Hukuk literatüründe; usul, esastan önce gelir. Yani hukuka aykırı bir yöntemle; maddi gerçeklik arayışına, iddiaya, ithama, hükme izin verilemez. Fakat bilimsel gerçeklik, doğruluk, dürüstlük, doğallık ve vicdan hepsinin üstündedir. Bunlar yoksa, usul de esas da boşa düşer. Bu genel kriter, yaşamın ve bilimin diğer alanlarında da geçerlidir. Diğer türlü, delillendirme, gerekçelendirme, temellendirme sağlıklı olmaz. Sürdürülebilirlik ve kabul edilebilirlik; somut bir veriye dayanamaz.

   Bilim, ahlak, adalet ve vicdani kanaatin; dayanağı, kaynağı ve ölçüsü, herhangi bir dini/felsefi soyut inanç veya inançsızlık değildir. Bunların dışında kalan diğer tüm ilke, öğreti ve ideolojiler de değildir. Her şey, her anlayış, kendi yolunda, diğerine değmeden, etkile(n)meden doğal akmalıdır. Aralarında bir veri alışverişi, iletişim ve dayanışma, denge olması normaldir. Fakat göreceli olan soyut inançlar; aklın direksiyonuna geçmemelidir. Filozof İbni Rüşd, “Akıl dinden üstündür” der. “İman akıl kabına dolar” sözü de bunu pekiştirir.

   Yeryüzü toplumlarında, dini hassasiyetleri yüksek olup, derinliği, nezaketi ve ufku bomboş insanlar görebileceğiniz gibi, evrensel kabul görmüş değerlerden beslenenler de vardır. Ayrıca inançlarla barışık olmayan, ihtiyaç duymayan tanrıtanımazlardan da; adaleti, çalışkanlığı, dürüstlüğü, hoşgörüyü, saygıyı, özgürlüğü ön planda çıkaranlar olduğu gibi bu değerlere mesafeli tiplere de rastlarız. Her iki anlayış gruplarından kimliği oturmamış insanlar, amacı, hedefi, sorumluluk bilinci zayıf şahsiyetler; aç, açık ve etiketsiz kalmamak için bir mahalleye sığınmayı kazanç olarak görürler. Göründükleri gibi de olamazlar.

   Bilimde ve sosyal yaşamda; tüm öğe ve girdilerin miktar, kıvam, zamanlama ve karışım ölçüleri önemlidir. Bir şeyi az veya çok katmanız, dengeyi ve hedeflenen amacı bozacaktır. Duygu, düşünce ve tüm inanç türleri için aynı örneklemeyi dikkate alabiliriz. Yeme, içme, ilaç, uyku ve çalışma ölçü ve zamanlaması gibi; duygu, düşünce, tercih ve tüm eylemlerimizde bir alt/üst sınır olmalıdır.

   Doğru ayağa kalkana kadar, yalan dünyanın çevresini kırk defa dolaşırmış. İnanç nedir, neyi karşılar, neyi çözer/çözümler, hangi alanlarda aktif olmalı ve nelere müdahil olmalıdır?
Hak ettiğimiz davranış veya yönetim şekli; ancak yurttaşların tek tek donanım ve bilinç düzeylerinin toplamından oluşacaktır.

Bilgiye erişim, iletişim, etkileşim, değişim, tasarım, gelişim, üretim ve dönüşüme “evet” fakat başkalaşıma “hayır” diyoruz.

   Bizim dışımızdaki diğer insanların irade, duygu ve düşünce dünyaları; bizim için imar, inşaat, hasat, ameliyat, deney ve imalat alanı/ platformu değildir. Etki ve yetki alanımızın sınırları olmalıdır. Her insanın doğuştan sahip olduğu can, irade, onur ve erdeminin dokunulmazlığı vardır.

   Gereği ve gerekçesi ne olursa olsun; bir duygu, düşünce, inanç, tercih, öğreti, eylem veya medeniyet; bilim, akıl, mantık ve insani vicdan temelli değilse, aldatmaya, ayrıştırmaya ve çökmeye mahkumdur.

   Öncelikle insanın duygusal, biyolojik, toplumsal ve doğal ihtiyaçları karşılanmalı ve/ya bireye onları karşılama fırsatı sağlanmalıdır. Diğer türlü önerilen ve öngörülen tüm inanç ve öğretiler; tutunacak bir zemin bulamayacaktır. Bir atasözümüz: “Aç ayı oynamaz.” der. Buradan insanın da bir ders çıkarması gerekir. “İnsan aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer. Albert Camus” sözü da bu gerçekliğin insan versiyonudur. Bir toplumda; dinler, mezhepler, inançlar, ideolojiler, meşrepler; kazanç, kariyer ve makam kapısı olmuşsa, toplumsal çeşitlilik, özgürlük, refah, erdem, dayanışma, ahlak, güvenlik ve adalet değer ve ilkeleri kesintiye uğrayacaktır.

   Akıl, mantık, vicdan, bilim, ahlak, adalet, nezaket; bir toplumu ayakta tutan, kabul edilebilir ve sürdürülebilir kılan, aydınlatan “seri lamba devresi” gibidir. Bu lambalardan bir tanesi patladı mı, diğerleri de ışık vermez, karanlık bir devir başlar. Bu bilimsel ve değişmez bir gerçektir.
Din, felsefe, kültür, sanat, edebiyat, müzik, teknoloji, sanayi, savunma, tarım, enerji vb. ikinci derecedeki toplumsal değerler ise “paralel lamba devresi” gibidir. Enerjisini toplumdan ve onun yapı taşı olan yurttaşlardan alır. Bu lambalardan biri patlarsa, elbette bir noksanlıktır, telafisi gerekir fakat diğer lambaları etkilemez, onlar toplumu aydınlatmaya, ihtiyaçlarını karşılamaya devam ederler.

                                                   “Kısırlaştırılmış Din ve ideoloji Anlayışı”

   Slogan haline gelmiş bir anlatımla söze başlayalım. “İncil’in ilk emri Sev, Tevrat’ın: Yaşat, Kuran'ın: Oku” Fakat buna rağmen Hristiyan sevmedi, Yahudi katletti. Müslüman ise okumadı, cehaletten kurtulamadı. Bunları genelleştirmek elbette sağduyulu yaklaşım olmaz fakat genel bir gözlem yaptığımızda çoğunlukla bu kanıya varırız. Sonuçlara, alınan mesafeye, olaylara bakınca bu gözlem ortaya çıkıyor.
   Bu tür bir istismar yalnızca inanç alanında sınırlı değildir. İdeolojik, mitolojik, felsefi vb. akımlar da arka planda farklı eylemlerin odağı olduklarından; toplumsal alanı istismar edebilmişlerdir.
Demokratik seçimle iktidara gelen Nazi Almanya’sı ile, Sosyolog Marx’ın öğretilerini istismar edip, polit büro yönetimiyle Kapitalist ve Emperyalist bir güce dönüşen SSCB iktidarlarını gösterebiliriz.
Ülkemizde de 101 yıllık cumhuriyet rejiminin, ne kadar demokratik, laik, sosyal, çağdaş ve hukuk devletine dönüşebildiğini varın siz ölçümleyin.

   Oysaki; dünya genelinde ahlak, adalet, dayanışma, güven, huzur, refah, sürdürülebilirlik, öngörülebilirlik üretemeyen bir din/düşünce/ideoloji anlayışı nasıl olur da bu kadar geniş kitleleri arkasından sürükleyebilir?

   Günümüzde devlet teşkilatları; yalnızca akla, sağduyuya, hakkaniyete, meşruiyete, ortak kanaatlere ve bilime dayanan, pozitif ve somut, mantıkla çelişmeyen ilkeleri olan hukuk kuralları ortaya koymalı, uygulamalı/denetlemeli ve sürdürebilmelidir. Her yazılan uygulanmalı, her uygulama raporlanmalı ve denetlenmelidir. Eğe, bıçağı biler, keskinleştirir ama kendisi bıçak gibi kesemez. Devletler de millet varsa fonksiyonlarını eda edebilirler.

   Bir anımı aktararak bir yere bağlayalım. 17 yaşımdayken, çok az da olsa yediğim bal bana dokunmuştu. Daha sonra ne zaman bal yesem midem bulandı ve tekrar deneme cesareti gösteremedim. 30 yıl aradan sonra, ses tellerimde oluşan bir rahatsızlık sonucu, uzman aktar dostlarımın ısrarlı tavsiyesi üzerine, içerisinde çeşitli baharatların karışımı olan balı yememi ikna ettiler. Rahatsızlığım bu yöntemle giderilmese de bal dünyası ile 47 yaşında tekrar tanışmış oldum. Her türüne ilgi duyuyorum artık. Şartlı refleks, önyargı ve davranışsal takıntılar; bazen somut gerçekliğin önüne geçebiliyor. Bundan dolayıdır ki; geliniz hurafelerden arınalım, inatçılığı bırakalım, gelişmiş ülkelerin nasıl bu düzeye geldiklerine kafa yoralım. 101 yıllık cumhuriyetle vardığımız noktada; yer yurttaşın hem olumlu hem olumsuz etkisi vardır. Ortak noktaları, hedefleri, alanları, amaçları, umutları, beklentileri, sevgileri, aşkları çoğalttığımızda; korkuların ne kadar boş olduğunu keşfedeceğiz. Yani imgesel bir anlatımla: arıdan da baldan da korkmayınız.

   Demokrasi, laiklik, özgürlük, erkler ayrılığı, yargının bağımsızlığı/tarafsızlığı/bağlayıcılığı, evrensel hukukun üstünlüğü, sosyal devlet ilkesi ve özgürlük alanlarını genişleteceğini taahhüt, vaat ve söz veren bir devlet bu noktada kalmamalı ve uygulayarak göstermelidir. Anayasal yurttaşlık bilinciyle yoğrulmuş bireyler de bu niteliklere yakışır bir yaşam tarzını benimsemelidir. İnançlar ve ibadetler ise
laiklik ilkesi gereği; devletin teminatı ve garantörlüğündedir. Hiçbir inanç şekli devletin yönetimine ve yasalara etki etmemelidir. İnançlar farklı ve soyut; yasalar, devlet sistemi ise somut ve değiştirilebilir kurallarla yönetilir.

   Birlikte yaşam medeniyetini kurmak zordur. Herkes kendi inanç ve düşünce şekline göre bir düzen kurmak için savaş verirse, koro şefi olan devlet; düzeni ve güvenliği nasıl sağlayacaktır?
Elbette on dairelik bir apartmanı, hakkıyla yönetemeyen bir toplum yapısının, daha kaliteli bir yerel yönetim ve devlet yönetimi arzu etmesi, züğürt tesellisi ve ham bir hayaldir. “Söyleme, söylenme, bağırma yap” ki seni örnek alalım.

    Bu uğurda söylenecek çok söz olsa da, kitaplarıma havale ederek, burada bitirmeyi arzu ediyorum.
Anlayan, anlamayanları anlatsın lütfen. Şu kısa dünyada kendimizi daha fazla yormayalım, birbirimizi üzmeyelim. Bıraktığımız miras, teslim aldığımızdan daha yüce olsun ki, teşekkürü hak edelim.
Esenlikler dilerim.

Samsun, 20.09.2024
Ali Rıza Malkoç

arm.web.tr


( Anlam Kimlik Sığınak Mutluluk Huzur Refah Birlik Ve Dayanışma Arayışlarımız başlıklı yazı Ali R.MALKOÇ tarafından 20.09.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu