Ezan okunmuştu. Deli gibi olan
adamın gözü gökyüzündeydi. Gök yavaş yavaş ağarıyordu. Sanki siyah boyanın
içine mavi bir renk karışmış gibi alaca olmuştu gökyüzü.
Horozlar devamlı ötüyordu, yavaş yavaş
kuş cıvıltıları gelmeye başlamıştı.
Bulutlar mosmor esiyorlardı
şüphesiz. Koyu mavi bir renge bürünmüşler, rüzgârın emrettiği yere kayıtsız
gidiyorlardı. Son kalan birkaç yıldız yanıp yanıp sönüyordu. Adam devamlı
havayı kokluyordu. Bitkilerin kokuları, sabah rüzgârıyla karışık, koklamak
isteyen burun arıyorlardı. İnsanlar hala uyuyordu. Ama adam uyanıktı. Göğün
doğu tarafı yavaş yavaş aydınlanıyordu. Yıldızların artık hükmü kalmamıştı.
Adam şöyle mırıldandı:
-Bükemediğin
eli öpeceksin!
Bütün bunlara karşılık adam hala
deli gibiydi. Bu manzara, bu kadar değişim, sonra zaman hiç durmuyordu.
Adam şaşırmıştı! Güneş
doğmamıştı. Işığını hissetmemişti. Çünkü tam doğarken önünü bulutlar
kaplamıştı. Bir başka âleme geçmiştik. Uyanışa geçmiştik.