Sisli bir bahar sabahı Şafak söktü sökecek hava kışın esintilerini saklıyor içinde soguk 20 akıncıda az önce üzrinde namaz kıldıkları ceylan postları omuzlarına atıp iyice sıkılmışdı atların burunlarından çıkan buhar suratlarını yalıyordu akına başlayalı daha 3 hafta olmuştu. daha öyle yaman bir cenk kurulmamıştı 3 5 eşkiya kılıklı eski macar askerine hadlerini bildirmişlerdi sadece . Daha semendireden neredeyse yeni çıkmış sayılırladı macar topraklarının sık ormanlarının içinde ilerliyorlardı. Sabah namazını kılmış gece konakladıkları yerde iz barakmamışlardı. Nereye yuruduklerini sadece turgyt bey biliyordu. iskender ilk akınından su ana kadar hiç birşey anlamamıştı. düzenen ayak uydurmaya çalışıyordu yıllarca aldığı eğitimlerle alakalı hiç bir şey çıkmamıştı daha karşısına ilk haftasında semendirede toplanan akıncıların oldugu kampta çadır kurnuş at tımarlamış ne kadar ayak işi varsa görmüştü hatta bir ara aklına yaz boyu böyle devam edecek diye korkar olmuştu. 2. haftanın yarısında turgutbey o ve silah arkadaşalrını kendi çadırının önünde toplamış ve 3 gün içinde macar illerine akına varcaklarını söylemişti ve onlara emirlere uyma konusunda uyarılarda bulunmuştu bu vurguyu özellikle iskenderle birlikte ilk akınınada olan diğer üç gencin ve iskenderin gözlerine bakarak yapmıştı . 3 gün hazırlılarla geçti . Onların bölüğü diğer bölüklere göre küçük sayılırdı. ama herkesin görevi bellirlenmişti . kimi atların nallarını tazeliyor kimisi sadkalardaki oklara takviye yapıyor kimisi okların eğri kılınçları palaların agızlarını biliyor, iskender ve 3 acemiyeyse iyaşe işi düşmüştü . Zahire emini denilen bir adam gitmişti;
Adamın adı Hacı Sadık Efendi idi. Sancak zahîre emini...
Göbeği öyle büyüktü ki, kuşağı iki defa dönüp bağlanmıştı. Her adımında kaftanının önündeki düğmeler hafifçe gevşer, sanki o da sahibi gibi ağır ağır nefes alırdı.Kara kaşları gözlerine doğru kavseder, kara gözleri ise kısık ama uyanık bakardı. Öyle dikkatliydi ki, bir çömlekçinin terazisindeki dengeyi üç adım öteden bozuk yakalayacak kadar gözü keserdi.Gelenden Hangi beye bağlı olduğunu sorar defterdara dönerdi.Alnı genişti, saçları arkaya taranmıştı; sanki zihnindeki hesap çizgilerini dışa vurur gibiydi.
Başında zarifçe sarılmış, uçları özenle kıvrılmış bir sarık, altından çıkıntı yapan sertçe yükseltilmiş lacivert bir fes vardı. Omzuna dökülen kaftanı sade ama zevkliydi: İç tarafı bordo astarlı, dışı yumuşak dokulu koyu erguvani kumaştandı, yakası çakmak taşı gibi gümüşle işlenmişti.
Belindeki kemeri, sade bir kutnu kuşaktı – içindeki kalemlik ince gümüş uçlu, işlemeli bir divitle doluydu.
 iskender bu güne kadar saraydan yolu geçmiş kimseyi görmemişti bu kıyafetler adamalrın vakarı onu çok etkiliyordu.
"Beyin kimdir ?" dedi zahıre emini iskendere bakarak ... 
"kaç kişisiniz" diye de ekledi
İskender biraz titrek , o yapıya ve vucuda yakışmayan bir sesle 
"kladovadan Turgutbey"dedi "Yirmi kişi"
defterdar deftere döndü ve notunu aldı . iskender ve arkadasları birkaç adım ilerdeki memurlara doğru yürüdü... 
Kumaşları, kalın ketenden dokunmuştu. Rengi toprağa yakın; kirli bej, yer yer küf yeşiline çalan izlerle lekelenmiş çuvallardı. Bez öyle kalındı ki, bir hançer bile kolay geçemezdi. Dikiş yerleri, bakır iplikten geçirilmiş çift kat dikişle örülmüştü. Her çuvalın dibi kare dikilmiş, taşınırken devrilmesin diye altı düz tutacak şekilde bağlanmıştı.
Ağızları deri şeritlerle ya da keçeden eğrilmiş sicimle bağlanmıştı. Bazılarının düğüm yerinden çörek otu kokusu, sızardı. Yolda böcek girmesin diye ağızlarına keçi derisinden yapılmış halka parça geçirilmişti. içlerinde kimende kurulmuş et , kiminde peksimetler genelde arpa doluydu onalara düşen payı 4 kişi sırtlanıp tağa döndüler. hazırlık tamamdı yol çıltışar ve şuan macar topraklarında atsınta .





..... son birkaç gündür ormandan hiç çıkmadılar Turgut bey genelde çok konuşmazdı zaten ; Boyu çok uzun olmasa kalınca bir yapısı vardı . bir ağaç gibi kırılmaz bir göcesi vardı sanki onun bakışlarında korku hariç her duyguyu görmüştü şu zamana kadar toy günü onun sırtını yere getirdğinde gülüryordu gözleri ya çıktıkları günün ertesinse hamlik yapıp macar ahalsinde ihtiyarlar aharaç kesen 2 macar şövalye eskisini harcarken ateş çıkıyordu gözlerinden o bu güne kadar dinledeği akıncı hilayelerindeki atalarına çok benziyordu ama son birkaç gündür çok daigın ve düşenciliydi sanki nedeni ni için için çok merak ediyordu iskender... o yolda çirmen harbini anlatırken gözleri buğulanan atalarının jahrmanlığıyla gururlanan adam endişeiydi sanki . o gün gün boyu at sürdüler akşam saatlerinde bir macar uç beyinin topraklarına girmişlerdi artık gerekirse suda yürüyecek iz bırajmayacaklardı . orada olduklarını belli etmemeleri önemliydi . nedenini bütün yolda düşmeden edemiyordu iskender geçtikleri her batalıkta turgur beyin gözündeki buğunun bu işle bir ilğisi var mıdır diye düşünüyordu.
arada anası aklına düşüyor içi sıkılıyordu. Bacılarının birbirleriyle çekişmelerini anımsıyor yüzünde belli belirsiz bir tebbesüm oluşuyordu. 
akşam saatlerin gün batmaya yakın bir köy gözüktü köy uzakta minik silüet halindeydi hepsi atlarından indiler turgut bey ormana geri dönmeleri için hamle yaptı ormanın az içine kamp kurdular ateş yakmadılar gece çöktü . sıray nöbet tutuo istrahat ettiler. 

Gözünü açtığında daha gün doğmamıştı erlerden bazıları kalkmış ilerdeki dere abdest almış paçaları sıvalı halde dönüyorlardı. Namaz kılındı. Turgut bey yanına iskender dahil 4 kişi aldı dün köye baktıkları tepeyi aşarak köye yaklaştılar ve daha alçak ama köye daha yakın bir tepenin köye bakan yamacındaki bir kayalığın dibine saklandılar ilk nöbet iskenderindi
 tepenin yamacında diz çökmüş, başını taşlık bir çıkıntının ardından uzatmıştı.
Ses çıkarmamaya dikkat ediyordu.
Oturduğu yerden aşağısı açık seçikti: düz bir vadi, ortasında küçük, sıkı sıkıya kurulmuş bir köy.
Evler toprakla aynı renkteydi.
Çatılar samanla örtülmüş, bazıları rüzgârla kabarmıştı.
Her evin etrafında çitler vardı; kimi düzgün, kimi yamuk ama hepsi kapalı.
Evler birbirine çok yakındı, sanki korkudan kenetlenmiş gibiydi.
Köyü çevreleyen tarlalar, dümdüz uzanmıyor; eğilip bükülüyor, aralara patikalar giriyordu.
Toprak koyu renkteydi, yakınlarda yağmur yağmış olmalıydı.
Tarlaların ortasında birkaç insan eğilmiş çalışıyordu.
Hareketler yavaştı, düzenliydi.
Köyün biraz dışında, kısa bir taş yapı duruyordu.
Küçük bir kulenin gölgesi düşüyordu evlerin üzerine.
Belki bir kilise, belki bir bekçi evi. Duman vardı.
İki evin bacasından ince çizgiler gibi duman yükseliyordu.
Kimi rüzgâra karışıyor, kimi düz yukarı çıkıyordu.
Köy sessizdi.
Ne bağıran vardı ne koşan.
Ama canlıydı.
İçten içe çalışan bir düzen gibi…
İskender bir süre gözünü kırpmadan izledi.
nöbeti güneş kendini iyice hissetirmeye başladığı sırada başka birine devretti
kayanın arkasında bir acıklık var o kısım turgut bey ve ve bir er oturuyorlardı. tecrübeli alp eline artık şekli yumurtaya dönmüş bir taşla hançerini bileyliyordu. yanlarına yanaştı tugrul başıyla müsade verdi iskender o dar alanda bir köşeye yerleşti neredeyse dizleri birbirine değiyordu. İskender tüm cesaretini toplayarak sordu 
"Beyim"
basını çevirdi ve gülümsedi turgut 
Devam etti iskender 
"köy ne var orada biz neyi bekliyoruz? "

"Neyi değil Kimi !"
 devam etti.
"Bak bazı tebaa hristiyanda olsa bize çalışır. şu kule varya yanı köyün beri tarafındaki o bir bekçi kulesi şimdi orada ne var kim gelecek ne söyleyevek ben de bilmem Bey buyurdu ;'Bey buyrukla büyür, er itaatle pişer; biri yoksun olsa, obada devlette düşer.' sorgu sormak bize yaraşmaz." 
 
İskender birz mahcup olsada beyinin vakarı kaşırsında hayran birşekilde diğer erin türküsüne daldı .

"Kalk ey yiğit, durma dahi
Dizgin vur atın başına
Kılıcını al beline
Bakma anın yaşına

Din yoluna çıktık biz
Açtı Allah yârına
Ser veririz, dönmeyiz biz
Akın olsun serhâdına."




hava kararmak üzereydi güneş tepenin ardına geçmiş son ışıkları bizimkilerin sırtımı ısıtıyordu. tam o sırada bir ses duydular Fısıltıyla karışık "beyim. Beyim " 
Turgut oturdugu yerden hızlı ama sessiz çıkartmamaya özen göstererek fırladı. nöbetçi gelen var dedi. Hepsi siper aldılar iskender yanına bıraktığı hançerini kuşağının içine sokup kayanın dibine saklandı ve izlemeye koyuldular köyden biri çıkmış onların olduğu tepenin 200 ~250 arşın uzaktan onlara doğru yaklaşıyordu . 
Sırtı hafif kamburlaşmış, zayıf ve uzun yüzlü bir adamdı. Güneşin soldurduğu, terle lekelenmiş bir keten bezi başına sarmış, kulak hizasından düğümlemişti. Saçları seyrek, alnı açıktı. Solgun tenine rüzgâr çarptıkça ürperiyor, elleriyle örtüsünü bastırıyordu.
Üzerinde yakasız, ince dokumalı bir keten gömlek vardı; göğüs kısmında büyükçe bir yırtık, iplikle kabaca dikilmişti. Gömleğin kolları bileklerden dirseğe kadar sökülmüş gibiydi, iplik izleri hâlâ duruyordu. Üstüne geçirdiği kolsuz yelek, keçeleşmiş yün kumaştandı. Bir zamanlar kahverengi olduğu belli ama yılların güneşi, toprağı ve dumanı onu griye çevirmişti. Omzundaki ilik yerinden sarkıyor, sağ yanına yamalı bir kumaş parçası tutturulmuştu.
Beline kalın bir sicim dolamıştı; pantolonunu tutan tek şey buydu. Pantolonu kalçadan dize kadar daralıyor, paçaları dizlerinden aşağıya kadar iniyordu. Sol dizi, eski bir yırtıktan dolayı çapraz dikilmişti. Pantolonun rengi toprağa karışmıştı; ne kahverengi denebilirdi ne de gri.
Ayağında ne çizme ne de ayakkabı vardı. Sadece kalın yünle sarılmış çıplak ayakları ve altında deriden yapılma eski bir taban parçası. Sol ayağındaki bez sargı, ıslaktan çözülmüş gibi yer yer açılmıştı. Yavaş yürüyordu, toprağa her bastığında belli ki acı duyuyordu. Elleri çatlamış, parmak uçlarında kir birikmişti.
Omzunda, eski bir çuldan yapılmış bez torba sallanıyordu. İçinde ne olduğu belli değildi.Boynunda ince bir sicimle asılı duran küçük bir tahta haç vardı. Sessizdi, ama yürürken içten içe bir dua mırıldanıyor gibiydi. Etrafını kolaçan ede ede ilerliyordu köyün bu kısmında birşey yoktu bulundukları yerin ardı orman olduğu için ahırlar köyün öbğr yamacına kurulmuştu.Onların ardında da belli belirsiz ekinler görünüyordu. Adam iyice yaklaştı. bir şey arıyormuş gibi etrafı incelemeye başladı kayanın dibine geldiğinde hala akıncıların farkında değildi . 
"Hala gelmemişler mi ?"
Turgut bey yavaşça yanından sıyrıldı iskenderin ve kayanın ardından dolandı. bir yılan kadar sessizdi. kayaya yaslanarak adama yanaştı adam birşey hissetmiş gibi ardına bakmasıyla turgut beyle göz göze geldi .
adam çığlık atmamak için eliyle ağzını tuttu. 
"kimsin"dedi. Turgut bey
"Tilkinin Tırnağı"dedi adam sesi titreyerek. 
turgut avucunun içinden bileğine doğru gizlediği hançerini çıkarıp belindeki kuşagın ine sakladı.bu gören adam biraz rahatlamış olacak 


Kayanın gölgesinde durdu, yüzü yarı karanlıkta kaldı. Elini yavaşça göğsüne götürüp eğilmedi ama başını hafifçe öne eğdi. “János Havas,” dedi, sesi kuru ve titrekti“ Sizinkiler beni ‘Yânoz’ diye çağırır. Sözüm az, ama yalanım yoktur.”
János; Tuna’nın kuzey yamaçlarında doğmuştu; rüzgâr hangi taraftan eserse, yüzünü o yöne çeviren adamlardandı eskiden. Ne Osmanlı’ya sadıktı, ne Macar beylerine düşmandı. Sadece hayatta kalmak isterdi. Ama yıllar geçtikçe rüzgâr yön değiştirdi; köyünü yakan, ekinini alan, oğlunu zorla askere götüren hep derebeyleri oldu. Gözünün önünde aç kalan çocukları, kırbaç yiyen komşuları gördükçe içindeki sessizlik yerini sessiz bir öfkeye bıraktı. Artık konuşmaz, iz bırakırdı. Osmanlı akıncılarına yol gösteriyor, derelerin nereden geçtiğini, kule nöbetçisinin ne zaman uyuduğunu fısıldıyordu. Ne bir madalya isterdi, ne de bir çift çorap. 

" Şimdi gidelim" dedi "tepeyi aşalım , gören olmasın."

Tepeyi aştılar ,ormana daldılar.Biraz yürüyünce ateşim parıltısı karanlığı deldi. ateşin başındakiler beyi görünce ayaga kalktı bey ateşin başına kurulup adamı yanına buyur etti ve erlere aş için talimat verdi iskender yanlarına çökmüştü diğer erlerde onunyanına dizildi. aşlar geldi yendi şükür duası edildi ve Yanos söze girdi."Beyim  

Üç kafile geçti geçen ay” dedi János, parmaklarıyla ormanın dışını işaret ederek. “Her biri birer araba sürüklüyordu ardında, ama esas dikkat çeken askerlerdi... Saydım, iki yüzden eksik değillerdi. Boğdan yoluna düzüldüler, tarlaların arasından, duman bırakmadan. Köyün dışındaki handa biri konakladı gece. Hancı ayık değilmiş ama söylediği şeyi unutmazmış: İçlerinden biri ‘bir Türk’ün kanı soğuk akar, çabuk da kurur’ demiş. Sonra araştırdım, kulağıma tuhaf şeyler geldi. Boğdan beyinin ayaklandığı söyleniyor, Macar uç beylerinden bazıları ona destek yollamış. Bu gidenlerde onlarmış işte "
turgutum gözleri büyüdü. Günlerdir gözünden belli olan endişe sanki bütğn vücudunu sarmıştı. "Sağolasın" dedi adama şimdi "yoluna git " . Karşıda emir bekleye ere kafasıyla işaret verdi. adama ormanın dışına kadar eşilik etmesi için. Adam gözden kaybolunca hiddetle oturduğu yerinden kaltı ve hazırlanılması için emir verdi. 1 saat içinde ateş sönmüş üstü toprakla kapanmış toprak süpürülmüş atlar egerlenmiş ve sanki orada değil 20 kişi 2 gün gecelemiş hayvan bile geçmemiş gibi olmuştu. Yola koyuldular 2 günlük yolu atların nefesini kesercesine 1 gün olmadan geri dönmüşlerdi namaz hariç durulmamış aş bile at sırtında yenmişti 
ve bir sonraki günün yatsısını kılalı daha birkaç saat olmuştu. bir tepenin başından önce tuna sonra semendire göründü. karşıya geçtiklerinde Artık gece olmuştu. Bali bey istirahata çekilmiş ordugah uykudaydı bizimkilerde yorgunluktan bitap düşmüşlerdi. Turgutbey küçük bir düşünceden sonra istirahat emrini verdi atların eyerleri söküldü. ve herkes çadırına çekildi. iskenderin içinde bir sıkıntı vardı . Turgut beyin bu tavırları onu içten içe korkutuyordu. sabah çok zor olmuş gece birkaç saat uyuma fırsatı bulmuştu. Sabah turgut bey Bali beyin huzuruna çıkmış dönmüştü. herkesi toplaması için Gençlerden birini salmış Çadırının önündeki kütükte Derin derin düşünüyordu.
iskender O sırada çadırın önünde bekleyen diğer 2 erin yanına yanaştı ve onların sohbetini dinlemeye başladı.

.”Boğdanlı bey azıtmış yine,” dedi yaşça büyük olan, çorbasını karıştırmadan. “Geçen hafta kendi köylüsünü kazığa oturtmuş. Sebep neymiş? Yeminle söylüyorum: ekinini çalınan çobana sahip çıkmış adamcağız. O da cezayı boylamış.”
Diğeri hafifçe başını kaldırdı. “Hangi köy?”
“Bize yakın olan. Tuna'nın öte yanında, bataklığa yaslı... Galiba adı Dumbrava. Bizimkiler kışın o taraftan tuz almıştı. Hatırlarsın.”
Genç akıncı yumruğunu sıkmadan duramadı. “Kendi halkına bile böyleyse... Biz olsak ne eder? Kazıklı Voyvoda'nın kanı hâlâ kuruyamamış orada. Onun torunları gibi davranıyor bu Bogdan denen herif.
 Üç yaşındaki çocuğu paramparça etmişler at toynaklarıyla"

 Bu son lafı duyunca iskender daha önce hiç hissetmediği bir damar kabardı içinde sanki o an o köyde olsa 100 adama tek başına yetecek gibi hissetti. Sonra gözleri doldu .
“Yüzsüz it soyu! Ecdâdı belirsiz, zâlimin dölü... ar bilmez piç kurusu! Allah belânı versin de leşini kargalar yesin!” dedi. 


( İlk Denemem başlıklı yazı mucahit-turlu tarafından 9.07.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu