Atatürk’ün Bağımsızlık Hareketlerindeki Öncülüğü-1
ATATÜRK’ÜN BAĞIMSIZLIK HAREKETLERİNDEKİ ÖNCÜLÜĞÜ-1
Ayten DİRİER
1-BAĞIMSIZLIĞIN ANLAMI
Siyasî bağımsızlık, devletin Devletler Hukuku tarafından kendisine tanıdığı bir milletlerarası yetkidir. Bağımsız devlet, diğer devletlerle olan ilişkilerinde,
Devletler hukukunun tanıdığı bu yetkileri serbestçe kullanır ve milletlerarası yükümlülükleri de serbestçe yerine getirir.
Devletler hukukuna göre bağımsızlık, diğer bir devlete veya milletlerarası bir
kuruluşa bağlı olmamak demektir.
2-ATATÜRK’E GÖRE BAĞIMSIZLIK
Umutsuzluğun en koyu karanlığına düşen Türk milleti için tek umut ışığı, geniş ve şerefli tarihinden aldığı bağımsız yaşama bilinci ve azmi idi. Bu nedenle kurtuluş parolası “Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” oldu.
Yıllar öncesinden;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?”
diye haykıran vatan şairi Namık Kemal’e, Mustafa Kemal şöyle karşılık veriyordu:
“Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara maderini.”
Nitekim Amasya Genelgesi’nden itibaren, Sivas ve Erzurum Kongreleri’nin kararı ve Ankara’da kurulan T.B.M.M’nin hedefi hür ve bağımsız yaşamayı gerçekleştirme ve bu yolda düşmanlara karşı savaşmak idi. Kurtuluş Savaşı, hürriyete ve bağımsızlığa derin bir aşkı olan milletin şahlanması, zulûm ve baskıya, haksızlığa karşı direnmesidir. Millî egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni Türk Devleti’nin kurulması ve onurlu bir millet olarak insanlık ailesi içinde yaşaması yeni kurulan devletin temel politikası olmuştur. Kurtuluş Savaşını izleyen yıllarda, yeni devletin diğer devletlerle olan ilişkilerinde siyasî bağımsızlığa verilen önem; politik tutumun özünü, temelini oluşturmuştur.
Atatürk, Türk milletinin bağımsızlığına özel bir değer vermiş, esir yaşamaktansa, mahvolmanın daha iyi olacağını, tanınmış parolası ile bütün dünyaya ilan etmiştir:
“Türk’ün haysiyet ve şerefi çok yüksek ve büyüktür. Öyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir. Bunun için, YA İSTİKLÂL, YA ÖLÜM!”
“Ne kadar zengin ve müreffeh (gönençli) olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, medeni insanlık karşısında uşak olmaktan yüksek bir davranışa layık olamaz.”
Sanki çağlar ötesinden, MÖ.44’te “Türkü Türke kırdırarak” egemenlik altına almaya çalışan Çinlilerin, bağlaşığı Hunlarla yüzbine ulaşan orduyla bir kalede kıstırdıkları Hun hükümdarı Çi-Çi Yabgu ve yanındaki 1518 kişi dirilmiş, esarete karşı haykırıyordu:
“Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü bu, şan ve şerefle yaşamış olan ecdadımıza karşı büyük bir ihanet olur. Atalarımız, bizlere geniş ülkelerle birlikte hürriyet ve istiklâli de emanet ettiler. Savaşçı ve süvari hayatımız sayesinde yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla vazifeli bulunduğumuz bütün bu emanetleri, adi bir ömür uğruna fedâ edemeyiz. Hepimizin bildiği gibi savaşta erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de kahramanlığımızın şanı yaşayacak. Çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır”.
Bağımsızlıktan yoksun bir milletin uygar devletler topluluğunda yaşayamayacağını, yaşamaya hakkı olmadığını büyük Nutuk’ta veciz bir şekilde belirten Atatürk, böyle bir olgu karşısında Türk halkının durumunu şöyle dile getirmiştir:
“Türkiye halkı asırlardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli, yaşamak için şart saymış bir milletin kahraman evlatlarıdır. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”
Atatürk bir diğer konuşmasında da Türk devleti’nin bağımsızlığına verilen önemi açıklayarak, ebedî niteliğini değerlendirmiştir:
“Türkiye Devleti’nin istiklâli kutsaldır. O ebediyen güvenilir ellerde olmalı ve korunmalıdır.”
*Atatürk bağımsızlıktan tam bağımsızlık, kısıntısız, kayıtsız ve şartsız bağımsızlık anlamaktadır:
“Hürriyet ve istiklal benim karakterimdir.” (1921
“Tam istiklâl denildiği zaman, gerçekten siyasî, malî, ekonomik, adlî, askerî ve kültürel gibi her sahada tam istiklâl ve tam serbesti demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin tam manasıyla bütün istiklâlden mahrumiyeti demektir.”(1922)
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” (1923)
“Ekonomik açıdan zayıf olan bir ulus yoksulluktan kurtulamaz. Güçlü bir uygarlığa, refaha ve mutluluğa kavuşamaz; sosyal ve siyasi hastalıklardan yakasını kurtaramaz.” (1924)
“Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü bir siyasi fikre sahip olmak, seçtiği dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin vicdanına ve düşüncesine engel olunamaz.” (1925)
“Din bir vicdan işidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve düşünmeye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya özen gösteriyor, eyleme dönüşen, tasarruftan sakınıyoruz.” (1925)
“Kadınlarımız da bizim gibi kavrayışlı ve düşünceli insanlardır. Onlara ahlaka ait kutsal kavramları telkin etmek, milli ahlakımızı anlatmak ve onların beyinlerini nur ile temizlemekle donatmak esası üzerinde bulunduktan sonra fazla bencilliğe gerek duyulmaz.” (1925)
“Bağımsızlığını, varlığını emin görmek isteyen ulusların önüne hiçbir yasal sınır çekilemez.”
Kendi çıkarları için kan döken, insan ve insanlık duygusunu yok sayan emperyalistlerin ezdiği uluslar için düşüncelerini, 1933 Martında bir gece sabaha karşı Mısır Elçiliğinde konukluktan ayrılırken elçiye şöyle açıklayarak, geleceğin müjdesini verir:
“Doğudan doğacak olan güneşe bakınız. Bugün güneşin ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu uluslarının da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerlemeye ve gönence yönelik olarak görülecektir. Bu uluslar bütün güçlüklere ve bütün engellere karşın galip çıkacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen ye işbirliği egemen olacaktır. Size bu sözleri söyleyen Cumhurbaşkanı değil, sadece Türk Ulusunun bir bireyi olarak Mustafa Kemal’dir. Buna özellikle dikkatinizi çekerim”
Bu söylemlere rağmen gözden kaçmaması gereken bir durum vardır: Bütün dünya ulusları arasında, her alanda işbirliği yapılmasını ilk savunan Devlet Adamı, Atatürk olmuştur. Çağımızda bu yola girilmiş, yeryüzünde yoksul insanlar ve toplumlar bulundukça dünyanın mutluluğa kavuşmasının, ileri ülkelerin bile rahat ve esen olmasının olanaksızlığı ortaya çıkmıştır. O halde uluslar arası yardımlaşma ve dayanışmaları,
-ister maddi, ister manevi alanlarda olsun- tam bağımsızlığı yok eden bir davranış veya ilke saymak doğru değildir. Döneminde bu tür dayanışmalara önem veren, olanaklar hazırlayan Atatürk, yukarıdaki sözlerinde, bu işlemlerin gerçekten ulusal bağımsızlık, egemenlik ve özgürlüğü kısıtlayan bir durum oluşturması halini anlatmak istemektedir. Düşünce ve eylemlerinden, bundan fedakârlık yapmayacağı anlaşılmaktadır.
(Devamı var)
(
Atatürk’ün Bağımsızlık Hareketlerindeki Öncülüğü-1 başlıklı yazı
AytenDirier tarafından
22.04.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.