Türk
toplumu olarak öteden beri ataerkil bir aile yapısı içinde yaşadık. Büyük aile
birliği, geçmiş dönemlerde güçlü olma anlayışından kaynaklanırdı. Sanayileşme
henüz gelişmemiş, Türk toplumu ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılıkla
geçiniyordu. Esnaflar ve zanaatkarlar da bulunduğu coğrafya sınırları içinde
faaliyetlerini sürdürüyordu. Kamuda görevli olanlarda istisnalar hariç
tutulursa yaşadığı il veya ilçelerde çalışıyordu. Bu hayat, bireyleri bir arada
tutan, sevinçte ve kederde birlik olmayı sağlıyordu. O cemiyet içinde
çaresizlerin yardımına aile bireyleri, akrabalar, eş ve dostlar gelirlerdi. Bu komünal/lokal
yaşam tarzı sayesinde insanlar birlikte yaşamanın hazzını yaşarlardı.
Bu
güzel dayanışma ruhu maalesef geçen süreç içinde erozyona uğradı: Aile içi
şiddet, akrabalar arası husumet ve iş bulma ümidiyle bireylerinin farklı illere
gitmeleri toplumsal çözülmeleri tetikledi. Aralarına husumet girmiş olan büyük
aileler/aşiretler, kan davaları yüzünden farklı illere gitmiştir. Bu süreç
içerisinde yeni nesiller hayat sahnesinde yer almış; kuzenler, kardeşler farklı
coğrafyalarda yeni bir hayat kurduğundan birbirlerini tanımaktan mahrum kalmıştır.
Arada bir düğünlerde, bayramlarda ve ölümlü durumlar nedeniyle bir araya gelebilmektedir.
İlginç olan; bu sebeplerle bir araya gelen bireylerin birbirini tanımak için
bir çaba göstermiyor olmasıdır. Anne-babaların girişimleriyle kuzenler
birbiriyle tanışmakta; o anlık olmak üzere kısa süreli sohbetler yapılmakta,
telefon numaraları karşılıklı alınıp-verilmektedir. Akrabaların, birbirlerini
ziyaret etmeleri ise maalesef hayatın dayattığı zorluklar sebebiyle bir türlü
gerçekleşemiyor.
Birbirinden
habersiz, farklı illerde yeni bir hayat düzeni kuran bireyler kaçınılmaz olarak
bulunduğu coğrafyanın kültürüyle yoğrulmaktadır. Kimi eğitimli olurken, kimi
eğitim almaz; bir meslek edinerek esnaflık yapmaktadır. Bu durum kuşaklar arası
kültürel çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Bir başka yabancılaşma hali
ise kanımca insanların artık bireysel bir hayat tarzına geçiş yapmasıdır.
Günümüzde çok defa şahit oluyoruz ki; gençlerimiz, samimi oldukları birkaç
arkadaşıyla bir daire kiralayıp, birlikte yaşamakta; her bir birey kendine bir
iş bulmaktadır. Kim bilir, bireysel hayat tarzına geçiş yapan bu gençlerimiz
anne-babalarıyla ve kardeşleriyle haftada ya da ayda bir görüşüyor mu? Bana
göre gençlerin bireysel hayat tarzına geçmesinin temelinde kuşaklar arası çatışma
bulunmaktadır. Avrupa ülkelerinin pek çoğunda herkesçe malum olduğu üzere
gençler on beş-on sekiz yaşlarına geldiğinde bireysel yaşamaya geçmektedir.
Avrupa ülkelerinde bu durum kesinlikle yadırganmamaktadır.
Türk
toplumunun bu hali esasında hayatın akışına uyma halidir. Bun durum
yadırganacak bir durum olarak görülmemelidir. Esas olan şudur ki; bireyler her
nerede hayatını kurmuş ve yaşıyor ise büyükleriyle, kuzenleriyle, eş ve
dostlarıyla irtibatı koparmaması gerekir. Ancak uzunca bir süredir bu irtibat
kurma hali istenilen seviyeye gelebilmiş değildir. Ümit ederim ki; hayatın tüm
zorluğuna rağmen Türk gençleri Avrupa ülkelerine özenmek yerine, kendi kültürel
değerlerine bağlı kalarak yaşaması; şayet yurt dışında bir hayat kurmuş ise Türk
milletinin güzel kültürünü, tarihini, ahlakını söz ve davranışıyla bulunduğu
ülke insanlarına göstererek yabancılaşmaya yani asimile olmaya geçit
vermemelidir.