
28.08.2025..
Gecenin gözyaşlarıyla yıkanmış,
Beyazıt'ta bir lamba titrer, mehtap sönerken.
Lale bahçeleri, çıplak ayaklı çocuklar gibi üşür sırılsıklam kaldırımlarda,
Sis, minarelerin boynuna dolanmış bir atkı…
Kitaplar ıslanmış sahaflar çarşısında,
Ciltlerdeki yaldız,
ıslak caddede parıldayan devalüasyona uğramış liranın işareti…
Bir dilsiz öğrenci, gözlüğünü siler umutsuzca,
Vitrindeki Dîvânu Lugâti't-Türk kopyasını okuyabilmek için…
Kahvede tavla sesleri, fincan şıkırtısı,
Antika bir radyodan tıslayan bir hafız sesi eşliğinde…
Gölgeler uzar, bir cellat gibi,
Nice Sinan'ın taşlarını yıkar yağmur…
Ve yaşlı bir kadın,
Eski bir şarkı mırıldanır;
“İstanbul'da olmak, yağmurda kaybolmak gibi...”
Laleli'de bir otel kapısında gölge oyunları,
Işığa vuran toz taneleri gibi döner hayatlar.
Bir sokak kedisi, bir simitçinin sepetine sığınmış,
Tarih, bir miskinler tekkesi gibi uyukluyor…
Sonra
Vapur düdüğü boğazı yırtar,
Sisler içinden...
Bir an her şey donar;
Ne balıkçı, ne dilenci, ne de sevgililer…
Sadece
Yağmurun hüzünlü melodisi çınlar…
Ve bu kadim İstanbul;
Bir yalnızlıktır ki hiç dinmez…
Taa yüreklerinizdeki en kuytu haneye kadar işler.
Ve ben
Cebimde son bir mektupla,
Yürürüm ıslak kaldırımlarda.
Kimseye selâm vermeden,
Kimsenin gözüne bakmadan…
Çünkü biliyorum;
Bu şehirde herkes bir hikâyedir,
Ve her hikâye,
Islanmış bir gazete kâğıdı gibi
Dağılır sabah rüzgârına…
"Pioggia Notturna a Beyazıt"
Lavata dalle lacrime della notte,
A Beyazıt, una lampada tremula, mentre il chiaro di luna si spegne.
I giardini di tulipani, come bambini scalzi, tremano di freddo sui marciapiedi fradici,
La nebbia, una sciarpa avvolta attorno al collo dei minareti...
Nei bazar dei librai antichi, i libri si sono bagnati,
La doratura sulle copertine, il segno di una lira svalutata che luccica sulla strada bagnata...
Uno studente muto, disperato, pulisce gli occhiali,
Per poter leggere la copia del Dīwān Lughāt al-Turk in vetrina...
Nel caffè, rumori di tavoli da backgammon, tintinnii di tazze,
Accompagnati dalla voce sibilante di un hafız da una radio antica...
Le ombre si allungano, come un boia,
La pioggia erode le pietre dei tanti Sinan...
E un'anziana donna
Canticchia una vecchia canzone:
"Essere a Istanbul è come perdersi nella pioggia..."
All'ingresso di un hotel a Laleli, giochi di ombre,
Le vite ruotano come granelli di polvere che colpiscono la luce.
Un gatto di strada si è rifugiato nel cestino di un venditore di simit,
La storia sonnecchia come un tekke di fannulloni...
Poi
Il fischio di un traghetto squarcia il Bosforo,
Dentro la nebbia...
Per un attimo tutto si blocca;
Né pescatore, né mendicante, né amanti...
Solo
Risuona la malinconica melodia della pioggia...
E questa antica Istanbul;
È una solitudine che non smette mai...
Si insinua fino all'ultimo, più recondito han del cuore.
E io
Con un'ultima lettera in tasca,
Cammino per i marciapiedi bagnati.
Senza salutare nessuno,
Senza guardare nessuno negli occhi...
Perché lo so;
In questa città ognuno è una storia,
E ogni storia,
Come un foglio di giornale inzuppato,
Si disperde nel vento del mattino...