Bir kayısı ağacı, yanında tahta masa
Geçen yıllara şahit rengi solmuş şu yazma
Gönüllerde burukluk, belli belirsiz
tasa
Kulpu kırılmış bardak, ağzı bilenmiş kazma.
Taş duvarlar ayırmış saklar binlerce anı
Gelip geçse de yıllar unutturmaz atanı..
Bir eriğin dalına geçmişi bağlamışım
Karşıda yaşlı kavak okşar iken yüzümü
Bakınca eski resme sessizce ağlamışım
Gözyaşım filiz vermiş acıtınca dizimi
İki katlı ahşap ev mazimi bana sundu
Gönlüm kan ağlar iken gözlerim yaşa kandı.
Hatıralar depreşti üfleyince külleri
Yere düşen her yaprak birer birer anlattı
Göz görünce maşuku bağlar imiş dilleri
Asırlar ötesinden kulakları çınlattı.
Şu yere düşen elma belki dalı özlüyor
Kimbilir giden ruhlar belki bizi gözlüyor.
Neler anlatır sorsan bahçe içinde dergah
Oysa eskilerden kim, söyler misin kim kaldı?
Her sabah şafak ile derinden çeksen de ah
Ecel gelip hepsini gönül dünyandan aldı.
Sağda solda arasan bulursun secde izi
Bak yürek derununa görürsün dizi dizi..
Gül Ahmed'in dergahı...Gülşeninde gül dolu
Bülbül bile geçerken sabah selama durur
Sır içinde sır gizli sırra açılır yolu
El sineye gidinde yürek Allah der vurur.
O bahçede evlatlar düşmüşler kutlu yola
Bülbül dahi imrendi geçerken kondu dala.
Mahmut abim gelince yorgun argın uzaktan
Biriken gözyaşları pınar oldu döküldü
İnce bir duman tüter şimdi sönen ocaktan
Göğüste paslı çivi birer birer söküldü..
Keder midir sevinç mi tezahür edip çıkan
Elbette ki evlattır baba ocağın yakan