M.
NİHAT MALKOÇ
Kadir
Mısıroğlu virgül gibi eğilmedi, bir ömür elif gibi dimdik durdu
Bu topraklardan söylem ve
eylemleriyle çok tartışılan, sevenleri kadar, sevmeyenleri de çok olan bir
Kadir Mısıroğlu geçti. O, son nefesine kadar doğru bildiklerini söyledi; bir
kez olsun başını öne eğmedi; makam mevki için virgül gibi eğilmedi, elif gibi
asil ve dimdik durdu. Sonra da, heyecanından ve tez canlılığından kaynaklanan
bütün kusurlarına rağmen, bizce hoş bir seda bırakarak her fâni gibi aslî
yurduna çekip gitti. Allah rahmet eylesin.
1933 senesinin ramazanında, üstelik
ramazanın 26. gecesini 27. geceye bağlayan o kutlu zamanda, yani Kadir
gecesinde dünyaya geldiği için Mısıroğlu'na babası tarafından "Kadir"
ismi verilmiştir. O, Karadeniz'in Trabzon'a bağlı şirin ilçesi Akçaabat'ta, bu
ilçenin Dürbinar Mahallesi'nde iki katlı ahşap kâgir bir evde hayata gözlerini
açmıştır. Cılız yapılı olduğu için ancak sekiz yaşında Akçaabat Merkez İlk
Mektebi'ne başlamıştır. Babası oğlunu okutmak istemediği için onu bir terzinin
yanına çırak olarak vermiştir. Babası zor da olsa ikna edilince Akçaabat
Orta Mektebi'ne kaydolmuştur. O yıllarda Necip Fazıl'ın Büyük Doğu dergisini
okuma imkânı bulmuştur. Bu durum onun görüşlerinin şekillenmesinde etkili
olmuştur. 1950'de girdiği Trabzon Lisesi'ni başarıyla tamamlamıştır. İlk İslâmî
mücadelelerini bu okulda vermiştir. Atatürk'ün takvim üzerindeki resmini
yırttığı için cezalandırılmış, bu yüzden mezuniyet sınavlarına
alınmamıştır. Sonunda Erzurum'da olgunluk
sınavlarına girerek mezun olmuştur. Ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesine kaydolmuştur. Mısıroğlu, o yıllara ait hatıralarını "Geçmiş Günü
Elerken" adlı eserinde anlatmıştır.
Mısıroğlu fikir suçlularının yattığı hapishaneleri birer
Yusufiye gibi görüyordu
Hapishaneleri birer Yusufiye olarak
gören Kadir Mısıroğlu'nun hayatı mahkumiyetlerle doludur. 1970 yılı ocak ayında
İstanbul Milli Türk Talebe Birliği'nde “Harf İnkılâbı” ile ilgili bir
konferansı yüzünden hakkında Eskişehir Örfî İdare Askerî Mahkemesi'nce yedi
sene hapis, beş sene amme haklarından men ve yirmi ay sürgün cezası
verilmiştir. Konferans İstanbul'da verildiği, nüfus kaydı orada olduğu halde
davanın Eskişehir'de görülmesi o dönemdeki hukuksuzluğun boyutunu göstermesi
açısından mühimdir. Bu mahkumiyet onun için ne ilk ne de son olmuş, sürekli göz
altında tutulmuştur.
Kadir Mısıroğlu, Sebil dergisindeki
yazıları yüzünden kovuşturmaya uğramış, hakkında birçok dava açılmış,
mahkumiyet kararları verilmiştir. Bu davalardan ve mahkumiyetlerden kurtulmak
için MSP'den Trabzon milletvekili adayı olmuşsa da seçilememiştir. Tek çare
olarak Almanya'ya gitmek zorunda kalmıştır. Orada bir süre kaldıktan sonra
çocuklarını yanına almak istemiş, izin verilmeyince İngiltere'ye geçmiştir.
Gurbet ellere düştüğünde arkasında otuz tane ağır cezalık dava bulunmaktaydı.
Kadir Mısıroğlu, 1961 yılında Aynur
(Aydınaslan) ile evlenmiş, sırasıyla Abdullah Sünusi (1963), Fatıma
Mehlika(1965) ve Mehmed Selman (1973) isimli üç çocuğu olmuştur. O, fakülte
yıllarından itibaren konferanslar vermeyi hızlandırarak hukukçuluktan çok,
neşriyatçılığa ve tarihçiliğe meyletmiştir. 1948 yılında Yeni Pulathane gazetesinde
ilk şiiri yayımlanarak matbuat âleminde görülmeye başlamıştır. Fakülte yıllarında
merhum İlhan Darendelioğlu'nun çıkarmakta olduğu Toprak dergisine "Mehmed
Meriçgiller" müstear adıyla yazılar yazmıştır. Kadir Mısıroğlu'nun ilk
kitabı olan ve üç ciltten oluşan
"Lozan Zafer mi, Hezimet mi?" Sebil Yayınları'nın ilk eseri
olarak okuyucuyla buluşmuştur.
Mısıroğlu Sebil Yayınevi'ni kurarak kendini tamamen neşriyata
vermiştir
Kadir Mısıroğlu 1964 yılında Sebil
Yayınevi'ni kurarak kendini tamamen neşriyata vermiştir. Sebil Yayınları
bünyesinde "Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? C. I (1965), Lozan Zafer Mi,
Hezimet Mi? C. II (1974), Lozan Zafer Mi, Hezimet Mi? C. III (1977), Macar
İhtilâli ( 1966 ),Yunan Mezalimi ( Türk’ün Siyah Kitabı ) ( 1967 ), Kurtuluş Savaşı’nda
Sarıklı Mücahidler ( 1967 ), Amerika’da Zenci Müslümanlık Hareketi ( 1967 ),
Moskof Mezalimi C. I ( 1970 ), Moskof Mezalimi C. II ( 1970 ), Musul Mes’elesi
ve Irak Türkleri ( 1972 ), Osmanoğulları’nın Dramı ( 1974 ), Ali Şükrü Bey (
1978 ), Bir Mazlum Padişah / Sultan Vahideddin ( 2005 ), Bir Mazlum Padişah /
Sultan Abdülaziz ( 2006 ), Bir Mazlum Padişah / Sultan II. Abdülhamid ( 2007
)" isimli araştırma kitaplarını;
"Kanlı Düğün (1972), Uzunca Sevindik (1973), Kırık Kılıç (1973),
Kavuklu İhtilâlci (2005), Düzmece Mustafa (2005), Cem Sultan'ın Papağanı
(2006), Zağanos Paşa (2006), Veli Bayezid'in Bedduası (2008), Malkoçoğlu
Kardeşler (2008), Makbul ve Maktul İbrahim Paşa (2008), Barbaros Hayreddin Paşa
(2009), Sokollu Mehmed Paşa (2009), Mimar Koca Sinan (2011), Zorâkî Âsî
(Şehzade Bayezid) (2012), Pîrî Reis (2012)" isimli tarihî romanlarını
yayımlamıştır.
Haftalık Tarafsız, Siyasî, Edebî, Tarihî, İlmî Mecmua-Gazete:
Sebil
Kadir Mısıroğlu "Sebil" adlı
bir de mecmua çıkarmıştır. Bu mecmuanın yayın süreci iki dönemi kapsamaktadır.
Birinci devrede Ocak 1976 ile Nisan 1982 tarihleri, ikinci devrede ise Haziran
1988 ile Haziran 1991 tarihleri arasında okurla buluşmuştur. Birinci devre
İstanbul’da basılan 249. sayı, ikinci devre Almanya-Limburg’da basılan 20. sayı
ile nihayetlenmiştir. 5 Haziran 1980 tarihli 230. sayıya kadar aralıksız
haftalık yayımlanan mecmua, sonraki sayılarda değişik sıkıntılar yüzünden çok
düzenli ve periyodik yayımlanamamıştır. Mecmua yayımlandığı sürece farklı
mahfillerde çok ses getirmiştir.
“Haftalık
Tarafsız, Siyasî, Edebî, Tarihî, İlmî Mecmua-Gazete” künyesiyle yola çıkan
Sebil mecmuasının sloganı "Her Şey Hak İçin" idi. 250’si Türkiye’de,
son 19’u da Almanya’da yayımlanan dergi toplamda 269 sayı çıkmıştır. 1980
askerî darbesi sonrasında yayın hayatına son verilmiştir. Mecmuada yayımlanan
yazılar yüzünden Kadir Mısıroğlu’na ve Sebil Yayınevi’ne 36 ayrı dava
açılmıştır. Cemil Meriç, Aynur Mısıroğlu, Mustafa Yazgan ve İsmail Hami
Danişmend gibi isimler mecmuada sıkça rastlanan imzalardı.
Merhum Kadir Mısıroğlu'nun bin bir
çile ve zorluklarla uzun yıllar boyunca çıkardığı Sebil mecmuası, zamanındaki
gençler ve aydınlar için adeta bir mektep olmuştur. İnananların sesi olan
mecmua sol partilere ve düşüncelere karşı sert bir muhalefette bulunmuştur.
Kadir Mısıroğlu Trabzon'un, Karadeniz gibi coşkun sert
mizaçlı hırçın evlâdıydı
Merhum Kadir Mısıroğlu coşkun Karadeniz'in,
Trabzon'un, Akçaabat'ın hırçın evlâdıydı. Karadeniz gibi sert ve fırtınalıydı.
Allah'tan başkasına minnet etmezdi.
Bedeli her ne olursa olsun o, doğru bildiklerini söylemekten asla
çekinmezdi. Ağzına geleni gevelemez, olduğu gibi söylerdi. Bu yüzden ömrü
boyunca başı sıkıntılardan kurtulamamıştır.
Kadir
Mısıroğlu'nun "Keşke Yunan galip gelseydi..." sözü çok konuşulmuş ve
tartışılmıştır. Bu söz, bağlamına bakılmaksızın Mısıroğlu'nun aleyhine
kullanılmaya çalışılmış, bir algı operasyonuyla kendisi "Yunan
dostu", "Türkiye düşmanı" olarak gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa her sözü bağlamında değerlendirilmek gerekir. Sözü, tabir caizse adeta bir
cımbızla bağlamından koparırsanız söylenme gayesinden uzak anlamlara gelebilir.
Bu sözün bağlamına baktığımızda Mısıroğlu'nun gerçek amacı anlaşılabilir. O Mısıroğlu ki "Yunan Mezalimi-Türk’ün
Kara Kitabı” adlı eseri yazarak Yunanlıların kirli çamaşırlarını açığa
çıkarmıştı. Böyle bir insana "Yunan dostu" yaftası vurmak
alçaklıktır.
Kadir Mısıroğlu'nun gayri resmî
tarihe olan katkıları onu tanıyanların malumudur. O; adeta bir mayın tarlası
hükmündeki Cumhuriyet tarihine çıplak ayaklarıyla girerek söylenemeyenleri
söylemiş, yazılamayanları yazmış serdengeçti ruhlu cesur bir yazardı.
İyi bir hatip olan Mısıroğlu Türkçeyi son derece güzel
konuşan bir yazardı
Kadir Mısıroğlu bir hatip olarak
Türkçeyi son derece güzel konuşan ve bir yazar olarak da doğru kullanan bir
müelliftir. Gençlere örnek olabilecek çok temiz ve sahih bir Türkçesi vardır.
Onun Türkçesi nerden geldiği ve ne idüğü belirsiz uydurukça kelimelere
kapalıdır. O, Arapça ve Farsça kelimelerle tekâmül etmiş ve zenginleşmiş
Osmanlı Türkçesinin yaşaması ve yaşatılması için elinden geleni yapmıştır. Bununla
ilgili olarak hususi dinleyicileri için "Lisan Dersleri",
"Osmanlıca Dersleri" adı altında
sohbetler gerçekleştirmiştir. "Lisan öyle berbat hâle getirildi ki
insanlar fikirlerini bulanık su gibi ifade ediyorlar" diyerek dilimizin
bugün ge(tir)ildiği vahim durumu büyük bir üzüntüyle dile getirmiştir. Bunun
izale edilmesi için büyük bir duyarlılıkla elinden gelen gayreti göstermiştir.
İnsanları değerlendirirken toptancı
bakış açısıyla hareket etmemek lâzım. "Bir insan ya çok iyidir, ya çok
kötüdür" mantığıyla yola çıkanlar yanılmaya mahkûmdur. İnsanların bazı
yönleri iyi, bazı yönleri kötü olabilir. Kişiyi değerlendirirken ona bir yönüyle
değil, bir bütünlük içerisinde bakmak gerekir. Bu durum merhum Kadir Mısıroğlu
için de geçerli bir bakış açısıdır. Bu noktaya kadar onun müspet yönlerini
kantara vurduk. Fakat bir beşer olarak onun da kötü yönleri vardı. Ölçüyü
kaçırmamak şartıyla bunlardan da bahsetmek gerekir.
O; heyecanlı, zapt edilemez, ele avuca sığmaz bir karaktere
ve kaleme sahipti
Heyecanlı, zapt edilemez, ele avuca
sığmaz bir karaktere ve kaleme sahip olan Kadir Mısıroğlu'nun bazen ifrat ve
tefrit uçlarında dolaştığı da bir hakikattir. Daha açık söylemek gerekirse
Mısıroğlu'nda heyecana bağlı bir üslûp sorunu vardır. Karşısındaki heyecanlı
gençleri görünce bazen ipin ucunu kaçırdığı olmuştur. Buna bir de edebiyata ve
bu sahada anahtar rolü oynayan imgelere yeterince vakıf olamayışı eklenince
yorum hataları ciddi boyutlara ulaşmış, anla(t)ma sorunu baş göstermiştir. Onun
bu minvalde söylenecek hatalarından biri ve belki de en önemlisi millî şairimiz
Mehmet Akif Ersoy'a karşı haksız hücumlarıdır.
O, kendisine yapılan haksızlığı Mehmet Akif'e yapmıştır. Nasıl ki onunla
aynı düşüncede olmayanlar, başka bir tabirle söylemek gerekirse karşı mahalledekiler
onun sözlerini bağlamından çıkarıp farklı anlamlara gelecek şekilde tevil
eyledilerse o da Akif'in beyitlerini bağlamından çıkararak söz konusu ifadelere
isabetli olmayan yorumlar getirmiştir.
Kadir Mısıroğlu'nun, merhum Mehmet
Akif'in kaleme aldığı, bir söz abidesi olan İstiklâl Marşı'nda, ta
başlığından(isminden) başlayarak hatalar araması, marşın "Korkma"
diye başlayışını bile eleştirmesi, özgüven patlamasıyla ilgi ve bilgi alanından
çıkan bir aydının hezeyanıdır. Öte yandan Akif'in bazı şiirlerini "Allah'a
isyan" olarak nitelemesi kendi sahası dışına çıkan bir kişinin düştüğü
vahim durumdur. Demek ki her alanda yorum yapmamalıyız.
Mısıroğlu'nun bazı kişilerle ilgili değerlendirmeleri insaf
ve izandan mahrumdur
Kadir Mısıroğlu'nun üstad Necip
Fazıl'la ilgili pervasızca değerlendirmeleri ve bu değerlendirmelerin kitap
hâlinde sunulduğu "Üstad Necip Fazıl'a Dair" adlı eseri bir Müslüman
aydına yakışmayacak sözlerle doludur.
Bu, hatıra kisvesine bürünmüş bir çeşit gıybet kitabıdır. "Necip
Fazıl yıkmaya memurdu, yapmaya değil." demesi bile toptancı bir bakış
açısının tezahürüdür. Aynı davanın ve
aynı yolun yolcularına bu üslûp yakışmamıştır.
Kadir Mısıroğlu, Kudüs fatihi
Selâhaddin Eyyûbî konusunda da kantarın topuzunu kaçırmıştır. Mısıroğlu,
hocası Nurettin Zengi’nin dul ve yaşlı hanımı ile siyasî bir evlilik
yapmış olması sebebiyle Selâhaddin Eyyûbî'ye ağır sözler söylemekten
çekinmemiştir.
Merhum Kadir Mısıroğlu, Atatürk'le
ilgili yorumlarında ve değerlendirmelerinde de heyecanına mağlup olarak bir
aydına yaraşmayacak derecede ölçüyü kaçırmıştır. Demek ki hissiyatı bilginin
önüne geçirince bu gibi vahim hatalara düşmek kaçınılmaz oluyor.
Kadir Mısıroğlu, özellikle ömrünün
ihtiyarlık döneminde her konuda konuşmayı ve beyanda bulunmayı kendisine vazife
addetmiş, bu yönüyle menfi bir duruş sergilemiştir. Oysa bir insan her konuda
konuşmaya mecbur ve yetkili değildir. Mısıroğlu'nun konuşmalarına baktığımızda
onun "Söz gümüşse sükût altındır" atasözümüzü duymadığına kanaat
getirilir.
Günahlarıyla ve sevaplarıyla Türkiye'den bir Kadir Mısıroğlu
geçti
"Ben hakikatin tellâlı olmaya
çalıştım" diyen Kadir Mısıroğlu "Her zaman doğruyu söyleyiniz; ama
her doğruyu her yerde söylemeyiniz" sözünden uzak bir hatipti. Bu aşırı
özgüven ve belki hesapsızlık bir ömür boyu başının belâya girmesine neden
olmuştur. Keşke konuşurken konuştuğu zamana ve mekâna biraz daha dikkat edebilseydi.
Keşke başkalarını üzmemek ve rencide etmemek için konuşurken
empati(duygudaşlık) kültüründen yola çıkabilseydi. Keşke konuşurken meydan
okumayı değil, ikna edici ve uzlaşmacı bir tutumu esas alsaydı. Keşke
konuşurken sert ve kırıcı üslûbunu biraz daha yumuşatabilseydi.
Görüşleri ister kabul edilsin,
isterse reddedilsin, günahlarıyla ve sevaplarıyla, öyle veya böyle Türkiye'den
bir Kadir Mısıroğlu geldi geçti. Yaşadığı süre içerisinde, devlet erkânı da
dahil olmak üzere, geniş kitleleri tesiri altında bıraktı. Milletin, adeta bir
tabu hâline getirilmeye çalışılan tarihe bakış açısını ciddi şekilde
değiştirdi. Resmî tarihi çürüttü.
Ömrünü okumakla ve yazmakla geçirmiş
bir aydını, sırf düşüncelerine katılmadığımız için "püsküllü, fesli"
gibi ifadelerle aşağılamaya çalışmak hoş değildir. Küçümsedikleri o fes Osmanlı'da, şapka gibi
zorla değil, gönüllü olarak uzun yıllar
kullanılmıştı. Kıyafetlere takılıp kalmak doğru değil. Öte yandan küfrü sabit
olmayan Mısıroğlu gibi bir kişiyi tekfir etmek de son derce sakıncalıdır; fakat
edildi. Mısıroğlu 05 Mayıs 2019'da 86 yaşında vefat etti. Üsküdar Nasuh Mehmet
Efendi Camii haziresine defnedildi. Allah taksiratını affetsin.