"Ey Örtüsüne bürünen Resul'üm, Kalk ve insanları Allah'ın azabıyla uyar (müddessir1-2) emrini alınca Haşim oğullarına yani kendi akrabalarına evinde bir ziyafet verdi.Onlara "Allah'ın birliğinden kendisinin gönderilmiş bir peygamber olduğundan bahsetti. Bu sözleri işiten öz amcası Ebu Lehep yerinden kalkarak "Kör olası bizi bunun için mi buraya topladın"diyerek öfkesini kustu.Tehditler ve hakaretler savurarak ziyafet sofrasını terkederek defolup gitti.O'nun bu hareketi üzerine diğer akrabaları da dağılıp gittiler.
Peygamber Efendimizin evi Mekke'de iki azılı İslam düşmanı Ebu Leheb ile Ukbe b. Ebu Muayt'ın evleri arasındaydı.Bunlar her türlü pisliği getirip kapısının önüne atarlardı. O iki cihan sultanı "Ey Abd-i Menaf oğulları bu nasıl komşuluk?" diye sitem eder yayı ile bu pislikleri kapısının önünden itelerdi.Ebû Leheb, birgün yine aynı menfur hareketini yapmak üzereyken Hz. Hamza onu gördü. Pisliği elinden alıp başının üzerine döktü. Ebû Leheb, bir taraftan pislikleri temizlerken, diğer taraftan da Hz. Hamza’ya hakâret ediyordu.
Ebu Leheb'in karısı Ümmi Cemil de topladığı dikenli otları geceleri getirir Allah Resulü'nün mübarek ayaklarına batması için kapısının önüne bırakırdı.
Ebu Leheb düşmanlıkta o kadar ileri gitmişti ki Allah Resulü Ukkaz panayırına gelen yabancılara islamı anlatırken o elinde taşlarla O'nun ayaklarını yaralar "Ey insanlar sakın O'na inanmayın. O yalancıdır" derdi.
Bu azılı karı koca hakkında tebbet suresi nazil olmuş, onların kıyamette uğrayacakları acıklı durumdan haber vermiştir.
Ebû Leheb çok kötü bir şekilde ölmüş, malı, kazandıkları ve bunlara dâhil olan çocukları ona hiçbir fayda sağlayamamıştır.
Ebu Leheb Resûlullah (s.a.s.)’i yenebilmek için varını yoğunu ortaya dökmüştü. Bedir savaşına çiçek hastalığına yakalandığı için o azılı kâfir savaşa katılamamıştı. Savaş olup Kureyşin pek çok ileri gelen reisinin öldürüldüğü haberi Mekke’ye ulaştığında Ebu Leheb o kadar üzüldü ki ancak 7 gün yaşayabildi. Ölümü de çok ibret vericidir. Ebu Leheb, çiçek hastalığına benzer bir hastalığa yakalandı. Evdeki yakınları bile, bulaşmasından korkarak ona dokunmuyorlardı. Ölümünden sonra üç gün boyunca kimse ona yanaşmadı. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttu. Bunun üzerine herkes oğullarını kınamaya başladı. Bir rivayete göre oğulları bazı zencilere ücret vererek cesedini kaldırtmış ve yine ücretle defnettirmişlerdi. Diğer bir rivayete göre, bir hendek kazdırtmışlar ve babalarının cesedini içine sopayla iterek toprakla kapatmışlardı. Böylece ne malından ne de evlatlarından bir fayda görmüştü. Oğulları, cenazesini bile şerefle defnetmeye fırsat bulamamışlardır. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’in Ebu Leheb’le ilgili olarak verdiği mûcizevî haberin birkaç sene içinde nasıl gerçekleştiğini herkes görmüştür.Ebu Leheb’in hanımı Ümmü Cemîl de düşmanlıkta kocasından geri kalmadığı için o da aynı fecî akıbete uğramıştır.
Allah Resulü'nün en büyük düşmanlarından birisi de Ukbe bin Ebu Muayt idi.
Birgün Efendimiz Kabe'de namaz kılarlarken müşrikler de oturmuş O'nu seyrediyorlardı. Derken azılı kafir Ebu Cehil "Kim bir hayvan işkembesi getirerek onu Muhammed'in üzerine boşaltacak dediğinde bu azılı İslam düşmanı müşrik hemen yerinden koşarak bulduğu bir deve işkembesini Allah Resulü'nün boynuna doladı. Bu duruma müşrikler kahkahayla gülüyorlardı.Allah Resulü hiç vakarını bozmadan namazına devam etti. Durum gül goncası Hazreti Fatıma'ya haber verildiğinde O koşarak gelip babasının üzerindeki o hayvan işkembesini alıp üzerini temizledi. Bunu yapanlara bedduâ etti, ağır sözler söyledi. Resûlullah efendimiz, hiç bir şey olmamış gibi namazını tamamladıktan sonra üç defa; “Allah’ım! Kureyş’ten şu topluluğu sana havale ediyorum! Allah’ım! Ebû Cehl Amr bin Hişâm’ı sana havale ediyorum! Allah’ım! Ukbe bin Rebîa’yı sana havale ediyorum! Allah’ım! Şeybe bin Rebîa’yı sana havale ediyorum! Allah’ım! Ukbe bin Mu’ayt’ı sana havale ediyorum! Allah’ım! Ümeyye bin Halefi sana havale ediyorum! Allah’ım! Velîd bin Utbe’yi sana havale ediyorum! Allah’ım! Umâre bin Velîd’i sana havale ediyorum!” buyurdu. Bu bedduâyı işiten müşrikler, gülmeyi bıraktılar. Korkmaya başladılar. Çünkü Beytullah’da yapılan duânın kabul olunacağına inanıyorlardı. Resûlullah efendimiz, Ebû Cehl’e; “Vallahi sen, ya bundan vazgeçersin, veya Allahü teâlâ başına bir felâket indirecektir” buyurdu. Resûlullah’ın isimlerini söylediği bu kimselerin herbirini, Bedr muharebesinde öldürülüp yerlere serildikleri, Bedir’de sıcaktan kokmuş bir leş hâlinde bir çukura dolduruldular.
Bir seferinde müşrikler yine Kabenin yanında toplanmışlardı. Peygamber efendimizin aleyhinde atıp tutmaya başladılar. O sırada Resûlullah efendimiz orayı teşrif etti. Müşrikler, hemen Allahü teâlânın Habîbinin üzerine saldırdılar. İçlerinde en bedbaht olanlardan Ukbe bin Mu’ayt, sevgili Peygamberimizin Mübârek yakasına yapıştı. Mübârek boynunu nefes alamayacak kadar sıktı. O anda oraya gelen Hazreti Ebû Bekr; “Rabbim Allah’dır diyen bir kimseyi öldürecek misiniz? Size Rabbü’l-âlemînden âyet getirdi…” diye bağırarak, Resûlullah’ı korumak için aralarına daldı. Müşrikler, Habîbullah’ı bırakıp, Ebû Bekri Sıddîk’a saldırdılar. Mübârek başına yumruk ve tekme vuruyorlardı. Utbe bin Rebîa denilen bedbaht, Hazreti Ebû Bekr’in mübârek yüzüne ayakkabılarıyla vurdu ve kan içinde bıraktı. Tanınmayacak hâle getirdi. Teymoğulları yetişip ayırmasaydılar, öldürünceye kadar döveceklerdi.
Peygamber efendimizin, mübârek kızlarından Hazreti Ümmü Gülsüm, Ebû Leheb’in oğlu Uteybe ile; Hazreti Rukayye de öteki oğlu Utbe ile nişanlı olup, henüz evlenmemişlerdi. Tebbet sûresi nâzil olunca, cehennemlik Ebû Leheb, karısı ve Kureyş’in ileri gelenleri, Utbe ve Uteybe’ye; “O’nun kızlarını alıp, yükünü hafiflettiniz. Kızlarını boşayın ki, zahmete düşsün. Size Kureyş’ten istediğiniz kızı alalım” diye teklif ettiler. Onlar da; “Peki, boşadık” dediler.
Bunlardan Uteybe Allah Resulü'nün huzuruna gelerek "Ey Muhammed, ben senin kızını boşadım.Ne seni ne de kızını tanımıyorum diyerek Efendimize çok ağır sözler söyledi. ve üzerine yürüyerek yakasına yapışıp gömleğini yırttı.Bunun üzerine Efendimiz Ya Rabbi buna canavarlarından birisini musallat eyle" diye beddua ettiler.Utbe Şam'a ticaret için gittiğinde bir mola sırasında gece bir aslan gelerek kendisini parçaladı. Böylece Allah Resulüne yaptığı hakaretin cezasını daha dünyada görmüş oldu.
Velîd bin Mugîre, Ebû Cehl (Amr bin Hişâm), Esved bin Muttalib, Ümeyye bin Halef, Esved bin Abdiyagves, Âs bin Vâil, Hâris bin Kays gibi müşriklerin ileri gelenleri, Resûlullah’ı gördükçe; “Bu da peygamber olduğunu ve yanına Cebrâil’in geldiğini sanır” diyerek alay ederlerdi. Bunun üzerine Habîb-i ekremin çok üzüldüğü bir gün, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve bâzı âyet-i kerîmeler getirdi. Meâlen; “And olsun ki (ey Resûlüm) senden önce gönderilen peygamberlerle de istihza edildi. Onları, peygamberleri istihzâ, alay edenleri, istihzâlarının karşılığı olarak belâ ve azâb çepeçevre kuşatıverdi.” (el-En’am 6/10)
“Muhakkak kî biz, seninle alay edenlere karşı kâfiyiz. Onlar, o kimselerdir ki, Allahü teâlâ ile beraber başka bir ilâh tanırlar. Onlar, yakında (başlarına gelecek akıbeti) bileceklerdir. Gerçekten biliriz ki, onların sözlerine, (şirk koşmalarına, Kur’ ân-ı kerîme dil uzatmalarına ve sana karşı alaylı söz söylemelerine) göğsün daralıyor, için sıkılıyor” buyruldu.(el-Hicr 15/95-97)
Kâinatın sultânı, bir gün Kâbe-i muazzamayı tavaf ederken, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve; “Ben onların (alay edenlerin) hakkından gelmek üzere emir aldım” dedi. Biraz sonra Velîd bin Mugîre önlerinden geçti. Cebrâil aleyhisselâm; “Bu geçen nasıl bir kimsedir?” diye sordu. Peygamber efendimiz de; “O, Allahü teâlânın en kötü kullarından biridir” buyurdu, Cebrâil aleyhisselâm, Velîd’in bacağına işaret etti ve; “Hakkından geldim” dedi. Biraz sonra Âs bin Vâil geçiyordu. Onu da sorup aynı cevâbı alınca, karnına işaret etti ve; “Ona da haddini bildirdim” dedi. Esved bin Muttalib geçince, gözüne; Abdiyağves’i görünce, başına işaret etti. Hâris bin Kays geçerken de karnına işaret etti ve; “Yâ Muhammed! Allahü teâlâ bunların şerrinden seni kurtardı. Yakında bunların her biri bir belâya uğrar” dedi.
Bunlardan Âs bin Vâil’in ayağına diken battı. Ne kadar ilâç yaptılarsa da derdine çâre bulamadılar. Nihâyet ayağı deve boynu gibi şişip; “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü” diye feryâd ederek can verdi. Esved bin Muttalib’in gözleri kör oldu. Cebrâil aleyhisselâm, başını ağaca çarparak helâk etti. Esved bin Abdiyagves, Bâd-ı semûm denilen yerde iken, yüzü ve gövdesi simsiyah oldu. Evine gelince tanımadılar ve kapıdan kovdular. Kahrından başını evinin kapısına vura vura öldü. Hâris bin Kays da tuzlu balık yemişti. Harareti arttıkça arttı. Ne kadar su içtiyse kanmadı. Sonunda çatladı. Velîd bin Mugîre’nin de baldırına demir parçası battı. Yarası iyileşmedi, çok kan kaybetti ve; “Muhammed’in Allah’ı beni öldürdü” diye feryâd ederek can verdi. Böylece her biri yaptıklarının karşılığını görmüş oldu. Ayrıca müşriklerin, ebedî olarak Cehennem’de kalacakları, âyet-i kerîmelerle bildirildi.
Sevgili Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir gün Ebü’l-As’a rastladı. Yanından ayrıldıktan sonra Hakem, Resûlullah efendimizin arkasından alay ederek; ağzını, yüzünü ve vücûdunu oynattı. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, Hakem’in yaptıklarını nübüvvet nuru ile gördü ve öyle kalması için duâ buyurunca, vücûdunu bir titreme aldı, ömrünün sonuna kadar öyle kaldı.
Efendimiz en büyük destekçisi Hazreti Hatice validemiz'in ve amcası Ebu Talib’in vefatından sonra müşrikler eza ve cefalarını iyice artırdılar. Allah Resulü bir çıkış bir ümit olarak Mekke yakınlarındaki Taif şehrine giderek burada yaşayan Sakif kabilesini İslama davet etti. Onlar iman etmek şöyle dursun bir de O İki cihan sultanına "Allah, peygamber olarak gönderecek senden başkasını bulamadı mı?"diyecek kadar küstahlıkta ileri giderek şehrin ayak takımı gençlerine O mübarek peygamberi taşlattılar. Allah Resulüne gelen taşlara evlatlığı Zeyd bir Harise siper oluyordu. Mübarek ayakları kanadı. Yorgunluktan bitap düşüp oturmak istediklerinde o azılı gençler taş yağmuruna tutuyorlardı.Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak Kâinatın Efendisi ve Hazret-i Zeyd'i taşa tuttular. Resûlullahın mübârek ayakları kana bulandı. Öyle ki, isâbet eden taşların açtığı yaraların acısı yürümeye engel olur hâle geldi. Resûl-i Ekrem, zaman zaman oturmak zorunda kaldı. Ama bu vicdansızlar, her seferinde onu zorla ayağa kaldırarak, yeniden yaralı ayaklarını taş yağmuruna tutuyorlardı. Ayak takımı, Peygamber Efendimizi ızdırap içinde bırakırken, taşlarıyla beraber kahkahalar da savuruyorlardı.Peygamberliğin yedinci ile onuncu yılları arası üç yıl süren boykot olayında da Allah Resulü ve şanlı sahabesi iktisaden çok büyük sıkıntılara düştüler.
Ebu Cehil başkanlığında toplanan müşrikler müslümanlara ve onların kabilesi olan Haşimoğullarına kız alıp vermeyi her türlü yiyecek ve giyecek maddesini alıp satmayı yasakladılar. Bunu bir ahitname halinde yazarak Kabe’nin duvarına astılar.
Üç sene boyunca müslümanların yaşadığı Ebu Talip mahallesine asla dışarıdan en ufak bir yiyecek ve ihtiyaç maddesinin girmesine müsaade etmediler.
Bu boykot döneminde Allah Resulü ve mübarek hanımı Hazreti Hatice bütün servetlerini din yolunda harcadılar.
Müşriklerin zulmü o kadar arttı ki açlıktan annelerin sütü kesildiği için bebeler açlıktan öldü. Çocuklar, yaşlılar , kadın ve erkekler yiyecek bir şey bulamadıkları için günlerce aç kaldılar.
Bunun üzerine Allah Resulü müşriklere bir kıtlık vermesi için Allah’a dua etti. O kıtlık Mekkeli müşrikleri kasıp kavurdu.
Bazı iyi niyyetli kişilerin bu duruma isyan ederek gizli gizli yiyecek göndermeleri neticesinde üç sene sonra bu ambargo kaldırıldı. Zaten bir güvenin ahitnamenin yazılı olduğu kağıdı kemirip yemesiyle de ortada yazılı bir metin de kalmamıştı. Allah Resulü bir mucize olarak bunu bildirdi.
Bütün bu yapılan zulümler, eziyetler, işkenceler, baskılar, ambargolar, alaylar, hakaretler asla O iki Cihan sultanını ve O’nun şanlı sahanesini yolundan döndüremedi.
@“Bir elime güneşi diğer elime ayı verseniz yine davamdan vazgeçmem” buyuran Allah Resulü hiç bir şeyden yılmadan dini tebliğ etmeye devam etti.
Devamı var