Birinci Cihan Harbi başlayıp halife Sultan Reşat döneminin Şeyhülislam ve Evkaf bakanı Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi “Cihad-ı Ekber”
fetvası verir. O esnada Avustralya’da dondurmacılık ve kasaplık yapan
iki Türk Çanakkale’ye gidip savaşmak için yetkili makamlara müracaat
ederler. İzin vermedikleri gibi bu iki yiğitle de dalga geçerler. Bu
durum çok zorlarına gider. Fakat bir şeyler yapmaları gerektiğini de
biliyorlar.
AVUSTRALYA’YA NASIL GİTTİLER?
1912
yılında İngilizler, Hindistan’ı işgal eder. Osmanlı ordusu da 300'ü aşkın levent asker ile Hindistan’a yardıma gider. Buradaki savaşlarda 40 kadar
Türk askeri esir düşer. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir
askerini, İngilizler gemilerde çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz
gemisi Avustralya’ya geldiğinde, esir iki Osmanlı askeri bir yolunu
bulup gemiden kaçarlar. Bu iki asker, mesleği dondurmacılık olan Maraşlı Abdullah ile savaştan önce kasaplık yaparak hayatını kazanan Tarakçı Mehmet'tir.
Abdullah
ve Mehmet mesleklerini yaparak kendilerine yeni bir hayat kurarlar.
İşleri ve kazançları iyidir ama onların kulağı sürekli Anadolu’da ve
memleketlerindedir. Tam bu sırada Avustralya hükümeti, İngilizlerle
birlikte savaşma üzere Çanakkale’ye asker çıkarmaya karar verir.
Abdullah
ve Mehmet bunu duyunca vatanlarına geri dönmek isterler ama bu mümkün
olmaz. Bunun üzerine Avustralya hükümetine savaş ilan ederler. Bunu da
gönderdikleri bir mektup ile duyururlar.
Ellerinde ne var ne yok
satıp onunla silah alırlar. Anzak askerlerini Çanakkale’ye sevk edecek
olan trenin geçeceği stratejik bir yere mevzilenirler. Tren yoluna da
Türk bayraklarıyla süsledikleri dondurma arabasını koyarlar. Bütün
hızıyla gitmekte olan tren raylar üzerindeki cismi görünce durur. Tam o
esnada iki yiğit siper aldıkları kayaların ardından önce el bombalarını
atar, ardından da ellerindeki silahlarla ateş etmeye başlarlar. Büyük
bir orduyla savaştıklarını düşünen Avustralyalı askerler neye
uğradıklarını şaşırırlar. Anzak askerlerine çok ciddi zayiat verirler.
Kendileri de orada şehit düşerler.
Bunlar kimdir diye yapılan
araştırmanın sonunda Avustralya Genel Valisi Çanakkale’ye gitmek için
izin isteyen, izin verilmeyince de Avustralya’ya savaş ilan eden iki
Türk olduğunu anlar. O dondurma arabasını müzeye koyarlar. Bu olay
Avustralya tarihinde ilk savaş olarak kayıtlara geçer.
OLAY NEREDE GEÇER?
Avustralya’nın
en önemli sanayi, şehri Sydney’in 250 km uzağında, o dönemde Beyaz
Kayalar denilen bölgede siper alırlar. Dondurmacı Abdullah, Osmanlı
kıyafetini, aba ve şalvarını giyer, Kasap Mehmet de bayrağını eline alır
Osmanlı kıyafetini giyer. Uzun bir süreçte Çanakkale'ye sevk edilecek
olan Avustralya askerlerine büyük zayiatlar verdiren suikastlar
düzenlerler. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen Avustralyalılar, sonunda
iki Osmanlı askerinin yazmış olduğu mektubu hatırlayıp bölgeye 250 kadar
asker sevk ederler. Bunun sonucunda kendileriyle mücadele etmeye gelen
askerlerin bazılarıyla birlikte kendileri de hayatlarını kaybeder. Bu iki kahraman Türk anısına Avustralyalılar White Rock bölgesine Türk kayalıkları adını verir.
Not:Maalesef bende bugüne kadar böyle biliyordum.Sağolsun Sami Hocam uyardı, kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ada maymunu ingilizler bizlere daha nice hinliklerini tarihi gerçek diye yutturduklarına ibret olması açısından,
yanlışınla beraber doğruyuda aşağıya asıyorum
Doğrusu:
1851-1914 yılları arasında İngiltere’nin kraliçesi olan Victoria, döneminin sonlarına doğru o güne kadar resmen sömürdükleri Avustralya ve Yenizelanda’yı yine sömürmeye devam etmek ama kazı bağırtmadan yolmak amacıyla ‘’ Bundan böyle sizlere dominyon statüsü verdim.’’ Dedi. Yani artık iç işlerinde serbest, dış işlerinde İngiltere’ye bağlı devletler oluyordu Avustralya da Yenizelanda da...
1914 yılında malum I. Dünya savaşı patlak verdi. Bu savaş başlayınca İngiltere, dominyonları olan Avustralya ve Yenizelanda’ya ‘’ Haydi bakalım savaşa!’’ Demeye başladı. Ancak İngiltere için çok önemli engeller vardı: Birincisi, gerek Avustralya'nın, gerekse Yenizelanda’nın bir ordusu filan yoktu. Memleketin asayişini sağlamak üzere görev yapan bir miktar polis-jandarma gücünden başka silahlı gücü bulunmamaktaydı. İkinci engel: Dominyon yasalarına göre bile Avustralya ve Yenizelanda’da zorunlu askerlik diye bir şey yoktu. İnsanlar askere ancak gönüllü olarak alınabilirlerdi.
Peki Avustralya ve Yenizelanda’nın gençleri gönüllüler miydi bilmedikleri diyarlarda, bilmedikleri insanlarla savaşmaya? Hem de silah nedir, nasıl kullanılır bilmeden? Değillerdi elbette.
Neticede İngilizler, Avustralya ve Yenizelanda insanlarını kendilerinin yanında savaşa katılmaya ikna edebilmek için bir şeyler yapmak zorundaydılar.Aksi takdirde ormanlardan topladıkları üç beş yamyam kabilesi mensubuyla bu iş yürümeyecekti.Özellikle Avustralya ve Yenizelanda Sosyalistleri günümüz tabiriyle ‘’ No War, Make Love ‘’ ( Savaşma seviş ) diyorlar, İngiltere’nin canını sıkıyorlardı.
İngiltere böyle kara kara düşünürken Osmanlı padişahı Mehmet Reşat, Alman İmparatoru Wilhelm ve Avusturya-Macaristan İmparatorunun gazına gelip kutsal cihat ilan edince İngiltere aradığı fırsatı buldu.
İşte bu kutsal cihat çağrısından sonra pek çoğumuzun, hatta bir tarihçi olduğum halde benim bile uzun bir süre sazan gibi oltaya takılıp yuttuğumuz bir şey oldu.(Çünkü aklımız böyle şeytanlıklara ermiyordu.)
Oldukça uzun süre ‘’ Çanakkale Savaşları Sırasında Avustralyalılara Karşı Cihat İlan Etmiş İki Kahraman Afganlı ( Bazı anlatımlarda Pakistanlı, bazı anlatımlarda ise Türk ) ’’ Olarak anlatılan biri dondurmacı, öteki kasap iki kişi güya padişahın ilan ettiği kutsal cihada uyarak Avustralya’nın iç kesimlerinde yer alan Broken Hill adlı bir maden kasabasında, içinde 1200 kişinin bulunduğu bir yolcu trenine White Rocks ( Beyaz Kayalar ) denilen bir mevkide saldırdılar ve dört kişi öldürüldü, yedi kişi de yaralandı. [ 2019 Yılı Yapımı '' Türk İşi Dondurma'' Filmi, bu olayı anlatır. Filme göre olayın kahramanları Afgan mafgan değil Türk'tür. Lakin gerçekler bu filmde anlatıldığı gibi de değildir.]
Söylemeye hacet yok aynen Usame bin Laden gibi, bu saldırıyı gerçekleştiren ve adlarının Gül Muhammet ve Molla Abdullah olduğu iddia edilen bu iki kahraman(!) olay yerinde öldürüldüler.
Bizler senelerce bu Gül Muhammet ve Molla Abdullah’ı hiç sorgulamadan ‘’ Helal olsun aslanlara. Maşallah maşallah sadece iki kişi koskoca Avustralya’ya savaş açmış. İşte din-i İslam sevgisi, işte şehadet aşkı bu.’’ Diye yorumladık, öldürülmüş olan dört sivil ve günahsız Avustralya vatandaşını sallamadık da iki Müslüman mücahidin(!) kahramanlıklarına odaklandık hep.[ Bu iki kişinin öldürdüğü insanlar arasında on yedi yaşında bir kız çocuğu olan Alma Cowie de vardı. ]
Mesela Avustralya’da o dönemlerde polis ve jandarma bile silah bulmakta zorlanırken( Tüm polis birliğinde sadece yedi tabanca varmış )iki fakir Afganlının, hem askeri hem de çok pahalı olan silahları nereden ve nasıl temin ettiklerini hiç sormadık.
Molla Abdullah ve Gül Mehmet’in saldırının amaçlarını anlattıkları mektupların niçin üzerlerinde değil de üç gün sonra bir taşın altında bulunduğunu sormadık.[ Saldırının amacını direkt Padişaha( V. Mehmed Reşad ) yazdıkları mektuplarla anlatmışlar ( ''Yerseniz tabii ki'' Diyemiyorum çünkü çok uzun süre yedik maalesef. )
Ellerinde sınırlı sayıda mermi bulunup bunu zaten saldırıda kullanmış oldukları için mermileri kalmayan bu iki kişi neden canlı değil de ölü olarak ele geçirildi? Bunu da sormadık sorgulamadık.
İki Afganlının elinde Türk Bayrağının ne işi olduğunu sormak zaten hiç aklımızın ucundan geçmedi çünkü gururumuz okşanmıştı. Ne de olsa bizim bayrağımız altında şehadet şerbetini içmişlerdi (!)
1 Ocak 1915 Günü gerçekleşen bu olay her şeyden önce o zamanki Avustralya, sonra da İngiltere ve Avrupa basınında ‘’ Türkler masum insanları katlettiler.’’ Olarak anlatıldı. İslam dini mensuplarının işte böylesine acımasız ve barbar oldukları kanıtlanmış oldu İngilizlere göre. Türklere ve Müslümanlara karşı savaşılmazsa buna benzer olayların her an her Hıristiyanın başına gelebileceği anlatıldı.[ İngiliz'in oyununu sanırım yavaş yavaş anlıyorsunuz.]
Sonuçta savaşa gitmekte hiç de istekli olmayan Avustralya ve Yenizelandalı gençler ‘’Beni de askere alın. Ben de Türklere karşı savaşmak istiyorum’’ Diye asker alım merkezlerinin önünde kuyruklar oluşturmaya başladılar. Öyle ki bizim padişahımız halifemizin kutsal cihadının Müslümanlar üzerindeki etkisinden çok çok daha etkili oldu Broken Hill saldırısı. 1Ocak 1915 tarihinden sonra artık her Avustralyalı ve Yenizelandalı genç kutsal bir amaç için (!) canını seve seve vermeye hazırdı. Gidilecek yolun uzunluğu, çarpışılacak düşmanın dünyanın en savaşçı milleti olması ve dahi kendilerinin savaş ve silah hakkında hiç bir bilgilerinin olmamasının önemi yoktu onların gözünde. Tıpkı o katliamı yapanların Türk değil Afgan olmasının bir önemi olmadığı gibi. Onların beyinleri artık ‘’Türk ve Müslümanları ortadan kaldır’’ Komutu veriyordu sürekli.
Sanırım meseleyi anladınız değil mi? Yani ''Anzakların ne işi vardı Çanakkale’de?'' sorusunun cevabı sanırım verilmiş oldu. Onlar masum insanları hunharca katleden(!) Türkleri yer yüzünden silmek için gelmişlerdi Çanakkale’ye.
1915 Yılına kadar hayatlarında hiç yüzünü görmedikleri, aralarında hiç bir düşmanlık bulunmayan bir milleti ortadan kaldırmak için yaklaşık olarak on beş bin kilometre yol, bir sürü eziyete katlanmalarının sebebi İngiltere tarafından düzenlenen bir dalavereydi ama bu dalavereyi biz Türkler de Avustralyalı ve Yenizelandalılar da olaydan yaklaşık yüz sene sonra anlayabildik.
Evet, bugün ( 18 Mart 2024) Çanakkale Zaferinin 109. Yıldönümü.
Milletime kutlu olsun. Allah biz Türk Milletine böyle bir savaşı-zaferle neticelense de- bir daha yaşatmasın.
1- Brooken Hill kasabasında 1915 yılındaki saldırının gerçekleştiği White Rocks mıntıkası
2- Gül Mehmet ve Molla Abdullah’ın ellerinde bulunan tüfekler ve Türk Bayrağı
3-Gül Mehmet ve Molla Abdullah’ın silahları taşıdıkları Gül Mehmet’e ait dondurma arabası
4- 1. Ocak 1915 de saldırıya uğrayan trene ait olduğu iddia edilen bir vagon.
5- 1 Ocak 1915 yılındaki Brooken Hill saldırısında ölen on yedi yaşındaki Alma Cowie
6- İnsanımızı göz yaşlarına boğan ama maalesef gerçekleri anlatmayan, yine de çok güzel bir film olan Türk İşi Dondurma filminin afişi.
https://edebiyatevi.com/yazi/283819
(
Yalan Ve Doğru Tarihimiz başlıklı yazı
Mustafaoglu tarafından
15.10.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.