Tarihsel Süreç İçerisinde Rüşvet:
Hak
ve adaleti ortadan kaldıran bir suçtur rüşvet. Rüşvetin yaygınlaştığı
toplumlarda sosyal barıştan ve huzurdan hiçbir zaman bahsedilemez. Bu konumuzda
rüşveti tarihsel süreç içerisinde kısaca görmekte fayda vardır.
Rüşvet
Suçu: TCK 252 maddesinde de belirtildiği üzere kişinin görevinin ifasıyla
ilgili bir işi yapması veya yapmaması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla,
bir kamu görevlisine veya göstereceği bir başka kişiye menfaat sağlanmasıdır.
Tedavisi
en zor ve en eski toplumsal hastalıklardan olan rüşvet bütün ilâhî dinlerde
yasaklandığı gibi eski Hint, Mısır, İran, Sümer ve Yunan toplumlarında da bu
suçla mücadele edilerek özellikle adlî rüşvete ağır cezalar verilmiş, Roma
hukukunda rüşvet alan yargıca ölüm cezası öngörülmüş ve memurların basit
eşyalar dışında hediye kabul etmesi yasaklanmıştır.
Rüşvet
alan yargıç ve rüşvet veren kişi kiliseden ihraç edilir. Ayrıca böyle bir suça
karışan yargıç görevinden azledilir. Kilise görevlilerinin para karşılığı günah
çıkarma gibi ruhanî yetkilerini kötüye kullanarak menfaat temin etmeleri
kiliseden azledilmelerini, rüşveti verenin de kiliseden ihracını gerektiren bir
suçtur. Bizans İmparatoru I. Iustinianos (Jüstinyen) tespit edilen rüşvetin
kiliseye gelir olarak kaydedilmesi esasını koymuştur. Katolikler dışındaki
diğer Hristiyan mezheplerinde de rüşvet bir suç olarak kabul edilmiş ve
özellikle kilise görevlilerinin işlediği bu tür suçlar diğerlerine göre daha
ağır müeyyidelerle karşılanmıştır.
İslâm
dininde, rüşvet, dinin adalet, helal kazanç, kul hakkına ve emanete riayet
ilkelerine tamamen aykırı bir günahtır. Rüşvet yoluyla mal veya menfaat elde
etmek haram olup rüşvet alan kimse toplum adına kendisine emanet edilmiş olan
görevi kötüye kullandığı için aynı zamanda emanete ihanet etmiş sayılır.
Kur'ân-ı
Kerîm'de rüşvet lafız olarak geçmemekle birlikte, “Bile bile, günaha saparak
insanların mallarından bir kısmını yemek için onları mallarınızın bir parçasını
yetkililere aktarmayın” mealindeki ayette (el-Bakara 2/188) açık biçimde
yasaklanmıştır. Görüleceği üzere rüşvet alana-verene herhangi bir ceza söz
konusu değildir; ancak devlet yöneticileri, fakihlerin görüşlerine göre rüşvet
alanı-vereni cezalandırmıştır. Bu cezalar genellikle rüşvet alan devlet
görevlisi görevinden azledilir, rüşvetin şekline ve topluma verdiği zararlar
göz önünde bulundurularak sürgüne yollanırdı.
Roma
Hukuku’nda rüşvet ve cezaları:
Roma
hukukuna göre, ius Civile tarafından tanınmış olan dört tane haksız fiil
bulunmaktadır. Bunlar; hırsızlık (fur-tum), gasp (rapina), haksız olarak mala
verilen zararlar (dannum iniuria datum) ve kişiliğe verilen zararlar (iniuria)
ius Civile’nin tanıdığı bu haksız fiillerin özel hukuk karakterli olduklarını
açıkça söyleyebiliriz. Bu haksız fiillerden kaynaklanan davalar, Özel hukuk
davalarıyla aynı mahkemelerde, aynı prosedürler altında görülürlerdi. Burada
hedeflenen temel amaç, haksız oldukları mahkeme kararı ile kesinleşen kişileri,
zarara uğrattıklarının, zararlarını tazmin etmeye zorlamaktı. Ancak bu çeşit
haksız fiillerin davaları dahi çeşitli cezaî özellikler taşımaktaydı. İşlenen
suçun niteliği içinde bulunulan durum ve davalının savunmasına göre zararın
iki, hatta dört katına mahkûmiyet söz konusu olabilmekteydi. Ayrıca, haksız
fiilin birden fazla kişi tarafından işlendiği durumlarda, bunlardan her biri,
doğan zarardan dolayı ayrı ayrı sorumlu tutulurlardı. Haksız fiili
işleyenlerden birinin, zararı tazmin etmiş olması, diğerlerinin sorumluluğunu
azaltmaz ya da ortadan kaldırmazdı. Ancak haksız fiil işlemiş olan kimsenin mirasçıları-nı
bu haksız fiilden zarar görenin zararlarını tazmin etmekten ötürü sorumlu
tutmak mümkün değildi.
Selçuklu
İmparatorluğu’nda Rüşvet:
Selçuklular
ile ilgili tespit edebildiğimiz ilk rüşvet olayı, Tuğrul Bey döneminde
geçmektedir. Arslan Besâsirî’nin isyanı sırasında Mervanoğlu Nasr el-Devle
Ahmed Selçuklu itaatinden çıkıp, ona yardımda bulunmuştu. Bu nedenle ceza
olarak onun memleketlerinin yağmalanması istenmiş, Tuğrul Bey de bunu haklı
bulmuştu. Ancak Mervanoğlu, İstanbul’dan dönen Selçuklu elçisi Ebu’l-Fazl Nâsır
b. İsmail el-Alevî ve Bizans elçisini yolların tehlikeli olduğu bahanesiyle
yanında alıkoymuştu. Ebu’l-Fazl ise Selçuklu sultanına bir mektup yazarak
durumu bildirmişti. Tuğrul Bey elçisinin bu mektubuyla vassalı Mervanoğlu’na
karşı burukluk duymağa başladı. Buna mukabil Nasr el-Devle Ahmed sultanın eşine
(Altuncan Hâtûn) değerli armağanlarla bir hadim gönderip ondan," sultandan
kendisine bir zarar gelmemesi amacıyla yardım isteğinde bulundu”. Hâtûn onun
mesajını sultana arz edip Mervanoğlu için ricada bulundu. Tuğrul Bey ise, “Ben,
Mervanoğlu’nun beraberindeki hediyeleri almak amacıyla iki elçiyi hapsettiğini,
düşmanlarımıza yardımda bulunduğunu öğrendim. Onun bu hareketleri gerçekten
affedilmeyecek bir suçtur” dedi.
Nasr
el-Devle Ahmed’in Hâtun’a gönderdiği rüşvet bir işe yaramamıştı. Ancak
Mervanoğlu, göz-altında tutmakta olduğu iki elçiyi, yeni bir rüşvetle, beş yüz
ipek elbise, at ve sair armağanla sultana gönderdi. Hatta onun için Emir
Hezaresb de sultandan şefaat diledi. Ancak Tuğrul Bey onun gönderdiği
armağanları (yani rüşveti) kabul etmeyip geri yollayarak Mervanoğlu konusundaki
tutumunu ısrarla sürdürmüştü. Nihayet Nasr el-Devle yüz bin dinar rüşvet
karşılığında kendisini affettirmeğe muvaffak olmuştu (h.449/1057).
Tuğrul
Bey döneminde başka bir rüşvet olayı Hoy şehrinde görülmektedir. Hoy şehri Nal Baha
ile Selçuklulara teslim olduktan (Kasım 1062) üç gün sonra şehre giren Selçuklu
Veziri Amid el-Mülk Kündüri buranın reisliğini halkın ileri gelenlerinden Ebû
Sa’id b. Hamaveyh’e verdi. Ebû Sa’id ise aralarında düşmanlık bulunan şehrin
eski reisi Yusuf b. Mengin’i on bin altın rüşvet karşılığında Amîd el-Mülk’ten
teslim aldı. Bu örnekte görüldüğü üzere rüşvet sadece işlerin bir menfaat
karşılığında yapılmasıyla noktalanmayıp, insanların varlığını sona
erdirebilecek sonuçlara da sebep oluyordu. Bu dönemde de rüşvetin önü
alınamamış, rüşvet kaldığı yerden hem devlet kademe-sinde hem halk tabanında
devam etmiştir.
Osmanlı’da
ilk rüşvet:
Osmanlı
Devleti'nin daha ilk dönemlerinde rüşvetin olduğuna dair Neşri Tarihi'nde
bilgiler vardır. Orhan Bey zamanında askeri teşkilatın ilk adımı sayılan yaya
sınıfı kurulurken Bursa kadısı Çandarlı Kara Halil Paşa'nın rüşvet aldığı
söylenir.
Osmanlı
idaresi, rüşvet gibi yüz kızartıcı ve toplum huzurunu bozucu suçları
işleyenleri katledilmesine denk geldiği için sürgün ederdi. Bu dönemde hem
devlet kademesinde hem de halk tabanında rüşvet olayları yaygınlaşmış,
rüşvetçiler yakalanarak sürgün edilmiş ve İstanbul’a dönmeleri yasaklanmıştı. Dönenlerin
katledileceği de kendilerine bildirilmiştir. Sürgündeki amaç, suçluları ıslah
etmek ve toplumu bu rüşvetçilerden temizlemekti. Her ne kadar iyi niyetli olsa
da bu tedbirler rüşvetleri engelleyememiştir.
Günümüzde
rüşvet:
Türkiye
OECD Ülkeleri Arasında Yolsuzlukta Sondan Birinci Sırada
Türkiye’nin
Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, OECD üyesi ülkeler ve G20 üyeleri arasındaki
durumu da parlak değil. Endekse göre, Türkiye’nin AB üyesi ülkelerle
karşılaştırıldığında 27 ülkeden de düşük puan aldığı; Romanya, Macaristan ve
Bulgaristan’ın ardından son sırada bulunduğu görülüyor. Bunun yanı sıra
Türkiye, G20 ülkeleri arasında sondan üçüncü, 38 OECD ülkesi arasındaysa 37.
sırada bulunuyor.
Türkiye’nin
yolsuzluk, kara para aklama ve rüşvet ile anılması utanç vericidir. Bu durum,
ülkemizi gri listeye sokmuştur. Maliye Bakanı, Türkiye’yi gri listeden
çıkardığını gururla kamuoyuna duyururken, aynı derecelendirme kuruluşlarının
raporlarında rüşvet konusunda Türkiye’nin sonlarda yer aldığını göstermiştir.
Tüm bu kokuşmuşluğun temelinde siyaset kurumları yatmaktadır. Hatırlayalım;
“benim memurum işini bilir” diyen bir başbakanımız ve sonradan cumhurbaşkanımız
olmuştu. Bu zihniyetin temeline bakıldığında “bal tutan parmağını yalar”,
“devlet malı deniz, yemeyen domuz” anlayışının yattığını görürüz. Bu bakımdan,
rüşvet belası insanlık tarihiyle aynı yaştadır. Devletler, krallıklar,
imparatorluklar ve dinlerin tamamı kendilerince önleyici tedbirler almış
olsalar da rüşvetin kökünü kazıyamamıştır. Çünkü rüşvet illetine “hediye”
gömleği giydirilerek meşrulaştırılmıştır. Bu iğrenç durum halen ve alenen devam
etmektedir.