
Aşkın Yorgunluğu Nasıl Geçer Ve Sona Erer-1-
Gökyüzü, bugün koyu maviye boyanmıştı. Bulutlar,
birbirine sarılmış sevgililer gibi sıkıca kucaklaşıyordu. O gün, şehir
sessizliğe bürünmüştü bulutlar sanki yağmurla yağarken aşkı fısıldıyordu-Aşkla
sevin birbirinizi kurutmayın çöl etmeyin gönlünüzü dünyanızı der gibiydi-
sanki. Sokaklar, aşkın hafif esintisiyle dolup taşıyordu adeta.
Aşk, gönlün kütüphanenin köşesinde oturuyordu. Gözleri,
onu okuyarak sayfaları arasında gülümseyeni bekliyordu. Kitapların kokusu,
aşkın kokusu insanı huzura götürüyordu. Bir an için insanların şöyle
düşünmesini istedi: Okuyanlar için kitapta aşk da böyle mi güzel kokar? Demeleri
için bekliyordu…
O sırada kapıyı biz açalım ve içeriye girelim ve aşkın
beklediği biz olalım mı? Haydi, o beklediği biz olalım. Gözlerimiz
ışıltılı gözlerine takılsın. O an bizler sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi
bakışalım. Sessizce yanına yaklaşalım ve “Merhaba” diyelim gülümseyerek. İçimizde
uçuşan kelebekleri hissedelim. Aşkla konuşmakla, sanki yıllardır kayıp bir
parçamızı bulmuş gibi hissedelim ve bununla devam edelim, buyurun…
Aşk bir tatlı yorgunluktur hasret ilinde
Aşk anlatır âlemi güzelliği bakışının diliyle
Hasret gönlüne beni prangalarla kilitlemendir
Bin yıl mahkûm kalayım hep seninle gülüşüne
Bugün aşkın coşkusu insana verdiği güzel his ve duyguların
coşkusuyla, hatta aşkın insanı denemek için verdiği hasreti ve âşıkla maşukun
tatlı bitmeyen ama tatlı hoşluk veren coşkulu yorgunluğunu anlatmaya başlayalım
mı ne dersiniz?
Aşk, bu dünyanın en güzel his ve duygusu bir kimseye, bir
olguya, varlığa ya da bir şeye duyulan yoğun sevgi ve bağlılık duygusudur ki iki
ayrı cinsin birbirine karşı duyduğu bedensel ve ruhsal sevgi de aşk olarak
tanımlanır. Aşk, insanların hayatında derin bir etki bırakan, bazen acı
çektiren, bazen de mutluluk veren bir duygudur. Herkes için farklı anlamlar
taşıyan bu güçlü hissiyat, tasavvuf edebiyatında ilahi ve mecazi aşk olarak
ikiye ayrılır. Aşkın tanımı, büyük düşünürlerin bakış açısına göre değişebilir.
O bakışlar ki gönlü mest eder peşinden hasret iline sürükler tatlı hoşluğuyla
mutlu mesut eder.
Mest oldum bakışınla gülüşünle
Hele birde o tatlı hoş öpüşünle
Bırak hep seninle kalayım bir ömür
Hasret ili olsa da razıyım gözleri kömür
Tasavvuf dilinde aşk, Mevla’ya duyulan derin sevgi ve
bağlılık olarak ifade edilir. İçsel bir yolculukla gerçekleşen bu
aşk, insanın ego ve dünyevi isteklerinden arınarak yüce varlığa olan sevgiyle
bütünleşmesini simgeler. Mecazi aşk, fanilere gönül bağlanmak iken, hakiki aşk Allah’ı
sevmektir onunla olmaktır tüm insanlığı sevmektir. Yunus Emre ve Mevlâna gibi
tasavvuf büyükleri, "İlahî Aşk’ı kastederken bu derin sevgiyi ifade
ederler. Aşk, matematiksel veya kimyasal bir mesele değil, hâli ve vicdanî bir
bilinç halidir. Mevlâna’nın dediği gibi, âşık olmak manevi bir
sarhoşluktur; net ifadelerle anlatılamaz, ancak hâl ve vicdanla gönülle bilinir
ve anlatılır.
Gönül Dostu Mevlana Ne Güzel Söylemiş:
“Sevdiğini hiç gitmeyecekmiş gibi seversen, gittiğinde de hep
gelecekmiş gibi beklersin.”
“Birini
seviyorsanız, onu Allah’tan isteyin. Kalpler Allah’ın elindedir.”
"Âşıkların
gönüllerinin yanışıyla, gözyaşları olmasaydı dünya da su olmazdı. Ateş
de…"
Gönül Dostu Yunus Emrede Güzel Söylemiş:
“Kendimi bir
nokta olarak gördüğümde, bir bakmışım ki anlamlı bir cümlenin sonundayım.”
“Neyi çok bekler ve umursan, senden uzaklaşır. Hem ne
demiştik: ‘İstenileni almak değil razı olmaktır imtihan.’”
“Sevelim,
sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.”