M.NİHAT MALKOÇ
Milletleri ayakta tutan belli başlı değerler vardır. Dil, dil, vatan, bayrak, millî marş bunlardan sadece birkaçıdır. Bunlar birlik ve beraberliğimizin çimentosudur. Zor zamanlarımızda bunlar etrafında kenetlenerek yekvücut oluruz. Bunlar olmazsa olmaz değerlerimizdir. Bu kırık dökük satırlarımda bu değerlerden biri olan İstiklâl Marşı’ndan ve onun duygu eri Mehmet Akif’ten söz etmek istiyorum size.
Mehmet Akif, Arnavut kökenli bir aydın olmasına rağmen kendini Müslüman bir Türk olarak görmüş ve yaşadığı bu topraklar için kalemiyle ve bileğiyle elinden geleni yapmıştır. Bazıları onun milliyetinden rahatsız olsa da O, milliyetini hiçbir zaman inancının önünde görmemiş ve Müslümanlığını Türklüğünün önünde tutmuştur. Onu diğerlerinden ayıran ve bütünleştirici kılan da budur. Böylelikle de her kesimin sevgisini kazanmıştır.
Akif, Batı’ya hep şüpheyle bakmış ve güven duymamıştır. Bunun sebebi Batı’nın tarih boyunca Doğulu milletlere at gözlüğüyle bakmasıdır. Bu kanaatinde haklı olduğu defalarca ortaya çıkmıştır. Keşke Akif, bu ileri görüşünde haksız çıksaydı da tarihî acılar yaşanmasaydı. Fakat yaşananlar onu haklı çıkarmıştır. Tarihin tekerrürden ibaret olduğu görülmüştür. O, bizi birbirimizi düşürmeye çalışan ikiyüzlü Batı devletlerinin yüzüne şiir yoluyla da olsa tükürerek vicdanen rahatlamıştır:
“Tükürün milleti alçakça vuran darbelere!
Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
Tükürün ehl-i salîbin hayâsız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahlûku
görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın
tükürün!”
İstiklâl Marşı’yla ilgili olarak anlatılan
hikâyeyi hepimiz biliriz. Onun için bu gerçek öyküyü bir kez daha tekrar etmek,
malumu ilân etmekten başka bir şey olmaz. Fakat bilinmelidir ki bu marş,
zaferden sonra yazılmamıştır. İstiklâl Marşı yazılırken ülkemiz hâlâ işgal
altındaydı. Düşman güçleri saldırdıkça saldırıyordu. Zaten bu marş da halkın
azim ve heyecanını diri tutmak ve insanlarımıza inanç aşılamak için
yazılmıştır. Akif, marşın sözlerinde
Türk topraklarının düşman çizmesi altında kirlenmekten kurtarılacağına inanıyor
ve zaferden haber veriyordu. Biliyordu ki inanmak başarmanın yarısıdır. Millet
kenetlenirse başarı kendiliğinden gelir zaten.
Bilindiği gibi yarışmaya iştirak eden 724 şiirde ifadesini bulamayan kurtuluş azmi ve heyecanı Akif’in mısralarında canlanarak yerli yerine oturuyordu. Bunu başaran Akif, marşla ilgili olarak, kendini geri planda tutmak istiyordu. Çünkü bu güzide şiiri bir şahsın değil, milletin topyekûn sesi ve hissiyatı olarak görüyordu. Böyle düşündüğü için de onu “Safahat” ına almamıştır. Bununla ilgili olarak söylediği şu sözler ne kadar da manidardır: “Onu ben milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Artık o milletindir. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım.”
Mehmet Akif’in İstiklâl Marşı’na “Korkma” nidasıyla başlaması tesadüf değildir. O biliyordu ki korku, baştan kaybetmenin diğer adıdır. Bu sözlere bakıldığında hepsinin kararlılık ve inanç yüklü ifadelerle örüldüğü görülür:
“Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al
sancak
Sönmeden
yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O
benim milletimin yıldızıdır, parlayacak,
O
benimdir, o benim milletimindir ancak!”
Kurtuluş Savaşı’na karşı olan bir kısım aydınlar, Akif’i saflarına çekmeye çalışsa da o her zaman bağımsızlık ve mücadeleden yana bir tavır sergiledi. Bu kararlılığı ve yılmaz iradeyi her fırsatta halka ettiği değişik vaazlarda görebiliriz. Bu bağlamda 6 Şubat 1920 günü Balıkesir Zağnos Paşa Camii’ni tıklım tıklım dolduran ahaliye şöyle sesleniyordu Akif:
“Cemaat içinde herkesin uhdesine düşen bir vazife-i vataniye, bir fariza-i
diniye vardır ki onu ifa hususunda zerre kadar ihmal göstermek caiz değildir.
Bu hususta hiçbir fert kenara çekilerek seyirci kalamaz. Çünkü düşman kapılarımıza
kadar dayanmış, onu kırıp içeri girmek, harîm-i namus ve şerefimizi çiğnemek
istiyor. Bu namert taarruza karşı koymak, kadın, erkek, çoluk çocuk, genç,
ihtiyar, her fert için farz-ı ayın olduğu, bir lahza hatırdan
çıkarılmamalıdır.”
Akif, kendi hâlinde yaşayan bir insan olmasına rağmen kararlı ve inançlı bir yapıya sahipti. Nerde olması gerekiyorsa orda duruyordu. Onun gür ve kararlı sesi, daha evvel Balkan Harbi esnasında; Beyazıt, Fatih, Süleymaniye Camii şeriflerinden, Millî Mücadele’de ise Balıkesir Zağanos Paşa ve Kastamonu Nasrullah Camii’nden ve daha pek çok camilerden yükselmişti. Ümitsizliğe şiddetle karşı çıkmış, her fırsatta halka moral ve yürek vermişti.
Tefrika illetine tutulmamamız için bizi uyararak şöyle demişti:
"Girmeden
tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukça yürekler, onu top
sindiremez"
Mehmet Akif, hayatı boyunca bir münzevi
gibi ömür sürdü. Doğru bildiklerini yaşadı, yazdı ve yaydı. Milletine güven ve
sabır aşıladı. Birlik ve beraberliğin bizi birbirimize bağlayan en önemli unsur
olduğunu her fırsatta hatırlattı. Yabancıların kirli senaryolarına figüran
olmamamız için tarih şuuru kazandırdı. Hakiki Müslümanlığın en büyük kahramanlık
olduğunu haykırdı. İslâm birliğinin tesisi için gayret ettiyse de arkasında yürüyenler
tez yorulduğu için, tam anlamıyla gayesine ulaşamadı. Aradan geçen yıllar,
Akif’in söylemlerinin ne kadar doğru ve isabetli olduğunu ispatladı. İstiklâl
Marşı’nın kabulünün 104. yıldönümünü kutluyor Akif’in deyimiyle “Allah bu
millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın.” diyorum.
Yazarın
Önceki Yazısı