DALKAVUKLAR VE SOYTARILAR
Kralların soytarıları, padişahların dalkavukları olur:
Önce soytarılık nedir, ne iş yapar, sorusuna cevap arayalım: Krallık dönemlerinde her kral sarayında mutlaka soytarı bulundururdu. Soytarılar, söylediği nükteli sözlerle, esprileriyle krala ve avenesine neşeli vakitler geçirtirdi. Soytarılar, öyle zaman olurdu ki, kralın aldığı kararları, söylediği sözleri uluorta kralın yüzüne hiç çekinmeden söylerdi. Deyim yerindeyse “taşı gediğine” koyardı. Kral, soytarısının bu iğneleyici sözlerine kızmaz, bilakis bahşiş vererek ödüllendirirdi. Bu nedenle soytarılar, daha fazla bahşiş alabilmek için yeteneğini bir hayli zorlar, gün görmemiş sözler icat eder, kralın yüzüne karşı söyleyebilirdi. Yani soytarı-lar sarayın neşesi, mutluluk kaynağıydı diyebiliriz.
Ya dalkavukluk nedir, ne iş yapardı? Kısaca değinelim:
Dalkavuklar, efendilerinin yani padişah hazretlerinin söylediği her sözü peşinen onaylayan; “haklısınız efendin. Doğrudur efendim. Siz daha iyisini bilirsiniz efendim. Ne de güzel buyurdunuz efendim.” diyerek, efendisinin nefsini okşayıp şişirirdi. Tabi bu pohpohlanmak efendinin pek hoşuna gider ve dalkavuğunu ödüllendirirdi.
İnsanın aklına takılıyor ister istemez. Bu dalkavukluk
nasıl ortaya çıkmış acaba? Bunu da şöyle bir araştırdım, bakın şöyle bir sonuç
çıktı ortaya: Dal, sallanan anlamına geliyor. Kavuk ise ağaç kabuğu. Bu ağaç
kabuğunu sallayana dalkavuk denilirmiş! Osmanlı döneminde, bu zatlara dalkavuk
denilmesinin ardında giyinme biçimi yatıyor. Nasıl mı? Osmanlı’da kavuk, her
zaman çevresine bir şey sarılarak giyilen baş kapatmadır. Dalkavukların ise etrafına
serpuş serilmeden kavuğu çıplak takmaları emrolunmuş. Yani, kıyafetlerinde
büyük bir arma bulunurmuş.
Osmanlı döneminde dalkavukluk seçkin meslekler arasına girince başlarına
bir yönetici seçerek dalkavukluk mesleğini tüzüğe bağlamışlar. Bu süreçte dalkavukluk mesleği
ağır işçilik grubu-na alınmış. 1 Sultan Mahmut döneminde dalkavuklar içinde
bulundukları zorlu şartları padişaha sunmuşlar; “Devletli, inayetli,
merhametli efendimiz! Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. Her sene
Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul’da davetli, da vetsiz iftar yemeğine
gideriz. Ulemanın, ricalin ve devlet büyük-lerinin sofralarında çeşitli nefis
yemekler, türlü türlü reçeller, aşureler, tavukgöğüsleri, helvalar, kaymaklı
baklavalar yer içeriz. Lakin içimizde bazı edepsizler bulunup, edebe uymayan
tavırlarıyla velinimetimiz efendimizi gücendirmekte, zarar hepimize
dokunmaktadır. Dalkavukluk bir nizama bağlanmasa, cümle-mizin açlıktan öleceği
aşikârdır…”
Burada ilginç bir durum var bana göre: Soytarılar, hiç çekinmeden
krallarının yüzüne hataları söyleyebilirken, esprileriyle insanları
kırıp-geçirirken, neden dalkavuklar padişahları sürekli pohpohlamak zorunda
kalıyor? Öyle değil mi? Bunun sebebi olsa olsa, padişah hazretlerinin yergiden
çok övülmeyi istiyor olmalarıdır. Sürekli şişinmek, hiç fena bir durum olmasa
gerek!
Oysa bu topraklarda doğan binlerce yıllık komedi geleneğinde, hele hele Antik Yunan Komedyalarında ‘uyarı’ seyirciyi güldürerek yapılır. Taşlama olgusunun deyim yerindeyse taş gibi oturduğu Aristophanes’te yönetimdeki yolsuzluklar, yargıdaki adaletsizlikler, insanoğlunun içinde gizlemek için çaba gösterdiği ‘hayvanlık’, savaş ve öldürme tutkusu, sanat ve felsefe dünyasında anlaşılamayan ‘ağız kalabalığı’ yerilir, bunun karşısında insancıl değerler, anlayış, hoşgörü, barışa olan bağlılık yüceltilmeye çalışılır.
Oysa bu topraklarda doğan, binlerce yıllık komedi geleneğinde, hele hele
Antik Yunan Komedyalarında ‘uyarı’ seyirciyi güldürerek yapılır. Taşlama
olgusunun deyim yerindeyse taş gibi oturduğu Aristophanes’te yönetimdeki
yolsuzluklar, yargıdaki adaletsizlikler, insanoğlunun içinde gizlemek için çaba
gösterdiği ‘hayvanlık’, savaş ve öldürme tutkusu, sanat ve felsefe dünyasında
anlaşılamayan ‘ağız kalabalığı’ yerilir, bunun karşısında insancıl değerler, anlayış,
hoşgörü, barışa olan bağlılık yüceltilmeye çalışılır.
Anadolu topraklarında yani bizim gibi ülkelerde zaman zaman baskıcı dönem,
insanları kamçılar. Bu durum, hem komedi sa-natını hem de mizahı geliştirir.
Anadolu’nun bağrından fışkıran çok sayıda mizah, komedi, satir, yergi ve
eleştiri yapabilen sa-natçılar gelip, geçmiştir. Bu seçkin kişilerden bazıları
şunlardır. Namık Kemal, Can Yücel, Aziz Nesin, hatta Geleneksel Türk
Tiyatrosu’nda ortaoyununda Hacivat ile Karagöz’dür. Hacivat ile Karagöz, Meddahta
siyasal veya başka alanlarda bir iktidarın yergisi, kültürel bir değer ve
gerçek olarak kabul edilmiştir.
Padişahları allayıp-pullamak öyle ‘beleş’ olmazdı öyle değil mi? Bakınız,
Reşat Ekrem Koçu’nun “Hayat Tarihi Mecmuasında ücretlendirme nasıl sınıflandırılmış:
“Dalkavuğun burnuna fiske vurmak 20 para, suratına tokat atma 30 para,
merdivenden yuvarlanma 180 para vs.
Zaman ilerledikçe, insanların sosyo-kültürel psikolojik gelişimi
de değişime uğruyor. Dün meslek olarak görülen soytarılık ve dalkavukluk gibi meslekler de doğal süreç içerisinde değişime uğruyor. O dönemin teşkilatlı bir mesleği haline gelen dalka-vukluk, şimdilerde adı ile yaşıyor. Yazının bütünlüğü içerisinde konuyu değerlendirecek olursak eğer; siyasi olduğu hemen göze çarpar. O dönemlerin mesleği siyasete yaslanmış ise bu dönemlerde de adı dalkavuk-soytarı olmamakla birlikte yaptıkları ile soytarıları ve dalkavukları çatlatacak bir hale dönüştü. Yakın tarihimizde de saraylarda ve köşklerde devleti yöneten şahıslar, soytarılığa ve dalkavukluğa meyilli ve idarecilerin de, ideolojilerine uyum sağlayabilecek şahısları etrafında toplamaktadır. Adı, kimi zaman yazar, kimi zaman akademisyen, kimi zaman din a-damı ya da iş adamlığından meclise girmiş televizyon ve gazete sahibi zat-ı muhteremler saraylarda ve köşklerde tüm güçleriyle hükümet politikalarına destek vererek halkı efsunlama işlevi görüyorlar. Bunca desteği yeterli görmeyen muktedirler, yüzlerce kişiyi ‘trollik’ mesleğine alarak ücret karşılığında hükümet politikalarını övmekle görevlendiriyor. Sadece destek olsa iyi! Bu insanların muhaliflere insan olanın ağzına yakışmayacak küfürlerle, hakaretlerle, tehditlerle ve montaj sanatını da gayet iyi icra ederek saldırıyorlar. İş adamlarına kıyak ihalelerin yanında, ba-zı seçkin beylere/bürokratlara üç-beş kurumdan görev icad ediliyor ve aldıkları maaşlar yetmezmiş gibi ayrıca ‘huzur’ hakkı adı altında maaş bağlanıyor. Adamlar aç! Yazık! Gecesini gündüzüne katarak devletimizin alî menfaatleri uğruna çok büyük fedakârlık yapıyorlar! Bunca maaş onlara yeter mi hiç! Az bile!
Bu insanların televizyonlarda yaptığı açıklamalara baktığımız-da; yalanı da, talanı da, haksızlığı da, adaletteki adaletsizliği de, iç ve dış politikadaki asrın çöküşünü de, Ege’deki adalarımızın da Yunanistan tarafından işgaline alkış tutuyor, farklı söylemlerle tüm gerçekleri perdelemeye çalışıyorlar. Bu üstün hizmetlerin karşılığında elbette ‘bahşiş’ alacak değiller. ‘Huzur hakkı’ ilaveli çoklu görevlerden maaş alıyorlar! Çıkarları uğruna ülkenin yıkımına ‘şakşakçılık’ yaptıkları için günümüzde bu kişiliksiz ve kimliksiz kişilere ne dalkavuk diyebiliriz, ne de soytarı. Bu iki ke-lime birbirinden farklı işlevi olan kavramlardır.
Konumu dalkavuklar için söylenmiş özlü bir söz ve fıkra ile ta-mamlıyorum:
Kemal Tahir diyor ki; “Dalkavuk, efendisini boyun bükerek aldatır.”
Padişah ve patlıcam:
Padişahın canı patlıcan yemek istemiş, hemen pişirmişler, afiyetle yemiş
ve demiş ki:
- Şu patlıcan ne güzel sebzedir.
Dalkavuk onaylamış:
- Ağzınızın tadını biliyorsunuz efendim. Patlıcan öyle lezizdir ki; 40
çeşit yemeği olur, tatlısı olur, turşusu olur... İnsan yemeğe doyamaz,
parmaklarını yer.
Padişah ertesi gün tersinden kalkmış. Bir gün önce çok beğendi diye, yine
patlıcan yemeği pişirip, sofrasına getirmişler. Padişah kükremiş bu sefer:
- Bu ne yahu? Her gün patlıcan, her gün patlıcan, bari bi şeye benzese!
Dalkavuk atılmış hemen:
- Haklısınız efendimiz, ne yemeği yemek, ne tadı tat, zaten kara kuru bi
şey!
Padişah çok kızmış ve dalkavuğa bağırmış:
- Daha dün, patlıcanı yere göğe sığdıramayan sen değil miydin? Benimle alay
mı ediyorsun?
Zavallı dalkavuk boynunu bükmüş ve demiş ki:
- Aman padişahım, yanlış anlamayın! Ben sizin patlıcanınız değilim, ama
dalkavuğunuzum!