
Geçtiğimiz günlerde Keşmir’de 26 sivilin öldürülmesi üzerine, Hindistan’ın bu saldırının sorumluluğunu Pakistan’a yüklemesi ve Yeni Delhi yönetiminin çatışmanın fitilini ateşleyen adımları, belirli bir süredir uyuyan bu fay hattını bölgesel bazda uyandırmış gözüküyor.
Daha önce
Keşmir Sorunu temelinde 4 kez savaşmış olan bu iki ülkenin halihazırdaki
sürtüşmesi, birtakım bölgesel ve küresel gelişmelerle senkronize olarak ele
alınma ihtiyacına haizdir. Belirli bir süredir Asya bölgesinde siyasal, askeri,
jeopolitik ve ekonomik olarak süren ve merkezinde Amerika Birleşik Devletleri,
Avrupa, Çin ve Rusya’nın olduğu çok boyutlu mücadele, Hindistan ile Pakistan’ın
Keşmir anlaşmazlığına sirayet etmiş görünmektedir.
1947 yılında
Britanya’dan bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Hindistan ve Pakistan,
bugüne değin Keşmir Sorunu temelinde çatışmalarının yanı sıra farklı güç
odaklarıyla ve bazı bölgesel ve küresel aktörlerle güç kazanımı bağlamında
ilişkiler geliştirmişlerdir. Bu yönüyle, aktüel olarak Çin, Kuşak ve Yol
Girişimi nedeniyle Pakistan’a ciddi yatırımlar yapmış ve ilişkilerini stratejik
ortaklık seviyesine yükseltmiştir. Buna mukabil olarak ABD, bölgede en büyük
müttefiklerinden biri olarak Hindistan’ı görmekte ve bu ülkeyle çok katmanlı
ilişkilerine ivme katmaktadır. Bunların ötesinde, Avrupa’nın da karşılıklı
ticarete dayanan ve merkezinde eski İpek Yolu’nun canlandırılması olan stabil
bir projeyi esas aldığı ve bu çerçevede taraflarla muhtelif temaslar yürüttüğü
ifade edilebilir. Öte yandan, son yıllarda gelişme gösteren ve daha çok enerji
ve finans boyutlarıyla ön plana çıkan Rusya-Hindistan ve Rusya-Çin ilişkileri
de bölgedeki tabloyu analiz etmek açısından kilit açıcı perspektifler
sunmaktadır.
Bir diğer
taraftan, bölgedeki çatışma iklimi, bir nükleer savaş riskini yeniden gündeme
getirmiştir. Hindistan ve Pakistan’ın sahip olduğu nükleer başlıklara mukabil
olarak bölgedeki diğer önemli ülkeler olan Çin ve Rusya’nın da sahip olduğu
devasa nükleer rezervler, bu bölgeye dair endişeleri maksimize etmektedir.
Dolayısıyla çatışmanın; belirli bir ateş hattında ve seviyede tutulması,
bölgesel ve küresel tolerans düzeyinin üstüne çıkarılmaması, her zamankinden
daha dikkate değer ve diplomasinin hakim olduğu bir süreci zaruri kılmaktadır.
Son olarak Hindistan’ın,
Pakistan’a İndus Nehri üzerinden giden suyu kesme hamlesi, bölgedeki ‘su
stresi’ni yükseltmesinin yanı sıra geleceğin dünyasının doğal kaynaklar üzerinden
sistematize olacağı ve bilhassa suyun, stratejik ve askeri bir silah olarak
kullanılacağı realitesini pekiştirmektedir.