Hikaye / Fantazi Hikayeleri

Eklenme Tarihi : 27.07.2024
Okunma Sayısı : 235
Yorum Sayısı : 6
Günün Yazısı

Bu Yazı 28.07.2024 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
Altın Üyelik Başvurusu Altın Üyelik Avantajları
Bugün Doğanlar
A&ACRmehmet-akif-ugur--ilikciSena HAYDALİmehmet-gungonazar-nida-ybarbarosKaranfilyiğitebuşSUSURLUKLUadagiotunar2019yahyaxxRose Gülküçükyazarhasan garip2b çiftepınamücahidGökhan_1461Jrsweetbahar gülsoyhüzün çiçeğimesutcihatsiyah gece turkuazŞiir adamenes-akay
Doğum gününüz kutlu olsun
                                EMANET 
Kalabalık yokuşları aşarak vardığı düzlük sokakta ilerledi insanlara çarpa çarpa ilerliyor kime baktığı nerden geçtiğini umursamıyordu bu sokakları bu insanları ezberlemiş gibiydi . Karşısına çıkan ilk sağdan saptı daha tenha kimsesiz bir şehir karşıladı onu . Dünden bugüne zamanın hiçbir şey eskitmediği arnavut kaldırımlarda ilerleyerek bir bahçe kapısının önünde durdu . Ne umutlarla geldiği kapı şimdi ona el kapısı gibi gelmeye başlamıştı zamanın taşlardan alamayıp eskitmediği hakikati ondan almışçasına bir ah çekti. Elini usulca kaldırdı ve bir aslanın ağzına tutturulmuş halka tokmağı vurmaya başladı . 
Güm  güm güm. Kapının arkasında bir koşuşturma başladı sesler yükseldi lakin kapıyı açmaya gelen olmadı . Tekrar vurdu tokmağı solmuş beyazdan çalma kapıya güm güm güm . Tüm haşmetiyle kükrercesine sokağı inleten tokmağa neden kapı açılmıyordu ki . Tekrar tokmağa elini uzattığında taze bir ses yükseldi kapının ardından. 
Kimsin.
Az önceki cüretkârlığından kalmayarak cevap verdi .
- Benim Sadakilerden Cafer. 
- Babam evde değil. Daha sonra gel.
Kapının arkasından gelen sese cevap vermeden geldiği yoldan gerisin geri döndü. Yokuşları insanlara çarpa çarpa kalabalıktan kurtuldu . Yokuşun başında ki kırmızı tenteneli kıraathaneye oturdu ve kendine bir kahve ısmarladı. 
Gelen geçeni izledi, hülyaları derin maviye boyadı. Uçan kuşları izledi ezilmekten kaçan karıncayı, uzak geçmişin yakın yanık motiflerini  işliyordu gördüğü her şeye. 
Yokuşu tırmanmaya başlayan insanlara göz gezdirdi tanıdık simalar aramaya başladı lakin mermer soğukluğunda yontulmuş yüzlerden başka bir şey ilişmemişti gözüne .
Aklında cebinde mendillere sardığı emaneti vardı. Anasının onun eline zorla iliştirdiği emanete bir kere olsun bakmaya cesaret etmemişti . Öyle öğretilmişti ya onlara emanet kutsaldır göz gibi bakılır , yar gibi korunurdu. Annesinin Topal Fazıl dedikleri adamı nerden tanıdığını abartalar neden emanet gönderdiğini bilmiyordu. Soracağı surular alacağı cevaplardan daha önemli değildi durdu ve beklemekten bıkkın bir suratla etrafına göz gezdirdi . Yıllar önce koşuşturduğu sokaklar şimdi bir yeni şehir gibi dimdik duruyordu karşısında. Bir ah çekti içinin yanık kokusu artık etrafta duyulmaya başlamıştır diye hayret etti kendine. 
Kıraathane önünde geçen şerbetçiye ilişti gözleri .
Şerbetçi bakasın hele diye kendinden beklemediği bir yükseklikte çıkmıştı sesi.
- Şerbetin var mıdır ?
- Vardır elbet senin de dediğin sual mi  dedi alaycı bir tavırla .
- Ne şerbeti vardır 
- Gülbeşeker var içer misin?
- Veresin bir bardak 
Eline tutturulmuş  bakır bardaktan yudum yudum içerken şerbetin tatlı serinliğine bıraktı kendini. 
- Bir bardak daha ver . Dedi soluk alıp vermeye çalışırken .
Şerbetçinin eline bardağı bırakırken bir yandan da  cebini karıştırmaya başladı bulduğu bozuklukları adamın eline bırakırken tatlı tatlı gülümseyerek 
- Şerbetinde şerbetmiş dedi 
Şerbetçi ona eyvallah dercesine sağ elini sol göğsüne vurarak oradan uzaklaştı .Şerbetçi uzaklaşmıştı uzaklaşmasına sesini duymamak imkansızdı .
Bu sokağı bu yokuşu bu birbirini tanımayan insanları seviyordu . Yıllar önce ilk sevgiliye koşa koşa gelirken geçerdi bu sokakları bu yokuşu . Kaç sabah ezanını dinledi az önce çaldığı kapının önünde bilinmez . Artık sokak yokuş o bahçe kapısı onun için aynı değil . İlk sevgiliyi, ilk aşka düşüşünün üstünden çok bahar geçmişti. Sokaklar değişmiş yokuşlar erimiş o bahçe kapısını açanlar değişmişti .
Kahvecinin önünde ki tabureye çay bırakması onu almış getirmişti bedenine çayını yudumlarken beklemeye devam ediyor bir yandan yoldan geçenleri izliyordu. 
- Bu adam az evvel de buradan geçmişti dedi içinden . 
Bu cümleyi kurduğunu idrak ettiğinde çok zamandır burada oturduğunu anladı ve artık emaneti bırakmaya bahçe kapısına gitmeliydi. Çayından son yudumunu alırken sıcaklığını unutmuş olmalı ki içten içe yandığını yüzünden anlaşılıyordu.
Adımları ilk çıktığında atığı kadar sert değildi daha yumuşak insanlar çarpmamaya özen göstererek yokuşu çıktı ve yeniden başka kente açılan ilk sağa saptı . Sokak olduğundan daha sakindi insanı ürperten soğuk mezbahaneleri anımsatıyordu. Bir an önce buradan kurtulmak ve gerisin geri sıcak yuvasına dönmek istiyordu. Bu kadar sert toslamayalı geçmişi muhakeme etmek ona ağır gelmişti.
Boyasının yer yer attığı beyazdan bozma kirlenmiş bir kapı az önce geldiği kapı ona daha ürkütücü gelmişti . Elini yuvarlak demir tokmağı götürdü ve sokağı inleten aslan kükreyişi yeniden  duyuldu. Güm güm güm .
Kapının arkasında az evvel duyduğu ses olmadığına emin olduğu zarif kırılgan bir ses
- Kimsin? 
- Benim Sadakilerden Cafer. Dedi ve duraksamadan.
- Topal Fazıl evdeyse onunla konuşacaklarım var.
Kapının ardındaki ses Bekleyin Fazıl efendiyi çağırayım dedi 
Kısa olduğunu düşündüğü bir bekleyişten sonra kapının ardından yine sesler yükselmeye başladı .
Ne duruyorsunuz Tanrı misafiri içeri alınmaz mı .diye kükrüyordu .
Boz saçlı çillerini bıyıkları altında saklanmaya çalışan yirmi yaşlarında bir delikanlı açtı kapıyı . Tanrı misafirine  sultanlara yakışır hürmetler göstererek buyur etti içeri .
Büyükçe bir odada cam kenarına yerleştirilmiş bir sedir  ve önüne eski bakırdan bir sehpa  renkleri solmaya yüz tutmuş Yörük halısı bile bu odayı bir yerden çıkaracak mış gibi bakmasına yetti.
Arkasından Topal Fazıl konuşmaya başladı.
Buyurasın Cafer oğlum . Çocukların kusuruna bakma  onlar seni bilmezler. Dedi  utancını gizlemeye çalışan bir yüz ifadesiyle .
Estağfurullah bey amca lakin bedende ne sizi neden onları bilirim ortada kusur olacak bir hadise cereyan etmedi.
İkisi de birbirinden çekingen tavırlarla sedirin iki ayrı ucuna oturmuştu. Dışardan gören insan iki düşmanı bir odaya hapsetmişler sanırdı.
Odaya az evvel kapı açan genç girdi elinde bakır bir sofra yiyecek yemek getirmişti. O zaman anladı acıkmış olduğunu . Sabah bir süvari gibi çıktığı evden hiç bir şey yememiş ağzını sadece kahve çay ve gülbeşeker şerbeti ile tatlandırmıştı. 
Büyükçe İnce bir bez serdi delikanlı Yörük halısının üstüne sonra bir bir indirdi hazırlanan yemekleri bezin üstüne. İşini bitirdiğinde babasına  kafasını onay beklercesine çevirdi ve önce misafiri sonra babasını sofraya davet etti.  Belli ki bu evde kaideler var diye düşündü Cafer sofraya yaklaşırken.
Sıcak mercimek çorbası içildi ve Topal Fazıl savunmasız bulmuş gibi Caferi 
Emaneti getirdin mi dedi. 
Cafer afalladı önce nerden bilebilir diye düşünürken evet getirdim dedi elini cebine atarken . Annesinden emanet diye aldığı mendili Topal Fazıla uzattı. 
Cafer’in  elinden mendili özenerek aldı ve yavaş yavaş açmaya başladı incitmekten korkarmış gibi görünüyordu. Caferi’n bir gözü yemekte bir gözü Topal Fazılın eline bakıyordu gözüne altın sarısı Bir çember birde kağıt vardı . Söze başladı Fazıl Cafer oğlum seni buraya getiren bu mendilin içindeki emanet yüzyıllardır emanet edile gelmiştir yemeğimizi bitirelim de sana anlatalım. 
Yemekler yendi sofra tutuldu  odanın bir köşesinde yakılmış odun sobasının dibine oturuldu. Cafer bekliyor utanıyor bu evi geçmişi ilk sevgiliyi emaneti sormak istiyordu ama cesaret edemiyordu.
Fazıl odadan çıktı ve uzun süre gelmedi . Cafer ayaklandı odanın içinde volta attı duvarda asılı Arapça hat sanatı tabloyu izledi  pencereden bahçeye bakan karanlığı gözetledi. Bu bekleyiş onu yormuş ve yıpratmıştı aklında binlerce senaryo şekillendirmişti kendisi ile dalga geçer gibi gülümsedi ve odun sobasının başına geldi ve sobaya bir odun attı ve odanın ahşap kapısı cızırdayarak açıldı . Fazıl odanın ortasına kadar gitmiş ve 
Oda soğuklamış dedi. 
Cafer evet der gibi başını sallaması bütün odanın soğukluğunu dağıtmış gibi görünüyordu.
Fazıl sobanın başına geldi  “ Tekrar hoş geldin oğlum “ dedi 
Otur da az konuşalım sana anlatacak ve sana diyeceklerimi dinle beni bir abi belki bir baba yerine koy aç kulağını ve nasihatlerime kulak ver. 
Sobanın dibine tünemiş kediler gibi sokulmuştular sobaya odaya aynı genç yine elinde bir sofra ile geldi ve ikisinin arasına koydu sofrayı yemişlerle donatmıştı . Cafer nezaketen gülümseyip teşekkür etti . Genç delikanlı hiç oralı olmadı tekrar babasına bakıp dışarı çıkmak için onay bekledi.
Fazıl: çayları da getiriver Agah dedi .
Delikanlı tekrar odaya geldiğinde elinde bakır çaydanlıkla geldi ve sobanın yanına yanaştı ve sobanın incilerini dökmemek için yavaşça üzerine barktı . Biraz bekledikten sonra çay bardaklarını doldurup geldiği gibi sessizce çıktı odadan. 
Birer yudum aldılar taze tavşan kanı çaylarından ve Cafer saten bir ses tonu ile konuşmaya başladı. 
- Bey amca daha evvel de siz mi bu köşkte ikametgah ediyordunuz.
- Fazılın anlında buruşuklar oluştu soruyu anlamaya çalışıyordu .
- Hayır evladım biz bu muhite taşınalı bir veya iki ay olmuştur . Bu muhite yabancıyız daha evvel çarşı tarafında sırça köşk tarafında yaşardık. Neden sordun evlat .
Cafer üzülmüş gibi durdu 
- Hiç bey amca bir arkadaşımın evine benzettim dedi ve kabuğuna çekildi.
Fazıl aldı bu defa sazı eline konuşmaya başladı nasihatimi dersin tecrübemi dersin birçok hikaye anlattı ama hiç biri Caferi cezp etmemişti  İlk sevgili hala kayıplardaydı.
Cafer birden Fazılın sözünü kesti ve 
- Fazıl amca bu evde daha önce yaşayan insanları tanıyor muydun diye sordu . 
Lafının bölünmesine biraz bozulan Fazıl 
- Yok evladım tanımayız ama komşuların dediklerine göre kızları kendini dışardaki müştemilatta asmış garip anacığı da delirmiş ondan sonra babası da pılını pırtını toplayıp  memlekete dönmüş .
Bunu duyan Cafer hepten yıkıldı özlemek ve aşk acısını içinde hissetti ve Fazıla çaktırmamak için 
- Allah yardımcıları olsun dedi .
Cafer’in içindeki yangından habersiz tekrar konuşmaya başladı Fazıl .
- Cafer oğlum şimdi anlatacaklarım seni üzebilir lakin ne bana neden anana darılmayasın bazı kaidelere uymak zorunda kaldık . Atam Lokman hekimden yadigardır getirdiğin altın halka . Lokman hekimi bilirsin demi ? Caferi tartmak istercesine ortaya atmıştı bu soruyu .
Cafer evet dercesine başını salladı ve Topal Fazıl anlatmaya devem etti 
- Atam Lokman ab-ı hayatı buldu ve içti onun bu cihanı terk edemeyeli ona yüz yıllar boyu acı verdi . Sağda solda yaşlanmadığı ölümü alt ettiği duyulmaya başlandı korkuyu bu şifayı başkasına vermekten kötü emelli insanların onu kullanmasından korktu ve az önce ki altın halkayı kızına emanet etti ve kağıda da abı hayatın tarifini verdi o günden bu güne döndü anadan kıza bu emanet ta ki Anan Nurcan’ın kız evlat doğuramamasına kadar . O vakit artık bu emanetlerin asıl sahibine geri verilme zamanı gelmişti Lokman hekim bu şehre gelince bitti senin Ananın görevi ve başladı senin görevin . Dedi ve duraksadı. Elini sobaya uzattı ve ısıttı bir çay daha koydu Cafer’e 
İç oğlum iç kemiklerin ısınsın dedi. 
Biraz duraksadıktan sonra anlatmaya başladı tekrar .
- Senin görevini doğduğun gün belirlemiş hak Teala hazretleri sen kadim bir görev bildin ve yaptın oğul ama erkek evlat güç sever taht sever ayrılmak istemez cihan yemişlerinden bu eve girdiğin de gördüğün genç delikanlı Atam Lokman onu bu evde gördüğümüze şeref olduk emanetini ona verdik ve hepimizin görevi son buldu artık huşu içinde uyuyacaz dedi ve sobadan bir yanan odun çıkardı ve rengi solmuş Yörük halısının üzerine attı .
Cafer korkuyla yerinden sıçramaya çalıştı ama eli ayağı ağırlaşmıştı hareket edemiyordu . Tekrar konuşmaya başladı Fazıl 
- Korkma oğlum korkma . Bu eve girdiğinden beri sana sunulan her şey senin benim ve bu ev halkının  acı çekmeden hakka yürümesi içindi .
Çok soru vardı aklında ama dili ağırlaşmış konuşma yetisini unutmuştu artık sadece uyumak ve bu kötü rüyadan uyanmak istiyordu . İçinde yaşadığı bu çemberi kırmak ve zincirlerinde kurtulmak istiyordu lakin Ölüm zincirleri zorlarken uykuya yenik düşüyordu.
İçtiği bir tas çorba yıllardı onu bekliyordu . Annesi ve babası onu bu çorbayı içmesi için büyütmüş gibiydi . Emanet yerine ulaşmış ve onun çemberden çıkma günü gelmişti . Her çorbadan aldığı kaşık onu ölüme yaklaştırıyordu. İlk sevgilinin ayak sürdüğü bu evde ilk sevgiliye kavuşuyordu.
Çember kırılmış ruh özgürdü artık.

( Emanet başlıklı yazı İslamokan17 tarafından 27.07.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu