Adı Anna Jarvis'ti.
1864'te doğmuştu.
13 çocuklu bir ailenin 10'ncu evladıydı.
Annesi Ann Maria bir öğretmendi, savaş karşıtı bir aktivist.
Amerikan iç savaşında ölen askerlerin anneleri için toplantılar düzenliyor, onları örgütlüyordu.
Anna annesini hayranlıkla izliyordu.
Ama ona yeterli desteği veremiyordu.
Hatta bazen ileri gidiyor diye onunla ters düşüyordu.
Yıllar su gibi aktı.
41 yaşında annesini kaybetti.
1905 yılının mayıs ayının ikinci pazarında.
Yıkıldı.
Acısını yüreğine gömüp, annesini anmak için bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi.
Bir yıl sonra mayıs ayının ikinci pazarında annesinin 20 yıl öğretmenlik yaptığı kiliseye 500'e yakın anne ve çocuğu davet etti. Toplantının adı "Anneler Günü"ydü.
Katılanlara annesinin en sevdiği çiçeği, beyaz karanfiller dağıttı.
Ardından senatörlere, etkili isimlere bugünün "Anneler Günü" olarak ilan edilmesi için mektup yazdı.
Kamuoyu oluşturdu.
Amerika Temsilciler Meclisi bu tarz özel günlerin arkasının kesilmeyeceğini ileri sürerek öneriyi redetti.
Anna vazgeçmedi.
Gazetelere mektuplar yolladı, yüzlerce anne ile gösteriler yaptı. Tarih 10 Mayıs 1914'tü.
ABD Başkanı Woodrow Wilson'ın isteğiyle kongre o günü resmi olarak "Anneler Günü" ilan etti.
Anna Jarvis amacına ulaşmıştı.
Annesinin mezarına gitti, ilk kez ağlamadı.
Mezara beyaz karanfiller bıraktı.
İşte bundan sonra kapitalizm devreye girdi.
Her geçen yıl "Anneler Günü" biraz daha amacından uzaklaşmaya başladı.
İş ticarete dönmüştü.
Şirketler hediye satmak için birbiriyle yarışıyordu.
Gazeteler "Annenize hediye almayı unutmayın" diye yazıyordu..
O günlerde milyon dolarlık bir piyasa oluşuyordu.
Tüm Amerika'da alışveriş çılgınlığı yaşanıyordu.
Çiçek, tebrik kartı ve hediye satışlarında patlama olmuştu.
Amerikan toplumu annelerine hediye alan iyi çocuklar ve almayan kötüler olarak ikiye ayrıldı.
Yaratılan algı buydu.
1920’lere gelindiğinde “Anneler Günü” Anna Jarvis'in düşündüğün artık çok dışına çıkmıştı.
Çünkü onun istediği o gün herkesin annesine bir mektup yazıp onu ne kadar sevdiğini içtenlikle anlatmasıydı.
Bu kez kendi önerdiği "Anneler Günü"nün iptal edilmesi için mücadele etmeye başladı.
Kız kardeşiyle beraber kendi yarattığı bu güne savaş açtı.
Yine senatörlere mektuplar yazdı.
Gazetelere gitti, röportajlar yaptı.
Bu günü alışveriş için fırsat olarak kullanan mağazalara davalar açtı.
Tüm servetini protestolara harcadı.
Ailesinden kalan evi bile sattı.
Ama nafile.
Para duyguları esir almıştı bile.
Anna gösterilerde zaman zaman huzuru bozmaktan tutuklandı.
Kendisini anarşist diyen medyaya da savaş açtı.
Gazetecilerle ters düştü.
Sonunda kapitalizme yenildi.
Kendi icat ettiği "Anneler Günü"nün kurbanı oldu.
Pes etti.
Dünyadan elini ayağını çekti.
Ömrünün son yıllarını dostlarının verdiği destekle senatoryumda geçirdi.
1948 yılında mutsuz, kırgın, yoksul ve yalnız öldü.
Bugün Batı Virginia’da yaşadığı ev bir müze gibi.
Hafta sonları ortalama 2 bin kişi tarafından ziyaret ediliyor.