mahmûd Hüdâyî Câmii önceleri bir tekke
olarak inşa edilmiş olsa da daha sonra camisi,
imareti, türbesi, kütüphanesi, hünkâr mahfeli, çeşmesi, derviş hücreleri, şeyh
evi, fırını ve hamamı yapılmıştır. Azîz Mahmûd Hüdâyî 'nin kabri külliyenin bahçesindeki türbededir. Aynı türbede Azîz
Mahmûd Hüdâyî 'nin oğullarından Evliya Mehmet
Muhtar Efendi, Mustafa Ebrar Efendi, Ali
Murtaza Efendi, Abdülvahit Efendi, Ahmet Sıddık Efendi ile kızları Ayşe Hanım, Fatma Zehra Hanım,
Zeynep Hanım ve torunu Fatma Zehra Hanım medfundur.
İstanbul'un en çok ziyaret edilen camilerinden olan Azîz Mahmûd Hüdâyî
Câmii'nin giriş kitabesinde 1855'te Sultan Abdülmecid tarafından tamir
edildiğine dair şu beyitler bulunmaktadır: "Hazret-i Abdülmecid
han-ı ila yevmi’l-hisab/Ömr-ü şevketle Hüda tahtında kılsun kâmyab//Pir Mahmud
Hüdaînin uluvv-i himmeti/Asitanın iyledi ma’mure ve zerrin kubab(Hazreti Abdülmecid
Han tarihi hesaplattı/Allah onu yüce ömrüyle tahtta muradına erdirsin//Pir
Mahmûd Hüdâyî'nin yüksek yardımı/İstanbul'u bayındır ve altın bir halk
eyledi"
Azîz
Mahmûd Hüdâyî'nin şairliği
Hakk ve hakikat dostu
Azîz Mahmûd Hüdâyî hem bir âlim hem de
iyi bir şairdir. O, ilmî ve tasavvufî eserlerinin yanında şiir ve
ilâhîler de yazmıştır. O, divan edebiyatına vakıf olmasına rağmen şiir alanında
Hoca Ahmet Yesevî ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairlerin yolundan yürümeyi
tercih etmiştir. Tasavvufî halk edebiyatı
alanında hikemî, tasavvufî ve ahlâkî konuları içeren pek çok şiir
yazmıştır. Duygu ve düşüncelerini şiir diliyle ifade etmiştir. Aslında o, bu
tarz şiirler yazarak dinî, tasavvufî ve ahlâkî malumatları geniş kitlelere
aktarmaya çalışmıştır. Bu şiirlerin büyük çoğunluğu Divân’nda bulunmaktadır.
Vahdet-i Vücûd anlayışını benimseyen Hüdâyî, kaleme
aldığı eserlerde ve şiirlerde bunu başarıyla yansıtmıştır. Bu şiirlerdeki
derinlik ve içerik zenginliği kendisini belli eder.
Azîz
Mahmûd Hüdâyî ömrünü Rabbine iyi kul olma gayreti içerisinde geçirmiştir.
Bununla kalmamış, bu yolda birbirinden kıymetli talebeler de yetiştirmiştir. O,
Allah'ı dünyanın içindekilerden daima üstün tutmuş, onunla hemhâl olmuş, dünya
malına, dünyevî makam ve mevkilere hiçbir zaman değer vermemiştir. Bu görüşünü şiirlerine şöyle
yansıtmıştır: "Neyleyeyim dünyayı/Bana
Allah’ım gerek./Gerekmez
mâsivâyı/Bana
Allah’ım gerek//Ehl-i
dünya dünyada/Ehl-i
ukbâ ukbâda/Her
biri bir sevdada/Bana
Allah’ım gerek//Dertli
dermanın ister/Kullar
sultanın ister/Âşık
cânânın ister/Bana
Allah’ım gerek/Bülbül
güle karşı zâr/Pervâneyi
yakmış nâr/Her
kulun bir derdi var/Bana
Allah’ım gerek//Beyhûde
hevâyı ko/Hakk’ı
bula-gör yâ hû/Hüdâyî’nin
sözü bu/Bana
Allah’ım gerek"
Dünya kurulalı beri nice kere dolup
boşalmıştır. Kimler gelmiş, kimler geçmiş bu fani dünyadan. Her gelen burada
bir gurbet hayatı yaşayıp ömrün ahirinde asıl yurduna göçmüştür. Bazıları bu
yalan dünyada hoş bir seda bırakırken, bazıları da zulmüyle anılmıştır.
Onlardan geriye sadece mezar taşları kalmıştır. Onun içindir ki dünyadan vefa
ummak kuru bir hayaldir. Bunu Hüdâyî
Hazretleri bir şiirinde "Yalan dünya değil misin?" nakaratıyla bakın
ne veciz bir şekilde ifade ediyor: "Kim umar senden vefâyı/Yalan dünya değil misin?/Muhammedü’l-Mustafâ’yı/Alan dünya değil misin?//Yürü hey bî-vefâ yürü,/Sensin hod bir köhne karı/Nice yüz bin erden
geri/Kalan
dünya değil misin?//Kastedip
halkın özüne,/Toprak
doldurup gözüne,/Ehl-i
gafletin yüzüne/Gülen
dünya değil misin?/Eğer,
şâh u eğer bende/Her
kişiyi salan bende/Kimse
mekân tutmaz sende/Vîrân
dünya değil misin?//Kimisini
nâlân edip/Kimisini
giryân edip/Âhir-i
kâr uryân edip/Soyan
dünya değil misin?//İşin
gücün dâim yalan/Çok
kişiden arta kalan/Nice
kerre boşaluben/Dolan
dünya değil misin?"
Hüdâyî'nin
Peygamber sevgisi tarif edilemeyecek kadar büyüktür. O, ömrü boyunca
Peygamber-i Zîşan'ı kendisine rehber edinmiş, onun mübarek izinden aşkla yürümüştür.
Hâl ve hareketlerini nebevî süzgeçten geçirmiştir. Peygamberimize şöyle
seslenmiştir: "Kudûmun
rahmet ü zevk u safâdır yâ Rasûlâllâh/Zuhûrun
derd-i uşşâka devâdır yâ Rasûlâllâh/Nebî
idin dahî Âdem dururken mâ u tıyn içre/İmâmü’l-enbiyâ
olsan revâdır yâ Rasûlâllâh/Hüdâyî’ye
şefâat kıl eğer zâhir eğer bâtın/Kapına
intisâb etmiş gedâdır yâ Rasûlâllâh"
Dostun
Dost'a hicreti yahut bereketli bir ömrün hitamı
Hayat, doğumla ölüm arasında rüzgar gibi geçen sert bir (a)kıştır.
Her şey bir paranteze sığacak kadar kısadır. Doğumla ölümü ayıran o kısa
çizgiye çok şey sığdırmıştır Hüdâyî. "Buyruğun tut Rahman'ın, tevhide gel tevhide/Tazelensin imanın, tevhide gel
tevhide" diyen Hüdâyî son nefesine kadar ilmi, irfanı, tasavvufu ve
irşat vazifesini aksatmadan yürütmüştür. Ömrünü
Allah yolunda geçiren Azîz Mahmûd Hüdâyî 1628 yılında Üsküdar'da vefat ederek çok
sevdiği Rabbine kavuşmuştur. Allah rahmet eylesin.