Islak Yalnızlık 

Şehir, içine kapanmış bir organizma gibi... ışıkları yanıyor ama ruhu sönmüş. Her pencere bir başka hücre, içinde kimsenin kimseye dokunmadığı odalarla dolu. Yağmur, gökyüzünün pes ettiğinin sessiz bir ilanı gibi yağıyor — ne gök gürlüyor ne de rüzgâr esiyor, yalnızca yorgun bir teslimiyetle, inatla yere damlıyor su.

Durağın sac çatısından düşen damlalar tekdüze aralıklarla yere çarpıyor. O ses… sanki Tanrı bile susmuş da, sadece su konuşuyor, o da ne anlatacağını bilmiyor.

Bankta bir adam oturuyor. Bir insan mı, yoksa zamanın tortusunda unutulmuş bir gölge mi, ayırt etmek zor. Oturuşunda bir tür nihai kabullenme var; kalkmıyor, kıpırdamıyor, hatta beklemiyor bile… çünkü beklemek için önce bir umudun olması gerekir, onun cebinde ise sadece nemli kağıtlar ve yıllar önce söylenmiş sözlerin solgun yankısı var.

Üzerindeki kaban neredeyse bir zırh gibi — ama onu dış dünyadan korumak için değil; içinde ne varsa orada, sıkıca mühürlensin diye. Çenesinde bir iki günlük sakal, ama bakımın eksikliğinden değil; daha çok, günlerin birbirine benzemesinden kaynaklı bir ihmal. Zaman onun için artık ileri değil, sadece tekrarlı bir daire.

Bir kitabı var yanında. Sayfaları nemden kabarmış, köşeleri bükülmüş. Ne okuduğu önemli değil. Artık harfler bile yorgun. Zihni, sözcükleri içeri almaya mecalsiz. Kitap, onun yerine hâlâ anlam aramaya çalışan bir organ gibi duruyor yanında.

Adam cep telefonunu çıkarıyor. Ekran parlıyor, geceye ait olmayan tek şey bu sahnede. Açtığı fotoğrafta bir kadın gülüyor. Yanında bir çocuk, dişsiz bir kahkaha. Ama ekrandaki o neşeli anı, adamın yüzünde hiçbir yankı bulmuyor. Sadece bakıyor. Bakmakla görmek arasındaki o derin, soğuk uçuruma düşmeden… sadece bakıyor. Sonra ekran kararıyor, parmakları geri cebine koyuyor o ışığı.

Cebinden bir not çıkarıyor. Kâğıt neredeyse lif lif çözülmüş, kenarları suya doymuş gibi. El yazısıyla, dikkatle yazılmış bir cümle:

> "Senin de güzel yanların var. Sen sadece unutmuşsun."



Adam bu cümleye bakıyor. O kadar uzun süre bakıyor ki, sanki o sözlerde bir sıcaklık arıyor. Ama kağıt da, kelimeler de, onun kadar üşümüş.

Uzakta bir otobüs beliriyor. Farları geceyi yaran bir hançer gibi. Yaklaşıyor, ama yavaşlamıyor. Geçip gidiyor. Adam gözlerini bile kısmıyor. Beklememekle kabullenmek arasındaki çizgide, o zaten çoktan vazgeçmişti.

Bir kadın ve küçük bir kız çocuğu yaklaşıyor. Kadın temkinli, adamdan uzak duruyor. Çocuk durup uzun uzun bakıyor ona. Adam fark ediyor. Başını hafifçe kaldırıyor, yüzünde belli belirsiz bir ifade oluşuyor — belki bir gülümseme değil, ama gülümsemenin hatırlanmış bir versiyonu.

ADAM
(Boğuk bir sesle, dudakları zor hareket edercesine)
Korkma küçük hanım... Ben sadece çok fazla susmuş bir adamım.

Kadın çocuğu çekiştirip götürüyor. Geriye tekrar sessizlik kalıyor. Ama bu sessizlik, artık sadece bir boşluk değil; içinde bir ağırlık taşıyor. Sanki hava bile adamın düşüncelerini duymamak için uzaklaşmak istiyor.

Başını göğe kaldırıyor. Gözleri yağmura açık. Damlalar, kirpiklerinden süzülüyor ama o silmiyor. Sanki yağmurun onu biraz olsun silmesini, biraz olsun yok etmesini diliyor. Ne acı çekiyor, ne umutlanıyor. Sadece yaşıyor. Ya da hâlâ ölmeyi tamamlayamamış bir yaşamın içinde kalmış.

Ayağa kalkıyor. Her hareketi ağır, her adımı sanki geçmişin çamuruna saplanmış. Arkasını dönüp yürürken, iz bırakmıyor. Yağmur onun varlığını bile kabul etmiyor gibi.

( Islak Yalnızlık başlıklı yazı İslamokan17 tarafından 26.07.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu