M.
NİHAT MALKOÇ
Bazı yazarlarla yüz yüze
görüşmüşlüğümüz olmasa da kitaplarından dolayı dost veya düşman belleriz
onları… Duygu ve düşüncelerimize hitap ediyorlarsa, bizi anlatıyorlarsa,
hissiyatımıza tercüman oluyorlarsa en iyi dostlarımız arasına girerler. Şayet
benimsediğimiz değerlerin aleyhinde kalem oynatmışlarsa onlara karşı soğuk
dururuz, hatta düşman kesiliriz. Benim de dost bellediğim, sevdiğim yazar
dostlarım vardır. Fakat fikrini benimsemediğim kalem sahipleri de yok değil.
Lakin yazdıklarına katılmasam da düşmanlık da duymam kendilerine. Zira herkes
inandığını terennüm eder. Herkes hesabını yalnızca Allah’a verir.
Sevdiğim, saydığım, keyifle
okuduğum, dost bildiğim, yazdıklarından zevk aldığım, özü sözü doğru adamlardan
biriydi Nusret Özcan. Özcan, 22 Haziran 2007 itibariyle aramızdan ayrıldı. 49
yaşında saçı sakalı ağaran bu Hak ve hakikat dostu, gazeteciliği ve yazarlığı
meslek olarak seçmişti. 25 yıldan beri bu sevdiği işle uğraşıyor, rızkını bu
meslekten temin ediyordu. Uzun zamandan beri Yeni Şafak gazetesinde editörlük
yapıyordu. 1958 yılında Eyüp'te doğan Özcan, iki kere kalp krizi atlatmış,
sağlık sorunlarına rağmen gazetedeki görevine geri dönmüştü. Çünkü üç erkek
evlat ve bir eş ondan ekmek bekliyordu. Öyle olmasa da o, yaptığı işi aşk
derecesinde seviyordu. Boş kalmak, başkalarına el açmak ona göre işler değildi.
Onurluydu, gururluydu, gayretliydi, fakat tamahkâr değildi.
Üstat Necip Fazıl’ı çok severdi
rahmetli Nusret Özcan… Onun fikirleri üzerine bina etmişti karakterini…
Çile’den süzülen nurlarla hayatına ışık ve renk katmıştı. O, Eyüp Sultan’da
doğup büyüyen ve o manevi atmosferde ruhunu şekillendiren mütedeyyin bir
insandı. Necip Fazıl’ın Eyüp Sultan’daki kabri ona ayrı bir heyecan verirdi.
Necip Fazıl’ın maneviyatıyla iç içe sayardı kendini… 22 Haziran 2007 Cuma
gününde son nefesini veren 49 yaşındaki bu yirmi birinci yüzyıl alpereni, çok
sevdiği ve fikirlerinden beslendiği Necip Fazıl’la aynı kabristanda ebedi
uykusuna dalmıştı. Belki Cennette komşu olacaklar, kim bilir?
Nusret Özcan; Marmara Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı mezunuydu. Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Sanat Görüntüleri ve İlahiyat Bölümü eğitimi de almıştı. Çeşitli
gazetelerde köşe yazarlığı, idarecilik ve editörlük görevlerinde bulunmuştu.
Edebi çalışmalarını İzlenim, Kayıtlar, Kafdağı gibi dergilerde okuyucularla
buluşturmuştu. Bizim Mahalle, Sokak Sesleri, Leyla ve Mecnun, Beşir Ayvazoğlu
Kitabı, Kar Kelebekleri ve Kemal Aykut’la birlikte hazırladıkları Mustafa Kutlu
Kitabı adında altı tane eseri bulunuyordu. Onun Beşir Ayvazoğlu ve Mustafa
Kutlu için hususi kitaplar hazırlanmasına öncülük etmesi yazar dayanışmasına ve
dostluğuna iyi bir örnektir; bu ayrıca bir vefa tablosudur.
Nusret Özcan tıpkı Yahya Kemal gibi
bir İstanbul sevdalısıydı. Doğduğu ve doyduğu İstanbul’dan çıkmayı, başka
şehirlerde yaşamayı hiç düşünmedi. İçindeki İstanbul aşkı hiç sönmedi,
küllenmedi. “Ben İstanbul’la zehirliyim, mecbur kalmadıkça sur dışına bile
çıkmıyorum.” diyecek kadar İstanbul’a bağlıydı. Ölümünde de bu şehirden
ayrılmadı. O şimdi Eyüp Sultan Kabristanı’nda İstanbul düşleri görmeye devam
ediyor. Yerin Cennet olsun dost insan… Onun İstanbul’la ilgili şu ifadeleri,
sevgisinin ölçüsünü ortaya koyuyor sanırım:
“İstanbul, tarifi kolay kolay yapılamayacak bir şehir.
Efsunlu, hırçın, cazibeli, netameli, belalı, cezbedici... Bu sıfatları daha da
çoğaltabilirsiniz. Diğer şehirlerde olmayan birçok şey var onda... Hadis-i
Şerif’e mazhar oluşuna bağlıyorum ben bunu. Payitaht oluşuna... Osmanlı’nın en
büyük mührü oluşuna ve tabii konumuna... Boğazı, Haliç’i, tarihi ve arı oğulu
gibi sürekli hareketli oluşuna... İstanbul’un düzensiz oluşundan bahsedenler
bence haksızlık ediyor... Zira o keşmekeş ve karmaşa gibi görünen şey
hareketin, dinamizmin olduğunu gösteriyor. Ayrıca düzenlilik her zaman iyi bir
şey mi ki? Ramazan her sene aynı günlere gelmiyor, vakit namazları, hac aynı
zamanda eda edilmiyor. Düzenlilik, gerektiğinde iyidir. Siz tahini önce,
pekmezi sonra yerseniz tahinli pekmez yemiş olmazsınız. İkisinin bir arada
oluşturduğu lezzet, kıvamınca birbiriyle karışmasıyla ortaya çıkıyor.”