DAĞINIK YATAK
Bir dairede işim vardı. Oturmuş, sıramı beklerken bir çit yeşil gözün beni süzdüğünü farkettim. Orada çalışan kızlardan biri bana beğeniyle bakıyordu. Gözlerinden gözlerimi alamadım. Başımla hafifçe selam verdim. Gülerek başını eğdi. Sıram gelmişti. İşimi görüp kızın yanına yaklaştım. Kız şefiyle konuşuyordu. Dudak bükerek oradan uzaklaşıyordum ki, kızın şefiyle konuşması bitti. Bana dönerek
“Evli, iki çocuklu” dedi. Yani, merak etme, aramızda bir şey yok, olamaz, demek istiyordu. Bundan cesaret alarak “Buradan kaçta çıkıyorsunuz?” diye sordum. “Beş gibi” dedi. “Görüşürüz” diyerek elimi uzattım. Tokalaştık. O da “Görüşürüz” diyerek el salladı.
Tam saat beşte dairenin önündeydim. Kapıdan çıkarken beni gördü, yanıma geldi. “Bir yerlerde oturup konuşalım” dedim. “Olur ama evde biraz işim var. Uzun sürmez” dedi. “Hadi sen de gel” diye elimi tuttu. Fırsatı kaçırmamak için hemen olur dedim. Yolda, “Yarın istersen daha erken buluşabiliriz” diye güldü. “Nasıl olacak o?” , “Dairedekilere annem hasta diye yalan söylerim.”, “İnanırlar mı bakalım”, “Niye inanmasınlar? Ağlayıveririm, inanırlar.”
İçimden, “Yalan söylemeyi iyi beceriyor anlaşılan. Beni hemen evine davet etti. Elinden kaçırmak istemiyor galiba. Bana sen dedi. Hemen sahiplendi. Evde kendisine bir şey yaparım diye hiç çekinmiyor. Belki de işi sağlama bağlamak istiyor. Başka erkekleri böyle evine çağırıyor mu acaba? Bana güveniyor herhalde. Uslu duracağımı nereden biliyor? Yoksa eşine dostuna, bakın benim de bir sevgilim var. Ciddiyiz. Durdum durdum, turnayı gözünden vurdum. Hem yakışıklı hem paralı birini buldum mu demek istiyor…Yoksa erkeksizlik başına vurdu da ne olursa olsun mu diyor?” gibi düşünceler geçiyordu.
Evine vardık. Beni bir koltuğa oturttu. “Bir dakika bekle” diyerek dağınık yataklı odasına geçti. Odasının kapısını tam kapamadı. İnsan yatağını bir toplar be! Ben bile erkek olduğum halde her gün yatağımı toplarım, hiç dağınık bırakmam. Belki aceleden böyle yapmıştır canım. Pasaklı biri değildir herhalde. Neyse, kötü düşünmeyeyim. Dakikalar geçiyor. Nerede kaldı bu? İçeri girip kendisini yatağa atmamı mı bekliyor yoksa? Bir gözetleyeyim bakalım içerde ne yapıyor diye düşünerek ayağa kalktım. Tam o sırada yanıma geldi. “Çok beklettim mi canım?” diye sordu. Sonra da, “Dairedeki kıyafetimi hemen evde çıkarırım. Hoşuma gitmiyor üniforma gibi o şey. Nasıl, yakışmış mı? Sana daha güzel görünmek için giydim. Ne giyeceğime karar verememiştim. Ondan geciktim” diye özür diledi. “Evde yalnız mı yaşıyorsun?” diye sordum. “Evet” dedi. Tam o sırada kapının zili çalındı. Açmadı. Telaşla, eyvah, basıldık galiba, diye düşündüm. “Kapıyı açmayacak mısın, kim gelir bu saatte?” diye sordum. “Komşumuz meraklı melahattir bu. Kapıyı çalışından anladım. Pencereden senin gelişini görmüştür.” Diye kapıya yöneldi. Çünkü kapı çalınmaya devam ediyordu. Kapıyı açtı, “Meşgulüm, sonra gel” diyerek kapıyı kapamak istedi. “Ne meşguliyetiymiş bu?” diyerek içeri girmeye çalıştı komşu kızı. İçeride beni görünce güldü, göz kırptı. “ Anladım şimdi kapıyı geç açışının nedenini, diye konuştu. Bizimkinin kulağına eğilip “yoksa iş başında mıydınız kız?” diye fıkırdadı. “Yok canım, daha neler!”
“Nasıl yakaladın bu yakışıklıyı” diye fısıldadı. “Ben ev kızıyım ya. Düşmüyor bana böylesi” diye içini çekti. “İmreniyorum sana” diye başını salladı. Bizimki, “Ben de sana imreniyorum” diye konuştu, “Evde keyif sürüyorsun. Karışanın görüşenin, rahatsız edenin yok.”
“Merak etme. Evlenince işi bırakır, evinin kadını olursun.”, “İnşallah!”
Komşu kızı fısıldamayı bırakıp benim yanına geldi. “Tanıştırmayacak mısın beni bu beyle” diye sordu. Cevap beklemeden, “Hoş geldiniz?” diye eğildi, elimi sıktı. Gözüm göğüslerinin çatalına takıldı. “Oradan gözlerimi ayıramadan hoş bulduk dedim. Karşıma oturdu. Mini etek giymişti. Eteği baldırlarına kadar sıyrıldı, aldırmadı, örtmeye de kalkmadı. Bacakları güzeldi. Yutkundum.
Bizimki tehlikeyi sezip beni ayağa kaldırdı. “Biz de gitmek üzereydik” diyerek kapıya doğru sürükledi.
Dışarda komşu kızı “sevgilini yemedik ya” diye söylendi. Böyle diyordu ama “onu alma beni al” der gibi gözlerimin içine bakıyordu. Onu orada bırakıp aşağıya indik. Evin altında bir çay ocağı vardı. Sağa sola birkaç iskemle atılmıştı. Çay ocağının sahibi bizimkini görünce güldü. “Bugün eve çift mi geldin?” diye göz kırptı. Merakla beni süzdü. “Öyle oldu Ali abi” dedi kız, sonra bana döndü, “İstersen burada biraz oturalım. Ali abi güzel çay demler, içmeden duramam. Dairedeki kadın bu işi beceremiyor” diye konuştu. İçimden "madem çay içirecektin, yukarıda niye içirmedin, çay yapmayı da mı bilmiyorsun_" dedim. Dağınık yatak gözümün önüne geldi. "Sen önce yatağını düzelt, çay şöyle dursun, diye söylendim.
Kahveci, çırağına, "Şurayı biraz düzelt, beyefendi otursun. Ben de onlara kendi ellerimle tavşan kanı bir çay demleyeyim" diyerek güldü. Bizimki de gülerek, "İşimden yorgun geldiğimde burada oturur, çay içerim. Abimin çayları meşhurdur. şimdi boş olduğuna bakma. Öteki mahallelerden çay içmeye gelenler olur" diye konuştu. "Öyle ya, dedi çaycı. Çoğu zaman sabah kahvaltısını burada yapar hanım kızımız. Yesin diye simitle peynir de bulundururum."
İçime bir soğukluk girdi. "Demek kahvaltılık hazırlamaya da üşeniyorsu ha!" diye mırıldandım. Bu kız, yağlı kuyruk buldum diye beni herkese tanıtmaya çalışıyor. İlerde iş ilerleyince ayrılmak zor olur böylesinden. Bakarsın, beni evlenme vaadiyle kandırdı diye dava açmaya kalkar. Tanıkları da hazır nasıl olsa. O zaman ayıkla bakalım şu pirincin taşını...Komşu kızıyla da başım belaya girebilir.
Oturmuştum ama ani bir kararla ayağa kalktım. "Benim çok acil bir işim vardı. Unutmuşum. Kusura bakma. Gitmek zorundayım" dedim. Bir şey söylemesine fırsat vermeden oradan kaçtım.
ERHAN TIĞLI