M. NİHAT MALKOÇ
Ateşle
barut arasında geçen çileli bir ömrün kahramanı: Hüseyin Nihal Atsız
Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının
gür sesli şair ve yazarlarından biri olan Hüseyin Nihal Atsız 12 Ocak 1905
tarihinde İstanbul'un Kadıköy ilçesinde dünyaya gelmiştir. Kendisi aslen
Gümüşhane kökenlidir. Babası Gümüşhane'ye bağlı Torul ilçesinin Midi Köyü'nün
Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nâil Bey'dir. Annesi
ise Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı
Fatma Zehra Hanım'dır. Nihal Atsız, iki
evlilik yapan bir babanın ilk evliliğinden olan çocuğudur. Kendisi; eğitimci,
yazar, düşünür ve fikir adamı Ahmet Nejdet Sançar'ın ağabeyidir. Kız kardeşi
ise Fatma Nezihe Çiftçioğlu'dur.
Hüseyin Nihal Atsız ilk öğrenimini
Kadıköy’deki Fransız ve Alman okullarında, Kasımpaşa’daki Cezayirli Gazi Hasan
Paşa ilk mektebinde ve Haydarpaşa’daki hususî Osmanlı İttihad Mektebi’nde
tamamlamıştır. Orta öğrenimini ise
Kadıköy ve İstanbul Sultânîsi’nde gerçekleştirmiştir. 1922’de imtihanla Askerî
Tıbbiye’ye girmiş, aldığı bir disiplin cezası yüzünden henüz 3. sınıftayken bu okuldan
atılmıştır. 1926’da Edebiyat Fakültesi’ne kaydolmuş,
fakat bundan bir hafta sonra askere alınmıştır. İstanbul'daki Taşkışla'da
vatanî vazifesini ifa ettikten sonra tekrar Edebiyat Fakültesine dönmüştür. Bu
arada, aynı zamanlarda devam ettiği Yüksek Muallim Mektebi’nden de 1930’da
mezun olmuştur. 1931'de büyük edebiyat tarihçisi Fuad Köprülü tarafından
Türkiyat Enstitüsü’ne asistan olarak alınmıştır. Hocası Zeki Velidi Togan'ın
Türk Dil Kurultayı’nda maruz kaldığı hücumlara tepki olarak çektiği telgraf
sebebiyle 1933'te asistanlıktan çıkarılmıştır.
Bir dava adamı olan Atsız, önce Malatya
Ortaokulu’nda Türkçe, daha sonra Edirne Lisesi’nde Edebiyat öğretmenliğine
tayin edilmiştir. Nihal Atsız dört yıl kadar da Deniz Gedikli Hazırlama
Okulu’nda Türkçe öğretmenliği vazifesini ifa etmiştir. Bu okuldaki
görevinden alınınca Özel Yüce Ülkü ve Boğaziçi liselerinde öğretmenlik yapmıştır.
H. Nihal Atsız, 1931 yılında felsefe
bölümünde okuyan Mehpare Hanım ile evlenmiş; fakat bu evlilik uzun sürmemiş,
1935’te ayrılmışlardır. 1936 yılında ikinci eşi
olan Bedriye Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Yağmur (1939) ve Buğra (1946)
adlı iki çocuğu olmuştur.
Ömrü boyunca emniyet birimlerince
göz hapsinde tutulan, yazdığı her satır didik didik tetkik edilen Hüseyin Nihal
Atsız'ın başı, yazdığı yazılar yüzünden defalarca derde girmiştir. Fakat o, bu
sıkıntıları manevî bir ödül olarak görmüş, davasından ve düşüncelerinden bir
milim bile sapma olmamıştır. Yazma eyleminin sekteye uğramaması, okurlarından
kopmaması için ömrü boyunca "Y. D., K. A., A. K., Kür Şad, T. Bayındırlı,
Selim Pusat, Sururi Ermete, Bozkurt, Atlı, M. Emin" gibi takma(müstear)
isimler kullanmıştır.
3
Mayıs 1944 Irkçılık-Turancılık Davası ve H. Nihal Atsız'ın dik duruşu
Hüseyin Nihal Atsız, kendisine
yöneltilen “lrkcılık-Turancılık” suçlamasıyla 9 Mayıs 1944 tarihinde
tutuklanmıştır. Yaklaşık bir yıl sonra bu suçlamadan beraat etmiştir. Başka
suçlamalarla muhatap olan ve hepsinden beraat eden Hüseyin Nihal Atsız’a 1949’a
kadar resmî bir görev verilmemiştir. 1949'da öğretmen kadrosu ile Süleymaniye
Kütüphanesine gönderilmiştir. 1950-1952 tarihleri arasında ise Haydarpaşa
Lisesi'nde çalışmıştır. Yaptığı bir konuşmadan dolayı öğretmen kadrosuyla
tekrar Süleymaniye Kitaplığına gönderilmiştir. 1969'da, en uzun süre kaldığı bu
görevinden emekli olmuştur.
3 Mayıs 1944 Irkçılık-Turancılık
Davası'nın asıl müsebbipleri zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Ulus
Başyazarı Falih Rıfkı Atay ve o zamanki Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ile
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür. Bu dava o günkü hükümetin Türkçüleri tasfiye
etme planının bir parçasıdır. Türk siyasetindeki 23 ismin Irkçılık-Turancılık
suçlamasıyla yargılandığı bu dava tam 65 celse sürmüştür. Yargılama neticesinde
Zeki Velidi Togan, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cemal
Oğuz Öcal, Alparslan Türkeş
ve Hüseyin Nihal Atsız gibi mühim simalar
çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Ceza alan isimlerin başında gelen Hüseyin
Nihal Atsız'ın o günkü mahkeme heyetine karşı yaptığı uzun ve bir o kadar da
cesurca savunma adeta dillere pelesenk olmuştur. Atsız, o günkü uyduruk
(mesnetsiz) gerekçelerle açılan davayı şöyle nitelendirir:
"Bu dava, savcının iddiaya
uğraştığı gibi yeni bir rejim ve yeni nizam kurmak davası değil Türkçülük
düşmanlarının yaygarasına aldanarak kuruntuya kapılanların hiç yoktan ortaya
attıkları bir “açık kapıları zorlama” davasıdır. Bu dava gizli cemiyet, şifre,
parola, telsiz, hükümet darbesi, vatan ihaneti gibi efsanelerle dünyayı
velveleye veren şahsî düşmanlarının, boş ve hayali iddialarını zorla ispat
etmek için masum insanlara, gerçek yurtseverlere savurdukları iftiraların
davasıdır."
Hüseyin Nihal Atsız kaybetmekten
korkmayan bir insandı. Böyle bir insanın göze alamayacağı hiçbir şey yoktur.
Onun gözünde bazı kayıplar kazanç hanesine yazılırdı. “lrkçılık-Turancılık”
suçlamasıyla yargılandığı dava da bu türden bir davaydı. O, suçsuzluğundan adı
gibi emin olduğu için mahkeme heyetine şu cesur savunmayı yapmıştır.
"Netice
olarak şunları söylüyorum: Türkçüyüm. Türkçülük milliyetçiliktir. Irkçılık ve
Turancılık da bunun şümulüne dâhildir. Memleket ya bu iki temel üzerinde
yükselecek veya yıkılacaktır. Irkçılık ve Turancılık anayasaya aykırı değildir.
Ceza Kânununda sarahatle suç olduğu yazılmayan bir hakaretten dolayı kimse
suçlandırılamaz. Devlet de icraatıyla açıkça ırkçı, Hatay’ı ilhak etmekle de
Turancıdır. Yalnız gönderilenlere malum mektuplara ve herkese meçhul
vasiyetnameme bakılarak hükümeti alenen tahkir ettiğim iddia olunamaz. Bunlar
polisin başka bir mesele için yaptığı arama dolayısıyla elde edilmiştir.
Hükümeti tahkir ettiğim hakkında bir şikâyet veya ihbar yapılmış değildir. Şu
dakikada böyle mektuplar yazmış veya vasiyetname hazırlamış kaç bin kişinin
bulunduğunu Tanrı bilir. Anayasaya göre istediğim gibi düşünmekte serbestim. Çünkü
eşit adaletin hüküm sürdüğü hür vatandaşlar diyarının vatandaşıyım. Ankara
nümayişini hazırlamadım. Bu nümayiş, mebusların teşvik ve Sabahattin Ali’nin
tahrik ettiği milliyetçi gençliğin kalbinden kopmuş maşerî ve millî bir
harekettir. Bunu hükümet aleyhinde bir hareket diye gösteren benim şahsî ve
barışmaz düşmanlarım olan Hasan Ali ile Falih Rıfkı olmuştur. Sözlerimi
bitirirken tarihî bir misal zikretmeden kendimi alamıyorum. Taşa tutularak
öldürülecek bir maznun hakkında İsa peygambere fikrini sordukları zaman ilk
önce hiçbir söz söylememiş, ısrar olununca “İçinizde hiç günahsız olan kim ise
ilk taşı o atsın” diye cevap vermiş. Siz de eğer bir parça olsun benim gibi
düşünmüyorsanız, iyi veya kötü daima doğruyu söylediğime kani değilseniz,
istediğiniz şekilde karar verin. Siz hâkimler de insan olduğunuz için belki
insanlık icabı zühullerde bulunabilirsiniz. Fakat yanılmaz hâkim olan zaman,
yani tarih, hepimiz hakkında en âdil kararı verecek, Irkçı ve Turancı olduğum
için mahkûm olursam bu mahkûmluk hayatımın en büyük şerefini teşkil
edecektir."
Mücadeleyle
geçen bir ömrün semeresi: Şiirler, romanlar, makaleler...
Yazdığını yaşayan, yaşadığını yazan
doğru(cu) bir insan olan Hüseyin Nihal Atsız üretken bir kalemdi. Tarih ve
edebiyat sahasında eksik gördüklerini kalemiyle tekmil ederdi. Sanat ve hüner
göstermek için yazmazdı. Yazmadaki yegâne gayesi, başta gençler olmak üzere,
bütün insanlara yol göstermek, onların
yanlış yolda ve izde gitmelerini önlemekti. Bu amaçla şiir, hikâye, roman,
makale demeden hemen her türde kalem oynatmıştır.
Kalemini
davasına adayan Hüseyin
Nihal Atsız'dan günümüze Yolların Sonu-Şiirler (1946) isimli şiir
kitabı ile Dalkavuklar Gecesi (1941), Bozkurtların
Ölümü (1946), Bozkurtlar Diriliyor (1946) -bu iki eser,
1973’de Bozkurtlar adıyla tekrar yayımlanır-, Deli
Kurt (1958), Z Vitamini (1959) ve Ruh Adam (1974) isimli
altı romanı kaldı. Bu edebî eserlerinin yanında Divan-ı Türki-i
Basit (1930), Çanakkale 'ye Yürüyüş (1933), XVI. Asır
Şairlerinden Edirneli Nazmi'nin Eseri ve Bu Eserin Türk Dili ve Kültürü
Bakımından Ehemmiyeti (1934), Türk Tarihi Üzerinde Toplamalar (1935), XV.
Asır Tarihçisi Sükrüllah, Dokuz Boy Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, İstanbul (1939), Müneccimbaşı
Şeyh Ahmet Dede Efendi, Hayatı ve Eserleri (1940), 900’üncü Yıl
Dönümü (1040-1 940) (1940), İçimizdeki Şeytanlar (1940), En
Sinsi Tehlike (1943), Türk Edebiyatı Tarihi (1943), Hesap
Böyle Verilir (1943), Türk Ülküsü (1956), Tevârih-i Cedid-i
Mir 'ât-i Cihân (1961), Osmanlı Tarihine Ait Takvimler
I (1961), Türk Tarihinde Meseleler (1966), Birgili Mehmed
Efendi Bibliyografyası (1966), İstanbul Kütüphanelerine Göre Ebüssuud
Bibliyografyası (1967), Âli
Bibliyografyası (1968), Âşıkpaşaoğlu Tarihi (1970), Evliya
Çelebi Seyahatnamesinden Seçmeler I (1971), Evliya Çelebi
Seyahatnamesinden Seçmeler II (1972) ve Oruç Bey Tarihi (1973)
isimleriyle edebî, siyasî ve tarihî araştırmalar yaptı. Ayrıca başka çeşitli
dergilerde kaleme alınan birçok yazısı vardır.
Hüseyin Nihal Atsız'ın tarihçiliği ve
düşünce dünyası
Mâziye güçlü bağlarla bağlı olan merhum
Hüseyin Nihal Atsız'ın unutulmaması gereken yönlerinden biri de tarihçiliğidir.
O; tarihi, geçmiş zamanların hülasası olmasının yanında, milletlerin hafızası
olarak da görürdü. Atsız,
edebiyatçılığının yanında çok da iyi bir tarihçiydi. Türk (İnönü) Ansiklopedisi’ne 40 madde yazmıştı. İlki
1928 yılında, sonuncusu ise ölümünden bir yıl sonra (1976’da) yayınlanan
yüzlerce makalesi vardı.
Halk nezdinde daha çok romanlarıyla
ve şiirleriyle temayüz eden Nihal Atsız tarih alanında ciddi çalışmalara imza
atmış bir bilim insanıdır. “Türk tarihinin içinde yüzüyorum. Diyebilirim ki her
günüm 27 asrın içinde geçiyor” diyen Atsız'ın Osmanlı tarihçiliği alanındaki en önemli
çalışmalarından biri "Osmanlı Tarihine Ait Takvimler" adlı eseridir.
Her nefeste Türkçülük davasını
soluyan Atsız; gözü kara, yiğit bir kalem ve
kelâm erbabıdır . Davası için dünyayı ve içindekileri elinin tersiyle
itme azmini ve kararlılığını göstermiştir. İkbal ve makam için virgül gibi
eğilmemiş, bir ömür elif gibi dimdik durmuştur. O, öksüz Türklüğünü bin cihana
değişmeyen bir kararlılık ve şahsiyet abidesiydi.
Türkçü düşüncenin bayrak adamı olan
Hüseyin Nihal Atsız; tarih, edebiyat tarihi, tenkit, tetkik, biyografi,
bibliyografya ve siyasî tarih incelemeleriyle Türk kültürüne ve düşünce
hayatına hizmet etmiştir. “Ben bu yazıları bugün
için yazmıyorum, gelecek nesiller için yazıyorum.” demiştir. Bunun dışında
hiçbir maddi beklentisi, ikbal hesabı olmamıştır.
Hüseyin Nihal Atsız, şair ve yazarlığının yanında hem öğretmen hem
de düşünür (mütefekkir)dür. Çok yönlü bir aydın olan Atsız; tarihçi, dilci,
edebiyatçı ve fikir adamıdır.
Hırçın bir kalem olan Atsız, Türkçülük
konusunda tavizsizdi. O, Türkçülüğü bir yaşam biçimi olarak görüyordu. Bu
uğurda akademik kariyerini bile bitirmiş bir insandır o.
Nihal Atsız’ın sanatında en az yer
bulan edebî türlerden biri hikâyedir. "Hikâyeler" kitabında bu türe
ait örnekler mevcuttur. Kitabın ilk baskısı beş hikâyeden ibarettir.
Ziya Gökalp'ten sonraki en büyük
Türkçü kabul edilen Nihat Atsız bu kadim davanın sembol isimlerindendi. Atsız
bazı kesimlerin iddia ettiği gibi kafatasçı ve ırkçı bir düşünceye sahip
değildi. Ona göre “Bir Türk gibi düşünen ve kendini Türk hisseden
insanlar Türk'tür!” O,
dünyada ve Türkiye’de kan inceleyerek soy-sop saptaması yapılabileceğine inanan
insanlardan değildi. Irka dayalı Türkçülükten değil kültürel ve zihnî
Türkçülükten yanaydı.
Hüseyin
Nihal Atsız'ın şairliği
Çok yönlü bir edip olan Hüseyin
Nihal Atsız, şairlik yönü inkişaf etmiş bir kalem erbabıdır. Şiirlerini hece
ölçüsüyle yazmayı tercih etse de aruzla yazılmış şiirleri de vardır. Yani o,
aruz ölçüsüne de hakimdir. Şiirlerinde konularını daha çok milliyetçilikten ve
Türk tarihinden seçmiştir. Bu yüzden aşk konulu şiirleri, bu konulara nazaran
sayıca azdır. Şiirlerinde vatan
(toprak), mâzi (tarih), savaş, kahramanlık ve mitoloji gibi millî kültür
unsurlarına da geniş yer ayırmıştır. Şiirlerinde ağırlıklı olarak hangi
konuları ele aldıysa roman, hikâye gibi diğer edebî türlerde de aynı konuları
ele almıştır.
Merhum Nihal Atsız'ın eserlerinin ve
fikirlerinin merkezinde Türkçülük ülküsü yatar. Bunu şiirleri için de diğer türlerdeki
eserleri için de söyleyebiliriz. Onunla aynı düşüncede olan Ahmet Bican
Ercilasun'un da belirttiği gibi “Atsız, her şeyden önce bir ülkü adamıdır. Onun
birinci vasfı ülkücülüğüdür. Bütün faaliyet sahaları; tarihçiliği, edebiyat
araştırıcılığı, romancılığı gibi şairliği de bağlı bulunduğu ülkünün mihveri
etrafında döner.” Ona göre Türklük
ülküsü için yaşamak da ölmek de kutsaldır. O, bunu "Kömen" adlı şiirinde
şöyle dillendirir: "Ülkü uğrunda gönüller delidir/Kişiler ülkü için
ölmelidir/Tanrı’nın insana değmiş elidir/Şu ölüm adlı güzel şey... Saralım/Hiç
düşündün mü niçindir yaşamak?/Bir görev yapmak içindir yaşamak/Er kişiysen
görevin neyse, başar/Zevke, eğlenceye hayvan da koşar."
Atsız'ın dillerden düşmeyen
şiirlerinin başında şehit Tayyareci Erkânıharp Yüzbaşı Kâmi'nin büyük
hatırasına ithaf ettiği "Kahramanlık" şiiri gelmektedir. Bugüne kadar
yazılan epik şiirler arasında apayrı bir yere ve öneme sahip bu şiirde Atsız
göğsünü gere gere şöyle haykırmaktadır: "Kahramanlık ne yalnız bir
yükseliş demektir,/Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir./Ölmezliği
düşünmek boşuna bir emektir;/Kahramanlık: Saldırıp bir daha
dönmemektir//Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından/Koşar adım gitmeli onların
arkasından/Kahramanlık: İçerek acı ölüm tasından/İleriye atılmak ve sonra
dönmemektir//Yırtıcılar az yaşar… Uzun sürmek doğanlık…/Her ışığın ardında
gizlidir bir karanlık;/Adsız sansız olsa da, en büyük kahramanlık;/Göz
kırpmadan saldırıp bir daha dönmemektir//Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş
demektir,/Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir/Bunun için ölüme bir atılış
gerektir/Atıldıktan sonra da bir daha dönmemektir"
Adsız'dan Atsız'a ilginç bir soyadı hikâyesi
Hüseyin Nihal'in soyadı olan
Atsız'ın enteresan bir hikâyesi vardır. Aslında "Atsız" ifadesi onun
daha evvel yazılarında kullandığı müstear bir isimdi. CHP'nin soyadı kanununa
duyduğu tepkinin göstergesi olarak gerçek soyları olan "Çiftçioğlu'nu
soyadı olarak almamış, yazılarında müstear olarak kullandığı "Atsız"ı
tercih etmiştir. Gerçi zamanın tek parti iktidarı "oğlu" ifadelerinin
de soyadlarında kullanılamayacağını belirtmişti. Nihal Atsız bunun ilginç
öyküsünü şöyle anlatır: "Asıl soyadımız “Çiftçioğlu”dur. Kökümüz ise
Gümüşhane vilâyetinin Torul Kazasının Midi köyüdür. Şimdi 8 evli bir köy olan
Midi’de artık Çiftçioğlu hanedanından kimse kalmamıştır. Bu “Çiftçioğlu” soyadı
tabii ki nüfus kâğıtlarımızda yazılı değildi. Çünkü eskiden soyadları yazılmaz,
dini ve mezhebi yazılırdı. Soyadı kanunu çıktığı zaman ben ve babam ayrı ayrı
yerlerde idik. Nejdet Sançar ise askerliğini yapıyordu. Soyadı kanununun metni
gündelik gazetelerde çıkmamıştı. Sözde özetleri yayınlanmış ve bunlar da bermutat
yanlış olmuştu. Mesela “oğlu” ile biten soyadları alınmayacak diye yazılmıştı.
Tarihî soyadları da alınmayacaktı. Ben yazılarıma eskiden beri “Atsız” imzasını
attığım için soyadı olarak bunu seçtim. Son günü müracaat etmiştim. Memur: –
“Atsız’ı soyadı olarak alamazsınız” diye kestirip attı.– “Neden?” – “Tarihî isimdir!”
Bilgin bir memura çatmıştık. Ne yapmalıydım? Ondan daha bilgin olduğumu ispat
etmeliydim. Ettim de:
–
“Tarihi olan, “d” ile yazılan Adsız’dır. Benimki “t” ile yazılıyor!” Benim bu
bilgiçliğim karşısında memur habtoldu ve “-Ha!… O zaman olur” diye cevap verdi." (Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi, Sayfa
140-143)
Hüseyin
Nihal Atsız'ın romancılığı
Türk edebiyatında roman deyince akla
gelen isimlerden biridir Hüseyin Nihal Atsız. İslâmiyet'ten önceki Türk tarihi
onun romanlarında ete kemiğe bürünür. Mâzinin sis bulutları arasında kaybolan
tarihî şahsiyetlerimiz onun etkili kaleminde vücut bulur. "Dalkavuklar
Gecesi (1941), Bozkurtların Ölümü (1946), Bozkurtlar Diriliyor (1949), Deli
Kurt (1958), Z Vitamini (1959), Ruh Adam (1972) onun bu türdeki önemli
eserleridir.
Hüseyin Nihal Atsız deyince akla
gelen romanların başında 1946 yılında tamamladığı "Bozkurtların
Ölümü" ve 1949 senesinde okurla buluşturduğu "Bozkurtlar Diriliyor" gelmektedir.
Ateş çocuk dergisinin 7 Ocak 1937’de çıkan 7. sayısından, 29 ve 30.
sayılar haricinde, 40. sayısına kadar tefrika edilmiştir. Söz konusu kitaptaki
olaylar MS 7. yüzyılda geçmektedir. Daha sonra birbirinin devamı olan bu iki
eser Ötüken Neşriyat tarafından birleştirilerek "Bozkurtlar" adıyla
tek kitap halinde yayımlanmıştır. Eser yayınevi tarafından şöyle
tanıtılmaktadır: "Birinci Gök Türk Kağanlığı’nın çöküşü ve Kür Şad
önderliğindeki 40 Türk bahadırının canları pahasına esarete başkaldırarak
bağımsızlık ateşini yakmalarının, onların unutulmaz ihtilâl girişiminden elli
yıl sonra, Kutluk Şad liderliğindeki Türklerin İkinci Gök Türk Kağanlığı’nın
kurt başlı sancağını yeniden yükseltmelerinin temiz ve ince işlenmiş destansı
bir dille anlatıldığı bu büyük Türk romanı, yazarı hayattayken klasikleşmiş ve
pek çok nesli millî gurur ve şuur yoluna sevk ederek ölümsüzleşmiştir.
Bozkurtlar, okuyucularını asırlar öncesine, ata yurtlarını yoğuran eski tasa ve
kıvançların, zafer ve yenilgilerin; bozkırda şekillenen eski Türk yaşayış ve
töresinin, ahlâk ve erdemlerinin yüceltildiği ülküleştirilmiş bir kahramanlık
diyarına taşır. Bu iklimin havasını soluyacak Türk çocukları, karşılarında,
atalarının göz alıcı bir aydınlıkta parıldayan faziletli hayat sahnelerini
bulacaklardır."
Hüseyin
Nihal Atsız'ın dergiciliği
Hüseyin Nihal
Atsız, hayatının yegâne gayesi olarak gördüğü Türkçülük davasını ve hayatının
tam merkezinde duran Türkçülüğe dair düşüncelerini geniş kitlelerle paylaşmak
için birçok dergi çıkarmıştır. Bunlar arasında "Orhun, Kopuz, Çınaraltı,
Bozkurt, Özleyiş, Kürşad, Altınışık, Orkun, Büyük Türkeli, Özlem, Atsız Mecmua,
Ötüken" sayılabilir.
Mahmut Kemal İnal’ın “atlıyı atından
indirecek kişi” olarak tanımladığı Hüseyin Nihal Atsız, 15 Mayıs 1931’de,
ilk dergisi olan Atsız Mecmua’yı neşretmeye başlamıştır. Başta komünizm
karşıtlığı ve Turancılık olmak üzere; edebiyat, tarih, milliyetçilik gibi
konularda yoğunlaşan bu dergi ancak 17 sayı çıkabilmiştir. Dergide Mehmed Fuat
Köprülü, Zeki Velidi Togan ve Nihad Sâmi
Banarlı gibi üst düzey isimler de yazılar yayımlamıştır.
Türkçülüğü bir yaşam tarzı olarak
gören ve bu uğurda koca bir ömür harcayan Nihal Atsız, Edirne’de edebiyat
öğretmenliği yaparken “Atsız Mecmua” adlı kapatılan derginin devamı niteliğinde
5 Kasım 1933 tarihinde “Orhun” adlı dergiyi çıkarmaya başlamıştır. Atsız
büyük zorluklara rağmen çıkardığı bu dergilerde Türkçülük ülküsünü
güçlendirmeyi ve yaygınlaştırmayı gaye edinmiştir. Dil, edebiyat, tarih,
halkbilim, yazım konularındaki yazılar ve şiirler de bu dergilerde yer
alıyordu. Orhun dergisi henüz 9. sayısında, resmî tarih tezini eleştiren bir
yazı sebebiyle kapatılmıştır. Ardından Nihal Atsız bakanlık emrine alınmıştır.
Hüseyin
Nihal Atsız'ın, oğlu Yağmur'a vasiyeti
Memleketin istikbâlini
kendi ikbalinden önde gören Hüseyin Nihal Atsız, gelecekte
yetki sahibi olacak, ülkeyi yönetecek ve yönlendirecek gençlerin Türklük
şuuruyla yetişmelerini çok arzuluyordu. Onların, geçmişlerinden güç alarak
geleceği şekillendirmelerini murat ediyordu. Onun içindir ki yarının büyükleri
olacak gençlere tarih şuuru verilmesini elzem buluyor, bir öncü olarak bu
uğurda çalışmalar yapıyordu. Gelecekte gençlerin önüne çıkacak engellerden ve
düşmanlardan ısrarla bahsediyordu. Bu manada oğlu Yağmur'un şahsında Türk
gençliğine şu hayatî uyarılarda bulunuyor, bunu vasiyet sayıyordu:
"Yağmur
Oğlum! Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum.
Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.
Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin
gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihî
düşmanlarımızdır. Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar,
Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni
düşmanlarımızdır. Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarınki
düşmanlarımızdır. Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar,
Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki
düşmanlarımızdır. Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı. Tanrı
yardımcın olsun!"
Büyük Türkçü ve Türkiye sevdalısı Hüseyin Nihal Atsız, 11 Aralık 1975 tarihinde İstanbul'da, bir akşam vaktinde Bostancı'daki evinde kalp rahatsızlığından vefat etmiştir. 13 Aralık 1975 Cumartesi günü Kurban Bayramı’nın ilk gününde İstanbul'da Karacaahmet Mezarlığı'nda ebedî istirahatgâhına defnedilmiştir. Türk milliyetçiliğinin öncü yazarlarından biri olan H. Nihal Atsız,70 yıllık ömrüne çok şey sığdırmıştır. Allah rahmet eylesin.