Bu Kadar Şirin Bakma İstanbul
O kokan, o bakan şehir...
Hani onun yağmurlarıyla yıkanan,
Hasretle vuslata gebe İstanbul...
Bağrında kaç sevdalının mezarı var,
Mavinin, grinin ve mazinin ahengiyle koyun koyuna.
Bu kadar şirin bakma İstanbul,
Ona benziyorsun.
Her sabah rüzgarların onun kokusunu taşır,
Depremler sızlatır burnumun temellerini.
Kaç yalan sevdalı, kaç yalancı dudağı ıslatıyor,
Kaç sevda, ihanetin kör kurşununa kurban...
Birkaç martı çığlığı yırtar gecemi,
Seslerinde eski bir veda yankısı.
Banklarında hâlâ izi var o son hecenin,
Bu lacivert gecede, Haliç'in kıyısında.
Kaç gemin geçti, dönmedi limanına,
İçinde batık umutlarım, yosun tutmuş anılar...
Şimdi hangi kıyıda susar deli dalgalarım?
Kaç senede silinir mazinin yankıları?
Hangi minarende asılı kaldı dualarım,
Bilmiyorum... Belki yıldızlarda saklı.
Onu anmakla ayakta durur rüyalarım,
Senin kadar eski ve yaralı İstanbul.
Kirpiklerim titrer, ıslanır bulutların,
O eski asfaltlarında onun ayak izleri.
Sanki her çınar yaprağı onun gülüşü,
Ne zaman sığ sularına baksam, onun yüzü...
Bu kadar şirin bakma İstanbul.
Her tramvay çanı kulağımda bir veda,
Kaldırımlar anlattı bana en sessiz yalanları.
Gecenin koynunda dökülen gözyaşlarıyla
O da benim kadar yaralı mı acaba?
Martıların bile sesinde onun izleri,
Bir simit kırıntısında hatırası var.
Ne yana dönsem, bir anı çarpar suretime...
Bu şehir unutmazken seni
Ben nasıl unutayım?
Yazarın
Sonraki Yazısı