M.
NİHAT MALKOÇ
Buzların
yastık, karların yorgan olduğu ölüme susamış bir mekândır Sarıkamış.
Acıların
beşiğidir Sarıkamış Harekâtı. Bembeyaz
karların üzerinde son nefesini verenlerin sükûtudur. Körpe bedenlerin karlara
ekildiği buz gibi bir mevsimdir. Gecelerin eksi otuzları gördüğü bir garip
zaman dilimidir. Sıla hasretiyle yanıp tutuşanların karlara ve korlara
karıştığı, gözyaşlarının azık, duaların silah olarak görüldüğü bir acayip
demdir.
Sarıkamış,
kahraman askerlerin buzdan anıtlara dönüştüğü, zamanın durduğu mahzun bir coğrafyadır.
Şahadet bahçelerinde kardelenlerin esas duruşa geçtiği uhrevî bir iklimdir.
Karların üstünde yatan kardan daha beyaz yüreklilerin sonsuzluğa göç
merasimidir.
Kahraman
Türk askerinin zalim Moskof'a değil dumanlarla kaplı Allahüekber Dağları'nda
tipiye yenildiği talihsiz ve hüznü tarifsiz bir yerdir Sarıkamış! Yalvarış ve
yakarışların arşı inlettiği, buzların yastık, karların yorgan olduğu tuhaf bir
mekândır.
Yorgunluktan
ve uykusuzluktan yürümeye bile dermanı kalmayanların çarelerinin tükendiği,
çaresizliğin boy verdiği, acıların koyverdiği diyardır Sarıkamış. Geçit vermez Soğanlı
Dağları'ndaki yıldızların bile ışığını esirgediği zifiri karanlıkları bağrında
saklayan bir coğrafyadır bu topraklar. Zemherinin bütün acımasızlığıyla yiğitlerin
üzerine abandığı yerdir.
Yemen
sıcağından dönenlerin nefeslerinin donduğu, gecenin ayazının yüzleri bıçak gibi
kestiği, umutların umutsuzluğa dönüştüğü bir garip beldedir Sarıkamış. Ahiret
uykularına yatan kefensiz kuzular o toprakları sonsuzluk mekânı edinmişlerdir
kendilerine.
Osmanlı
Devleti'nin I. Dünya Savaşı'nda mücadele ettiği cephelerden biri olan Kafkas
Cephesi'nde cereyan eden Sarıkamış Harekâtı büyük bir trajediyi içinde
barındırmaktadır. Bütün savaşlar acıları beraberinde getirse de, tarihte
örneğine çok az rastlanabilecek Sarıkamış Harekâtı başka savaşlarla kıyas
edilemeyecek kadar elim ve vahim bir savaştır. Eksi 20, hatta 30 derecelerin
görüldüğü dondurucu bir havada, metrelerce karın her tarafı kapladığı bir
ortamda paltosuz ve ayakkabısız askerlerin durumunu düşünmek bile istemeyiz.
Türk
tarihinin dönüm noktalarından biridir Sarıkamış Harekâtı.
Türk
tarihinin dönüm noktalarından biridir Sarıkamış Harekâtı. O ki tarihimizde yaşanan en büyük faciaların
başında gelir. Hüznün ve acının kristalleşmiş hâlidir bu (z)amansız harekât.
Mahzunlaşan yüreklere in(diril)en en ağır silledir. Burada şahadet mertebesine
erişenlerin bir kısmı donarak, bir kısmı vuruşarak, bir kısmı da salgın
hastalıklardan dolayı bu sonlu dünyadan sonsuz âleme göç eylemiştir.
Sarıkamış
Harekâtı bu milletin acılarını katmerleştiren sıra dışı bir faciadır. Onun
içindir ki zamanında tam üç yıl boyunca Harbiye Nezareti tarafından sansürlenmiş,
üzerinde konuşulması, yorumlanması yasaklanmıştır. Zira o dönemler çetin
savaşların ve hezimetlerin ardı ardına geldiği talihsiz dönemlerdi. Askerin ve
milletin moralinin bozulmaması, aksine üst düzeyde tutulması gerekirdi. Öyle de
yapmışlar. Hatta cepheden uydurma zafer müjdelerini İstanbul'a bildirmişler.
Binlerce askerimiz öldüğü hâlde bu, millete zafer diye yutturulmuştur. Gerçekler
daha sonra, çok daha sonra öğrenilebilmiştir. İnsanlarımız ancak bir asır sonra
hadiselerin gerçek anlamda farkına vararak onları muhasebe etme imkânı
bulmuştur.
Enver Paşa,
Osmanlı Padişahı Sultan Abdülmecit'in torunu ve Şehzade Süleyman Efendi'nin
kızı Naciye Sultan (Killigil)’la evliliği” nedeniyle saraya damat olmuş, kısa
sürede albaylıktan generalliğe terfi ederek Harbiye Nazırı olup ülkeyi
Almanların yanında I. Dünya Savaşı'na sokmuştu. Sarıkamış Harekâtı'nın da
gerçekleştirildiği Kafkas Cephesi de bu savaşın duraklarından biriydi. Enver
Paşa'nın doğuya dair hayalleri onu yeni maceralara atılmaya zorlamıştır. Kendine
uçuk kaçık hayallerle dolu ütopik bir dünya kuran Enver Paşa, Doğu Cephesi’nde
Ruslara karşı başarı sağlamak suretiyle Almanları rahatlatmak istemiştir. O da
Almanlar istiyor diye sonu felâket olacak böyle bir uçuruma yol almıştır.
Hasan İzzet Paşa’nın “senenin en uzun ve en
soğuk günlerinde” yapılan bir harekâtın, büyük bir hüsranla sonuçlanacağını
ısrarla söylemesine rağmen bu uyarılara kulaklarını tıkayan Enver Paşa, Hafız
Hakkı’nın verdiği raporlara güvenerek harekât kararını almıştır. Enver Paşa
güya Kafkasya fatihi olarak Hindistan’a ilerleyecek, bütün Orta Asya’yı Türk
bayrağı altında toplayacaktı. Bu hayaller onu her geçen gün hakikatlerden
uzaklaştırmıştır.
Hasan İzzet
Paşa’nın “Erzurum ve civarında genel bir savunma yapmak, bahara dek Rusları
oyalamak ve ordunun eksikliklerini tamamlayarak taarruza geçmek" fikri
Enver Paşa tarafından kabul görmemiştir. Enver Paşa, Hafız Hakkı Bey’in “Dağlar
üzerinden yollar keşfettirdim. Bir kısmını kendim de gördüm, bu mevsimde
yollardan hareketin mümkün olduğuna kani oldum.” muhtevalı raporlarından daha
çok etkilenmiş ve ikna olmuştur.
Böylece Hafız
Hakkı Bey yarbaylıktan albaylığa terfi ettirilerek bu harekâtın bir anlamda onayı
verilmiş olur.
Kışın en sert dönemine rastlayan bu harekâtın
biraz ertelenmesini isteyen Hasan İzzet Paşa’ya “Yemin ederim, eğer hocam
olmasaydınız sizi astırırdım!” diyerek sert bir şekilde tepki gösteren Enver
Paşa, onu kumandanlıktan alarak, görevi bizzat kendisi üstlenmiştir. Böylece Allahüekber
Dağları'nın karını, kışını hafife almışlardır. Bu durum onların hırslarının
esiri olduklarını gösteren somut bir delildir.
Enver
Paşa, "Kafkasya Fatihi" olma hayaliyle gerçekleri görmekten çok
uzaktı.
"Kafkasya
Fatihi" olma hayaliyle gerçekleri göremeyecek kadar körleşen Enver
Paşa'nın Kafkasya'yı fethetme,Orta Asya devletlerini Türk bayrağı altında
toplama ve neticede ta Hindistan'a kadar gitme hayaliyle başlattığı, ancak iki
hafta sürdürebildiği Sarıkamış Harekâtı, Osmanlı ordusunu paramparça ederek
savaşamaz duruma getirmiştir. Bu vahim hadise uzun yıllar boyunca toplumumuzun
hafızasında kendine yer edinmiştir.
Koca bir orduyu paramparça eden Sarıkamış
Harekâtı, 22 Aralık 1914 tarihinde başlamıştı. Bu harekât, I. Dünya Savaşı
sırasında, 22 Aralık 1914 ve 6 Ocak 1915 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğu
ile Rusya arasında Sarıkamış ve çevresinde (Oltu, Narman, Penek, Horasan,
Bardız, Micingirt, Karaurgan, Divik) gerçekleşen muharebelerdir.
Aslında iyi
bir vatansever olan ama gerçekleri göremeyecek kadar da körleşen Enver Paşa bu
muharebede Napolyon olma hayaliyle gerekli teçhizattan yoksun orduyu çetin kış
şartlarında tam bir felâkete doğru sevk etmiştir. Başta yöreyi iyi bilen Hasan
İzzet Paşa olmak üzere, tüm uzman kişilerin karşı çıkmalarına rağmen Enver Paşa
gerçeklere kulağını tıkamış, kısa süre de olsa pembe rüyalar görerek hayal
âleminde yaşamayı tercih etmiştir.
Enver Paşa
bu duygular ve hayaller içerisinde zemheri ayının ilk günü olan 21 Aralık’ta
orduya saldırı emrini vermiştir. İki haftalık süre içindeki imkânsızlıkların ve
tabiat şartlarının getirmiş olduğu olumsuzluklarla ordu, bırakın savaşmayı,
karlı dağlarda yürüyemez olmuştur. Allahüekber Dağları'nda kardan, fırtınadan
ve tipiden bir adım önlerini göremez hâle gelmişlerdir. Yiyecek temin
edilemediği için açlıktan ve zor şartlar altında karlı dağlarda yürümekten
bitap düşmüşlerdir. Üzerlerinde kışlık elbiseler olmadığından dolayı aşırı
üşütme nedeniyle birçok hastalık baş göstermiştir. İlikleri donduran soğuk,
açlık ve yorgunluk adlı üç büyük düşman bir araya gelerek başka düşmanlarla
(Ruslarla) savaşmayı, hatta yaşamayı bile imkânsız hâle getirmiştir. Çaresiz
askerlerimiz kendi derdiyle boğuşmuştur. Bu durum onların Rusya'ya karşı
kendilerini göstermelerini imkânsız kılmıştır.
Askerlik
şubelerinden kaput, ayakkabı ve avcı yeleği verilmeden gönderilen askerlerimiz
metrelerce karla kaplı dağlarda, sıfırın altında otuz derecede çarıklarla
ilerlemek mecburiyetinde kalmışlardır. Askerlerimiz donmamak için ağaçlara
tırmanmıştır. Şiddetli kış rüzgarlarının yere yıktığı askerler bir daha ayağa
kalkma gücünü kendilerinde bulamayarak oracıkta kalakalmış, kısa zaman
içerisinde de donarak adeta kar çiçeklerine dönüşmüşlerdir. Üzerlerini kapatan bembeyaz kar salkımları askerlerimizin
sanki doğal kefenleri olmuştur.
Mevsimine
göre giydirilmeden kışın son derece sert ve ağır geçtiği metrelerce karla kaplı
yüksek dağlara savaşmaya gönderilen bu kahramanlar ya donarak ölmüş ya da
yeterli beslenemedikleri için hastalıklardan dolayı ölüme mahkum olmuşlardır.
Çoğu da yeterince temizlik yapılamadığı için bitlenip tifüse yakalanarak son
nefeslerini vermişlerdir. Bu şartlarda bir yolunu bulup sağ kalanlar da ya
Ruslar tarafından öldürülmüş ya da Sibirya'ya sürgüne gönderilmiştir. Böylece
birçoğu da sürgün sırasında olumsuz şartlardan dolayı can vermiştir. Yani zafer
yolculuğuna çıkarken umulanlar, varılan noktada bulunamamıştır.
Amirlerine
(üstlerine) itaat etmeyi canlarından kıymetli sayan şerefli ve disiplinli Türk
askeri Sarıkamış Harekâtı'nda da elinden geleni yapmış, açlıktan, soğuktan
ölene kadar görevini hakkıyla ve lâyıkıyla ifa etmiştir. Soğuktan kıpırdayamaz
hâle gelinceye kadar, tetik çekecek güçleri kalana kadar vatan ve millet
yolunda mücadeleden vazgeçmemişlerdir. Fakat imamesi zayıf bir tespihe benzeyen
Sarıkamış Harekâtı'nın masum erleri ipi kopmuş bir tespih gibi dağ başlarında
birer birer dağılmıştır. Allahüekber Dağları adeta ölüm kusmuştur.
Temmuzun sıcağında düşünürken bile içimizi
donduran Sarıkamış faciası, Osmanlı Devleti’nin parçalanma süreci içinde önemli
bir duraktır. Trablusgarp, Balkanlar, Sarıkamış, Yemen, Şam, Kudüs, Medine diye
sıralanan kaybedişler zincirinin önemli bir halkasıdır.
Sarıkamış'ta
90 bin askerimiz donarak ölmedi.
Milletimizi
derinden üzen Sarıkamış Harekâtı üzerine bugüne kadar söylenenlerin çoğu ya
yanlış ya da abartılıdır. Bir hadisenin önemine binaen millet olarak abartılı
konuşmayı severiz. Sarıkamış Harekâtı'na dair söylenenler de bunun bir
neticesidir. Türk edebiyatında yazdığı "Çanakkale Mahşeri", "Yazılamamış
Destanlar", "Yemen Âh Yemen", "Ölüm Daha Güzeldi", "Plevne"
ve "Kanije" adlı tarihî romanlarıyla tanınan Mehmet Niyazi Özdemir,
Sarıkamış Harekâtı'na dair düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Sarıkamış Harekâtı'nda şehit
olan asker sayısı 90 bin değil, 23 bin civarındadır. Harekâta 76 bin askerimiz
katıldı. Nasıl oluyor da 76 bin askerimizden 90 bini donarak ölüyor?
15 Şubat 1915 tarihinde orduda
yapılan sayımda 42 bin askerin kaldığı tespit ediliyor. Yaralıları çıkarırsak,
toplam şehidimiz 23 bindir. Donma olayı Erzurum'un Şenkaya ilçesine bağlı
Baldız Köyü'nden Sarıkamış'a hareket eden 25 bin kişilik piyade birliğinde
gerçekleşiyor. Bunlardan 10 bininin Sarıkamış'a ulaştığı kesin. Hangi sihirbaz,
nasıl bir maharetle kalan 15 bin kişiden 90 bin insanı dondurabiliyor?
Donma olayı ordumuzun tamamında
olmadı. Erzurum Şenkaya ilçesinden hareket eden 25 bin askerimizin 10 bini
Sarıkamış'a girdiğine göre, donma olayı bunların arasında oldu. Bunların kaçı
çarpışmalarda vuruldu, kaçı dondu bilmiyoruz. Ancak bir 90 bin yalanı devam
edip gidiyor. Ruslar, bütün savaşlarda kendi ölü sayılarını azaltır, diğer
ülkelerinkini çoğaltır. Sarıkamış Harekatı neticesinde Ruslar 32 bin
askerlerini kaybettiler. Bunca askerin ölümünü mazur göstermek için 'Türkler de
90 bin kayıp verdi,' dediler. Bizdeki bazı kötü niyetli ya da bilgisiz kimseler
de bunu alıp, yıllardır kullanıyor. Rus propagandasını devam ettiriyoruz. Olayı
öyle bir gösteriyoruz ki sanki o cephedeki Osmanlı ordusu hiçbir şey
başaramamış, sanki tek bir kurşun bile atamadan hepsi donup kalmış.
Gözümüzü açtık 90 bin yalanı, yaşlandık bu yalan hâlâ devam ediyor. "
Sarıkamış Harekâtı'na
dair bu yalan
yanlış bilgiler Enver Paşa'yı tarih sahnesinden silmek gayesiyle belli kesimler
tarafından bilinçli olarak ortaya atılmış, halk arasında yayılınca da bir daha
düzeltilememiş, yanlışı doğrusundan daha çok itibar görmüştür.
Sarıkamış
Harekâtı; şiirden tiyatroya, romandan hikayeye edebiyatta yer bulmuştur.
Sarıkamış
Harekâtı'na dair bugüne kadar çok sayıda şiir, deneme, makale, tiyatro, hikâye,
roman ve araştırma kitabı yazıldı. Fakat yazılanların birçoğu birbirinin
tekrarı mahiyetindedir. Üstelik yazılanlar mantık süzgecinden geçirilmemiş
duygusal metinlerdir.
Milletimiz yaşadığı elim hadiselerden şahsî ve içtimaî
dersler çıkarmış, geç de olsa bunları edebî eserlerinde ebedileştirmeyi
bilmiştir. Uzun yıllar içyüzü halktan saklanan, nisyan bulutları içerisinde
görünmez olan Sarıkamış da bunlardan biridir. Fakat Sarıkamış'ın edebiyata
girmesi gerçek anlamda üzerinden neredeyse bir asır geçmesiyle mümkün
olabilmiştir. Halkın hadisenin hakikatini öğrenmesi ve içselleştirmesi uzun
zaman almıştır.
Sarıkamış en çok şiirde ve romanda kendine yer bulmuştur.
Fakat bu, aradan doksan sene geçtikten sonra ancak mümkün olabilmiştir. Bir
asra yakın bu süre içerisinde de acılar küllenmiş, eski yaralar kabuk
bağlamıştır. Füsun Topsever'in "Kar Çiçekleri", Sarıkamış Harbi’nin
ana konu olarak ele alındığı ve işlendiği ilk roman olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Sayıları her geçen gün artan Sarıkamış
romanlarını çekirdek vakada (ana olay) ve çerçeve vakada (motif olarak) işleyen
romanlar olmak üzere iki kategoride ele alarak inceleyebiliriz. Çekirdek vaka
(ana olay) olarak işleyen romanlar arasında Fügen Topsever'in Kar Çiçekleri,
İsmail Bilgin'in Sarıkamış Beyaz Hüzün, Sara Gürbüz Özeren'in Donmuş Umutlar, Deniz
Çınar'ın Kutsal Dağın Çıplağı, Ertuğrul Osman'ın Emret Paşam, Kemalettin
Çalık'ın Sarıkamış/Kor Yüreğim Kar Altında, Cemalettin Taşkıran'ın
Sarıkamış/Ölüme Yürüyüş, Şerife Balkaş Gülseçgin'in Sarıkamış/Allahü Ekber
Dağları, Kadir Akel'in Beni Kara Gömdüler Anne, Ufkun Balkış'ın İncecikten Bir
Kar Yağar, Alaaddin Oğuzalp'in Sarıkamış'ta Ne Var Paşam?, Cihangir Akşit'in
Sarı Sessizlik, Talip Aydemir'in Sürgü, Osman Koç'un Vatan Âh Vatan, M. Bedri
Yalçın'ın Beni Yaralı Bırakma, Hamdi Ülker'in 1914-90000-Sarıkamış, Zekeriya
Bican'ın Azap Günlerinde Harput-Yemen-Sarıkamış, Öner Yağcı'nın Kir, Selçuk
Kızıldağ'ın Nargin romanları sayılabilir. Sarıkamış Harekâtı'nı işleyen ve
büyük bir ilgiyle okunan bu romanlar her geçen gün yazılmaya devam etmektedir.
Ana
olay olmasa da romanın farklı yerlerinde çerçeve vaka (motif) olarak Sarıkamış
Muharebesi'ne değinen romanlar da vardır. Bunlar arasında Hüseyin Rahmi
Gürpınar'ın Mezarından Kalkan Şehit, Burhan Cahit Morkaya'nın Dünkülerin
Romanı, Mithat Cemal Kuntay'ın Üç İstanbul, Halide Edip Adıvar'ın Tatarcık,
Hikmet Ilgaz'ın Şark Yıldızı, Kemal Tahir'in Köyün Kamburu, Kemal Tahir'in
Yorgun Savaşçı, Münevver Ayaşlı'nın Pertev Bey'in Üç Kızı, Erol Toy'un Toprak
Acıkınca, Eşref Özoltulular'ın Soğuk Cennetin Çocukları, Selma Fındıklı'nın Saray
Meydanı'nda Son Gece, Samim Kocagöz'ün İzmir'in İçinde, Kemal Tahir'in Bir
Mülkiyet Kalesi, Ayla Kutlu'nun Emir Bey'in Kızları, Yaşar Kemal'in Bir Ada
Hikâyesi, Hatice Alptekin'in Ters Akıyordu Volga, Bilge Bölükbaşı'nın Beyaz
Yolculuk, Ayten Ayan'ın Yaprakların Döküldü Eylül (Ağacın Kökleri), Hüsnü
Arkan'ın Uzun Bir Yolculuğun Bittiği Yer, M. Rıza Serhadoğlu'nun Savaşçı
Doktorun İzinde, Hakan Gezik'in Buz Yarası, Şeref Tipi'nin Pışıbba, Attilâ
İlhan'ın Gâzi Paşa adlı romanları sayılabilir.
Yiğitlerin
saçında kınadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!
Sarıkamış Harekâtı Türk edebiyatında
sadece romanın değil şiirin de başat konularındandır. Edebî türlerin en çok
sevileni ve en yaygın olanı diye bilinen şiirlerde Sarıkamış'ta çekilen acılar
nakış nakış işlenmiştir. Sarıkamış Harekâtı, şiirimizde geçmişe nazaran
günümüzde daha çok işlenmektedir. Bu çerçevede kendisi de Sarıkamışlı olan Ömer
Ekinci Micingirt Sarıkamış için şu dörtlükleri kaleme almıştır: “Bakışlar
karakış göğe dikildi/ Mevsimler ağlaştı Sarıkamış'ta,/Körpecik bedenler kara
ekildi,/Nur arşa ulaştı Sarıkamış'ta// Tarih şahit bize ölümsüz
millet,/Şehitler ölmez ki benimki hasret,/Gül açtı gözyaşlarım tüllendi
kasvet,/Şehitler buluştu Sarıkamş'ta." Yine Şenkayalı Âşık Ümit Coşkunî
Sarıkamış Harekâtı'nda vatanını savunmaya çalışanları şöyle tasvir eder: "Doksan
bin şehidi saklayan dağlar,/Aşılması güç oldu yolu Mehmet'in,/Ne yana baksalar
dağlar kan ağlar,/Çok perişan oldu hâli Mehmet‟in//Soğanlı Dağı'nın karlı
kışında,/Çarıksız çorapsız dağlar başında,/Mehmet'im çok küçük on dört
yaşında,/Donmuş söylemiyor dili Mehmet'in."
Sarıkamış Harekâtı edebiyatımızda (şiirimizde)
daha çok halk şairlerince ele alınmıştır. Bunlar arasında Âşık Nihanî (19.
yüzyıl), Kağızmanlı Hıfzı, Mevlüt İhsanî ve Âşık Şeref Taşlıova (20. yüzyıl)
başta gelmektedir. Daha öncesinde bu konu pek ele alınmamıştır.
Şairler içinden çıktıkları
milletlerin duygularına tercüman olmakla mükelleftirler. Şair Mehmet Emin
Yurdakul'un haklı olarak ifade ettiği gibi "Bırak beni haykırayım,
susarsam sen mâtem et;/Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,/Sevenleri
toprak olmuş öksüz çocuk gibidir." Bu düşünceden hareketle ben de toplumun
hissiyatına tercüman olmaya çalışan bir şair olarak vaktiyle "Bir Beyaz
Uyku" adlı şiirimde Sarıkamış Harekâtı'nda yaşanan kahramanlıkları ve
acıları dilimin döndüğünce şöyle ifade etmeye çalışmıştım:
"Ne acılar yaşandı Soğanlı
Dağları'nda/Gonca, güle dönüştü şehadet bağlarında/Yurda kurban oldular gencecik çağlarında/Yiğitlerin saçında kınadır
Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//O buzdan döşeklerde görmediler
sabahı/Geride kalanların gökleri tuttu
âhı/Kardan kefenlilerin bayram etti ervahı/Fırat, Dicle, Aras'tır; Tuna'dır
Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Enver Paşa'nın hırsı, izanları
uyuttu/On binlerce neferin hayalleri buz
tuttu /Allahüekber Dağı koca orduyu yuttu/Sitemim, sitayişim sanadır
Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//O bembeyaz örtüye gökyüzünden
kan yağdı/'Buyur' dendi cennete, ötelere can yağdı/Ölümsüzlük yurduna şeref
yağdı, şan yağdı/Tipin de fırtınan da banadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan
anadır Sarıkamış!//Boyun büküp kadere biçare eller gibi.../Bayrakta al oldular,
kırmızı güller gibi/Kardelenler boy verdi, kardan heykeller gibi/Tarafın
hakikatten yanadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!//Son nefesi
verirken al bayrağa baktılar/Kahredici tipide yıldız olup aktılar/Zemheride
donarken yürekleri yaktılar/Maddenin karşısında mânâdır Sarıkamış!/Yüreği kan
ağlayan anadır Sarıkamış!//Ey şehit oğlu şehit, hasretin yakar durur!/Gözümden
yüreğime gözyaşım akar durur/Yiğitlerin yarası karanfil kokar durur/Ziyan mala
değildir, canadır Sarıkamış!/Yüreği kan ağlayan anadır Sarıkamış!"
Acının
özgül ağırlığı hakikatleri perdelememelidir.
Harp
tarihimizin acı sahnelerinden biri olan Sarıkamış Harekâtı, Anadolu'nun bağrına
paslı bir hançer gibi saplanmaya çalışan Rusları durdurmak için yapılmıştır. Bu
harekât belki zamanlama açısından doğru değildir ama güdülen gaye açısından o kadar
da vaveyla koparılacak kadar da yersiz değildir. Tek kurşun atmadan 90 bin
askerin donarak öldüğü iddiası koca bir yalandır. Hezimetten yola çıkarak
yapılan bu değerlendirmeler bir öfkenin ürünüdür. Bu yersiz ve saldırgan
değerlendirmeler akıl, mantık ve vicdanla bağdaşmaz
Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay
Başkanlığı resmî verilerine göre, acısı içimizi yakan Sarıkamış Harekâtı'nda
Osmanlı'nın asker zayiatları 60.000,
Rusların asker zayiatları ise 30.000'dir. Savaşın en hazin kısmı ise Osmanlı
kayıplarının birçoğunun Ruslar ile yapılan çarpışmalarda değil de ağır soğuk
hava şartları yüzünden ölmesidir. Ruslar; Türklerden 200 subayı, 7000 eri esir,
20 makineli tüfekle 30 topu da ganimet olarak almışlardır.
Malumdur ki bu
hayatta herkes kazananın yanındadır, kaybedenin kimsesi olmaz. Bunu
"Düşenin dostu olmaz." sözü ne güzel anlatır. Sarıkamış Harekâtı Türk
askerinin zaferiyle neticelenseydi ona dair yorumlar da 180 derece farklı
olacaktı. Bugün yerle yeksan edilen Enver Paşa büyük bir kahraman olarak tarih
sahnesinde yerini alacaktı.
Sarıkamış
Harekâtı'nın 109. sene-i devriyesinde yüreklerimizi buz kestiren bu faciada
şahadet mertebesine erişen askerlerimize yüce Allah'tan rahmet diliyorum.
Ruhları şâd olsun. Sözlerimi
"Sarıkamış Destanı" adlı şiirimin bir bölümünü paylaşarak bitirmek
istiyorum:
"Bin dokuz yüz on dörtte
yüreklere har düştü/Mazlumlara karakış, zalime bahar düştü//Moskof'un üzerine
yürüdü Enver Paşa/Hain düşmana değil, teslim oldular kışa//Karakış yürütmedi
üçüncü ordumuzu/Derin yaslara boğdu bu cennet yurdumuzu//Anaların başında birdi,
bin oldu aklar /Güneşe sitem etti, kan kırmızı şafaklar//Yüreklerde kanayan
yaradır Sarıkamış!.../Zifiri bir gecedir, karadır Sarıkamış!... Enver Paşa buyurdu, girdik çıkmaz bir
yola/Şahadet mertebesi nasip olmaz her kula//Soğanlı'yı aşarken kış vakti buz
kestiler/"Allah" nidalarıyla ölüme söz kestiler//Karlı dağlar şehide
oldu ana kucağı/Sılada kalanların tütmez oldu ocağı//Yol vermez yiğitlere;
dumanlı, karlı dağlar/Seccadesi ıslanır, sılada anne ağlar/Dinmeyen bir
sancıdır, hüzündür Sarıkamış!.../Akıllara ziyandır, hazindir Sarıkamış!...
Emretti Enver Paşa, 'gel' deyince
geldiler/Açmamış tomurcuktu, hepsi birer güldüler//İhtiras ve intikam, kör
eyledi beşeri/Kar üstünde çiçekler, hatırlattı mahşeri//Batıl Hakk'a düşmandı,
bu ne yüzsüz bir çağdı/Gönüller yangın yeri, göklerden ölüm yağdı//Moskof'un
zalimleri, sağları esir etti/Manzara-yı umumî yüreğe tesir etti//Bir hüzün
çeşmesidir, kederdir Sarıkamış!.../İdam sehpalarından beterdir Sarıkamış!...
Görmedi Enver Paşa, Moskof'a baktı
şaşı/Askerimin avazı inletti dağı taşı//Karlı dağ duvar oldu, tek kurşun
sıkamadık/Nice yokuşlar aştık, düzlüğe çıkamadık//Hasat vakti gelmeden, erken
bozuldu bağlar/Dönmeyen yolculara analar kara bağlar//Kalbimize gömüldü
zemheride ölenler/Hasretin ateşinden tutuştu kardelenler//Ölüme yürüyüştür,
acıdır Sarıkamış!.../Eğilmeyen başların tacıdır Sarıkamış!..."